12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ve MHP Davası
01 Ocak 1970
12 Eylül1980 tarihinde vuku bulan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyması hadisesi, siyasi sisteme dışarıdan bir müdahale olması hasebiyle, Türk siyasi hayatinin tabii gelişim çizgisinde bir kırılmaya yol açmış, siyasi sistemin şartlarında ve aktörlerinde "muhtemel" olanın ötesinde dönüşümlere hayatiyet kazandırmıştır.
Ülke genelindeki sosyal çalışma ortamı gerekçe gösterilerek girişilen askeri müdahale ve bu müdahalenin getirdiği siyasi şartlar, Türk Milliyetçiliği Hareketi açısından pek çok sıkıntının ve ızdırapın kaynağı olmuştur. Askeri müdahalenin ardından, diğer bütün siyasi partiler ile birlikte, MHP’nin de faaliyette bulunması yasaklanmıştır. 16 Ekim 1981 tarihli Milli Güvenlik Konseyi kararıyla parti kapatılarak mallarına el konmuştur. 29 Nisan 1981 tarihinde ise, MHP ve Ülkücü kuruluşlar hakkındaki soruşturma sonrasında 945 sayfalık bir iddianame ile "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" açılmıştır.
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası, 5 yıl, 11ay, 8 gün sürmüş, 333 duruşmaya sahne olmuş ve 7 Nisan 1987’de neticelenmiştir. Ankara 1 Numaralı Askeri Mahkemesinde görülen 392 sanıklı davada, MHP lideri Alparslan Türkeş’e 11 yıl, 1 ay, 10 gün hapis cezası verilmiştir. Partinin Genel idare Kurulu üyelerinin tamamı beraat ederken 5 sanık hakkında idam cezası verilmiştir. 150 sanığın beraat ettiği davada, 9 sanık hakkında müebbede hapis, 219 sanık hakkında 6 ay ile 36 yıl arasında değişen hapis ve 6 sanık hakkında da görevsizlik kararı verilmiştir. 3 sanık hakkındaki dava düşerken, 2 sanık da yargılama sırasında vefat etmiştir.
Yargılama süresi içinde kalbinden rahatsızlanan Alparslan Türkeş, 29 Mayıs 1983’de Mevki Askeri Hastanesi’ne kaldırılmıştır. 4 yıl, 5 ay, 28 gün tutuklu kalan MHP lideri, tutuklu kaldığı süre göz önünde bulundurularak 1 gün hapis cezasından sonra tahliye edilmiştir.
Kararın kesinleşmesinden sonra bir açıklama yapan Türkeş, siyasi hayatına devam edeceğini, buna kimsenin engel olamayacağını, çünkü hukuk devleti içinde hukuka aykırı işlemler yapıldığını belirtmiş ve "Bu kararla Türk adaletine gölge düştü." İfadesini kullanmıştır.
Kararda, MHP’nin mal varlığına el konulması ve Hazine’ye gelir olarak kaydedilmesi hükmü de yer almıştır. "Anayasal düzeni zora dayalı bir şekilde değiştirme" suçlamasına isnat teşkil edecek deliller bulunamamış ve cezalar "çete kurma" v.b. suçlamalara dayandırılmıştır.
MHP lideri Alparslan Türkeş, 14 Ekim 1981 tarihli duruşmada, davaya ilişkin iddianamenin bastan aşağıya yalan ve iftiradan ibaret olduğunu, kendi hayatinin, demeçlerinin ve icraatının bu iddialara bütünüyle bir reddiye teşkil ettiğini belirtmiş ve söyle devam etmiştir:
Türkiye’nin maruz kaldığı ideolojik nitelikteki ve gayri nizami harp metotları ile yürütülen en büyük hıyanet saldırısı karsısında, dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, insan haysiyetine uygun yegane rejim olan hukukun üstünlüğüne dayalı hür demokratik rejimi savunma yolunda her gün birkaç arkadaşımızı hakkin rahmetine tevdi ederek, şehit vererek, meşruiyetten kil payı ayrılmaksızın siyasi bir mücadele verdik."
Alparslan Türkeş, iddianamenin Türk milliyetçiliğini suçlama gayretkeşliğinin bir ürünü olduğunu ve pesin hükümlü, ideolojik bir taassup içinde hazırlandığını belirtmiştir.
Esasta iddianame, milliyetçilik fikrini suçlayıcı bir mahiyet taşıyordu ve 12 Eylül1980 öncesi "sol" dan ve Türkiye aleyhindekilerden nes’et eden milliyetçilik karşıtı fikirlerle paralellik arz eden tezler ihtiva ediyordu. İddianamenin temel hareket noktası, MHP’de tecessüm eden Türk milliyetçiliği fikriyatını, faşizmin ve nasyonal sosyalizmin bir türevi gibi değerlendirme anlayışıydı. Bu hususa işaret eden Türkeş, "Devlet ve millet adına görev ifa eden bir makamda bulunan kişilerin milliyetçilik fikrini suçlamaları, milli birliği sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde tahripkar neticeler doğuracaktır." Değerlendirmesini yapmıştır.
"Sol" ve "sosyalist" cenahta, “12 Eylül’ün "sağcı" bir darbe olduğu, sosyalistlere farklı, milliyetçilere farklı muamele yaptığı yönünde yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Darbeler konusunda "ilkeli" bir tavır oluşturamayan "sol"un, 27 Mayıs 1960 müdahalesine - genellikle - alkış tutarken, 12 Eylül 1980 müdahalesine kem gözle bakmasının ardında yatan esas sebep, 27 Mayıs’ın "ilerici / sol" bir hareket, 12 Eylül’ün "gerici / sağ" bir hareket olduğu değerlendirmesidir. Hatta bazı "sol" yazarlar, 12 Eylül’ün "sagcı"lığını tescil maksadıyla hukuk mantığına ve sekli mantığa temelden aykırı fikirler ileri sürmekten geri durmamışlardır. 12 Eylül sonrası verilen idam cezalarından sosyalistlerin ve milliyetçilerin payına düşenleri kıyaslayan bu yazarlar, sosyalistlerden 18, ülkücülerden 9 kişinin idam edilmesine bakarak, aradaki "dengesizliği" 12 Eylül’ ün sağcılığına yormuşlardır.
Bu tezin ciddi hiçbir dayanağı yoktur. Aksine,12 Eylül hareketi, bir fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğine cephe almıştır. MHP’nin temsil ettiği Türk milliyetçiliğine karsı bu tavrın en bariz göstergesi, Anayasa’daki "milliyetçilik" ilkesinin "Atatürk milliyetçiliği" sekline dönüştürülmesidir. Bununla yapılmak istenen, farklı bir milliyetçilik kavramlaştırılması ile MHP’nin temsil ettiği milliyetçilik anlayışının meşruiyet zeminini yok etmektedir. Gerçekte, Atatürk’ün de bir Türk milliyetçisi olduğu, tartışma götürmez bir husustur