Kim ne derse desin, Milletvekili Seçimleri’nin bir tek galibi var, o da AKP’dir! Evvelâ bunu kabul etmek lâzım…
Sırf 7 Haziran seçimlerini baz / temel olarak alsak dahi AKP reylerini yüzde 7 oranında arttırmıştır, çünkü… Yüzde 7’yi sakın küçük görmeyin, ülke seçim barajı yüzde 10 olduğuna göre neredeyse bir partiye barajı geçirecek kadar bir oy eder, bu… Küçük görmek mümkün mü? İkincisi, Türkiye’de bu kadar uzun süre tek başına iktidar olduktan sonra bile, hâlâ tek başına iktidar olacak kadar rey alan, AKP’den başka parti var mı? Yok… Hiç olmadı… Bunu, yok saymak mümkün mü?
Bu tesbiti yaptıktan sonra devam edelim…
Peki…
Yaptığı / yaptırdığı bunca zulme ve eziyete rağmen seçimi AKP nasıl kazandı?
Yaptığı bunca suistimale rağmen seçimi AKP nasıl kazandı?
Yaptığı / yaptırdığı bunca adaletsizliğe / haksızlığa rağmen seçimi AKP nasıl kazandı?
‘Çözüm Süreci’ diyerek, bölücülüğe bunca tavizler vermesine ve Türkiye’yi bölünme noktasına götürmesine rağmen seçimi AKP nasıl kazandı?
‘Çözüm Süreci’ ve bölücülüğe verilen tavizler konusunda herhalde örnek göstermemi istemezsiniz. Hepsini zaten benden iyi biliyorsunuz… Yaptığı / yaptırdığı zulme, eziyete, suistimale, adaletsizliğe, haksızlığa örnek istiyorsanız, göstereyim…
Benim ve sizin gibi sivil kimselere yapılanları hariç tutsak bile emekli ve muvazzaf subaylara, hâkimlere, savcılara, polislere ve cemaat mensuplarına yapılanlar zulüm ve eziyet değilse nedir, Allah aşkınıza?
17-25 Aralık fezlekelerinde adları geçen bakanlarla yakınlarının yaptıkları / yaptırdıkları suistimal değilse nedir, bana söyler misiniz? Üstelik fezlekelerde adı geçen bu kişiler, eğer iftiraya uğramış idiyseler söyler misiniz, iki seçimde de neden aday gösterilmediler?
Baştan savma ve inandırıcı olmaktan uzak bahaneler ile gazetelere, televizyonlara, bankalara, şirketlere, holdinglere el koymak adaletsizlik ve haksızlık değilse nedir, söyleyin bana? Ben de kabul edeyim…
Gerçekten bu durumda AKP seçimi nasıl kazandı?
Bunun bir tek cevabı var: AKP, SEÇİMİ, SEÇİM KAZANMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLERİ YAPARAK KAZANDI!
Bir defa ‘ben yüzde 42 oy aldım, bu, tek başıma iktidar olmama yetmezse de bu şartlarda yeteri kadar büyük bir oy oranıdır’ demedi, çalıştı – çabaladı, gayret etti… Ne mi yaptı?
İl il bütün aday listelerini yeniden tanzim etti… Kendisine oy getirmeyen adaylarını listeden çıkardı, yerlerine rey getirmesi muhtemel yeni adaylar koydu.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, kendisinden oy koparması muhtemel bütün bağımsız adayları tek tek ziyaret ederek, bir şekilde adaylıktan çekilmelerini sağladı.
Yine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde belli bir oranda oy alması muhtemel HÜDA-PAR’ın seçime girmesini engellemek için ne taviz vermek gerekiyorsa verdi. HÜDA-PAR’ın seçime girmekten vazgeçmesini sağladı.
Sinerji yaratacak, kendisine artı güç katacak kişileri dünya görüşlerinin ve ideolojilerinin ne olduğuna bakmaksızın aday gösterdi; Tuğrul Türkeş, Yaşar Topçu ve benzerleri… Aynı şeyi daha önce de Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş ile yapmıştı.
Azgınlaşan bölücü terörün kendisine rey kaybettirdiği tesbitini yaptığı anda, ‘Çözüm Süreci’ diyerek verdiği tavizlerle iyice azdırdığı / güçlendirdiği / derinleştirdiği bölücü terör örgütü PKK’nın üzerine biran tereddüt etmeksizin gitmeye karar verdi. Asker – polis bütün güvenlik güçleriyle saldırıya geçti… Seçmeni terörle mücadele ettiğine inandırdı.
Ve çok çalıştı, 50’ye yakın il ve ilçede miting yaptı… Onlarca kez televizyonlara çıktı… Kapalı salon toplantılarını saymıyorum, bile… Sahibi bulunduğu veya kontrolüne aldığı büyük medya gücünü kullanarak, seçmenin beynini yıkamayı başardı.
Buna mukabil MUHALEFET PARTİLERİ İSE ÂDETA YATTILAR VE HORUL HORUL UYUDULAR!
Hâlâ “Yahu, M. Metin Kaplan böyle olmamalıydı… AKP kazanmamalıydı… Olmaz” diyorsanız, size, sizin de bildiğiniz dinî / tarihî bir hikâyeyi hatırlatayım.
Hz. Musa ve ilâhlık iddiasında bulunan Firavun halkın huzurunda iddiaya girişirler… Hz. Musa “benim Rabbim Nil Nehri’yle Mısır’a hayat verir” der. Bu söz üzerine Firavun ise “ben istersem Nil’i ters akıtırım” der… Hz. Musa “Haydi, göster öyleyse” deyince, Firavun süre ister… Ertesi gün buluşmak için sözleşirler.
Hz. Musa Yaradan’ın buyruğunu dile getirmenin huzuruyla evine gider ve istirahata çekilir. Firavun’sa sabaha kadar uyumaz ve “Musa’nın Rabbi…” diyerek dua eder.
Sabah, Hz. Musa ile Firavun Nil Nehri’nin önünde buluşurlar ve Nil Nehri Firavun’un söylediği üzere ters akmaya başlar.
Hz. Musa, Yaradan’a yakarır: “Ey Allah’ım… Ben Senin söylemediğin bir şeyi söylemedim. Neden böyle irade buyurdun?”
Ulu ve yüce Allah cevap verir: “Senin söylediğin doğruydu” der, “ama sen uyurken o dua etti. Ben herkesin Rabbiyim, herkesin duasına cevap veririm.”
Tam bu noktada iki ‘şey’i açıklamam lâzım: Bir. Maksadım –keşke benzemeseler- AKP’yi Firavun’a ve –keşke benzeseler- Muhalefeti de Hz. Musa’ya benzetmek değildir… Sadece işin aslına ve hikâyenin ana fikrine dikkat çekmek istedim.
Hikâyenin ana fikri zannımca şudur: ALLAH, haklı ve doğru yolda olsa dahi ÇALIŞMAYANA DEĞİL, haksız ve yanlış yolda olsa dahi ÇALIŞANA VERİR! Ve ALLAH, MÜSLÜMAN MÜŞRİK AYRIMI YAPMAKSIZIN SAMİMÎ / İÇTEN YAPILAN DUALARA İCABET EDER.
İki. Biliyorum, bazı dinciler –biz, dinci değil, dindarız- ile cahiller hikâyeye de hikâyenin ana fikrine de “Olmaz böyle şey! Zındıklık, bu… Allah, bir Peygamber’in duasını kabul etmeyip, bir müşrikin duasını kabul etmez!” diyerek, karşı çıkacaklardır… Bunlara sadece şunu söylemek isterim: Kitaplardan şu iki kavrama bakın; ‘istidrâc’ ve ‘zelle’… Karşı çıkacaksanız, bu kavramların anlamlarını öğrendikten sonra karşı çıkın.
Yok, yok… Siz zahmet etmeyin, kavramların kısaca anlamlarını da ben vermeye çalışayım:
İSTİDRÂC: Zalim, kâfir ve azgın kişilerin tedrîcî olarak / yavaş yavaş / derece derece felâkete yaklaştırılması ve bu esnada kendilerine bazı geçici imkân ve başarıların sağlanmasıdır. İstidrâc sahibi kişiler elde ettikleri başarıları kendi gayretlerinin ürünü zanneder, kibirlenir ve azgınlıklarını alabildiğine arttırırlar, nihayet ilâhî azâba mâruz kalıp yok olurlar.
Bazı hadislerde deccâl için zikredilen hârikulâde yetenek ve imkânlar da istidrâc kabilinden sayılmıştır… Ayrıca bir rivayette, günâhlarına rağmen kişinin istediklerine kavuşmasının da istidrâc olduğu bildirilmektedir… Kur’ân-ı Kerîm’de istidrâc ile anlam yakınlığı içinde bulunan başka kavramlar da vardır. Bunların başlıcaları mekr, keyd, hud‘a ve muhâdaa ile (hile ve tuzak kurmak, hile yapmak, aldatmak) imlâ ve imhâl (mühlet vermek) kavramlarıdır.
ZELLE: Sözlükte “sürçme, sürçüp kayma, yanılma, yanlış, ufak suç, ayrılmak ve uzaklaşmak” demektir. Dinî literatürde ise bu terim daha çok peygamberlerin küçük, çok küçük hataları için kullanılmaktadır.
Bilindiği gibi peygamberler, küçük büyük bütün günâhlardan, her türlü küfür ve şirkten uzaktırlar… Yani ismet sahibidirler… Ve yine peygamberlerin biri kulluk, diğeri de peygamberlik olmak üzere iki vasıfları vardır… Peygamberler, peygamberlik vasıflarında asla ve kata hata etmezler. Çünkü vahyin kontrolündedirler… Kulluk vasıflarında ise kasıt olmaksızın çok küçük, hafif hatalar edebilirler… Ancak onların bu hataları dahi diğer insanlarda görüldüğü gibi çirkin ve yasak olanı işlemeleri şeklinde değil, en faziletli olanı terk etmeleri şeklindedir ki bunlara ‘zelle’ denilmektedir.
İslâm âlimleri zelleyi şu şekilde açıklamışlardır: “Peygamberlerin hata ile veya unutarak yaptıkları kusurları ifade eden bir terimdir.” “Zelle, efdal (en üstün) olanı terk edip, fadıl (üstün) olanı yapmaktır.”
Yani… Naklettiğimiz Hz. Musa ve Firavun hikâyesinde, İslâmiyet’e aykırı hiçbir husus söz konusu değildir!
Ve… Başa dönerek ve de hulâsa olarak söylersek; AKP, SEÇİMİ, SEÇİM KAZANMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLERİ YAPARAK KAZANDI!
Vesselâm.
ÖNEMLİ NOT: ÜLKÜDAŞIM, ÜDG’DEN YAZAR ARKADAŞIM, YURTOĞLU’NDAN EV ARKADAŞIM, UÜ İKTİSADÎ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ’NDEN OKUL ARKADAŞIM VE KARDEŞİM SAYIN YUSUF YILMAZ ARAÇ’IN ELMA BAHÇESİ BAŞLIKLI MUHTEŞEM KİTABI ÇIKTI… KİTAP HAKKINDA ELBETTE YAZACAĞIM, AMA ŞU SEÇİM YAZILARINI SICAĞI SICAĞINA YAZMAM LÂZIM… KARDEŞİM BENİ LÜTFEN BAĞIŞLASIN. M. Metin KAPLAN
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.