Ülkü Uğruna Şehit: Süleyman Özmen
Abdullah Kılavuz 01 Ocak 1970
Aslen Çorum’un Sungurlu ilçesinden olan Süleyman Özmen, 1948 İstanbul doğumludur. Çevresindekiler tarafından muti, sevecen, cana yakın ve vefalı biri olarak tarif edilen Süleyman’ı, Annesi Emine Özmen onu şöyle anlatır: ‘’Oğlum Süleyman yetim büyüdü; ama kendini çok iyi yetiştirdi. Tanıyanlar tarafından çok sevilirdi. İlkokulu bitirmeden Kur’an’ı hatmetmişti. Akşam karanlık çökmeden evde olurdu. Derslerini yapar, dizimin dibinde güzel sesi ile Kur’an okurdu.’’
Manevi değerlerine sıkıca bağlı olan Özmen, boylu poslu, yakışıklı bir delikanlıydı. Prof.Dr.Turan Güven’in bir yazısında, Sultanahmet Camii’nde kıldıkları bir cuma namazı öncesi, Gönenli Mehmet Efendi’nin hutbesinde Özmen’in ağladığını anlatarak ondaki manevi derinliğe olan hayranlığını belirtir.
Aynı zamanda bir İstanbul aşığı olan Sultanahmet’li Süleyman’ın yolu, üniversite tahsili vesilesi ile 1966 yılında Ankara’ya düşer. Ankara Üniversitesi Ziraat Faültesi’ni kazanan Özmen, anasından aldığı helallikle ve arkasından gelen dualarla çıkar İstanbul’dan. Henüz 18 yaşında tanıştığı gurbet hayatı, çok sevdiği arkadaşları ve okumaya olan düşkünlüğü sayesinde adeta cennete döner. Lâkin Süleyman için güzel günler çabuk geçer, Ankara o eski güzelliğini kaybeder. 1968 yılının bahar aylarında öğrenci hareketlerinin başlaması ile üniversite yılları, bir çok milliyetçi genç gibi, Özmen’in üzerine de bir karabulut gibi çöker.
Yurt baskınları, fakülte işgalleri, boykotlar, sokak ortasında maruz kalınan yaylım ateşleri, işkence odaları, enginizasyon misali kurulan halk mahkemeleri, bombalamalar, dayak, zindan ve ölüm, hayatın sıradan bir parçası haline gelir; vatanını milletini seven gençliğin karşısına kendini sosyalist diye adlandıran Çin Komünizmi’nin paralı uşakları- Rus Çar’larının yerli işbirlikçileri çıkar ve bu gençlerin okuma, barınma ve hatta yaşama haklarını gasp etmeye başlar.
Yıl 1970… Süleyman ve arkadaşları her türlü olumsuzluğa rağmen üniversite yurtlarında barınmaya devam eder. Bir gece yurtların arasında ki meydanda komünist militanların milliyetçi bir genci sıkıştırdığını gören Süleyman, hiç tereddüt etmeden olaya müdahil olur ve arkadaşını kurtarır. Bu olayın Süleyman’ın başına dert açacağından endişelenen dört arkadaşı, kısa bir süre sonra Süleyman’ı da yanlarına alarak yurttan ayrılır ve eski Ziraat Mahallesi’nde yeni bir binanın dördüncü katına taşınır. Anarşinin kol gezdiği, Allahsız – devletsiz bir düzenin kurulmaya çalışıldığı günlerde, göğsünü bu hayasızca akına siper eden bir avuç genç, yeni taşındıkları evlerinde 17 Mart gecesi, ertesi gün Muharrem orucu tutmak için sahura kalkarlar. Şiddetle çalan kapıyı hayır olması duasıyla açan bu genç yürekler, Yüksek Öğretmen Okulu’nda ülkücü arkadaşlarının komünist militanlar tarafından muhasara altında tutulduğunu öğrenir öğrenmez toparlanıp yola koyulur. Tarihi Türk Ocağı binası önünde yapılan bir toplantı neticesinde içinde Süleyman’ın da bulunduğu yaklaşık 300 ülkücü öğrenci, mahsur arkadaşlarını kurtarmak için yola koyulur. Yanlarında bir toplu iğne dahi bulunmayan bu gençlerden Özmen, polislerin gözü önünde, kızıl kurşunlar tarafından sırtından vurulur ve yetmezmiş gibi kız yurdundan atılan taşlardan biri suratına isabet edip onu ağır yaralar.
Numune Hastanesi’ne kaldırılan Süleyman, beş günlük hayat mücadelesinin ardından ülküdaşlarının kapısı önünden ayrılmadığı hastahane odasında, 23 Mart’ta, pazarı pazartesiye bağlayan gecenin sabahında, 22 yaşında, hayatının baharında ulaşır şehitlik mertebesine. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun tabiri ile ‘’Büyük Turan Ülkücüsü Süleyman Özmen’’, arkadaşlarını kurtarmaya gider iken, fakülte kantininde bulduğu birkaç çekirdeksiz üzümle yaptığı sahurun ardından niyetlendiği orucunu, 5 gün sonra, yedi kat göklerden gelen şehadet şerbeti ile açar.
Özmen’in vefatının ardından Ziraat Fakültesi’nde büyük bir tören yapılır. Açılış konuşmasını yapan Ziraat Fakültesi Dekanı Şehabettin Elçi’nin ardından MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer bir konuşma yapar. Taşer’in:” Süleyman hayatının başındaydı. Ne kapitalist ne burujuvaydı. Hepimiz için öldü. Süleyman sizlersiniz. Süleyman yaşayacaktır’’ diyerek sonlandırdığı konuşmasının ardından kürsüye gelen Ülkü Ocakları Birliği Genel Başkanı İbrahim Doğan, konuşmasında adeta yemin eder gibi ‘’Bu topraklar boyanmadıkça kana, bu kılıçlar girmeyecektir kına’’ der. Sonrasında büyük bir kalabalığın (kimilerine göre bir kilometreyi geçen bir kortejin) omuzlarında Hacı Bayram Camii’ne getirilen Özmen’in, cenaze namazı kılınır ve onlarca ülkücünün refakatinde İstanbul’a uğurlanır. Gece 23:30 sularında İstanbul’a ulaşan Özmen’in tabutu kendisi için hazırlanan yere konulur. Sabaha kadar tabutun başında ülüdaşları nöbet tutarken diğer taraftan Yüksek İslam Ensitütülü öğrenciler Kur’an-ı Kerim okur. İstanbul’da da gerçekleştirilen çeşitli törenlerin ardından Eyyüp Sultan mezarlığına defnedilen Özmen, böylece Türk-İslam Ülkücüleri’nin kutlu şehitleri arasında ilk sıralarda yerini alır.
Galip Erdem’in arkasından yazdığı yazının girişi ise, sağlığında herkesin muhabbet ve sevgi beslediği Özmen’in şehadetinin dahi ne kadar farklı olduğunu gösterir cinstendir: ‘’Süleyman Özmen kardeşimizi, ‘Bir gül bahçesine girercesine şu kara toprağa’ girdiği günün akşamı Dündar Taşer ağabeyimizle konuşuyorduk. Dedi ki: ‘Ne kadar üzülürsem üzüleyim ağlamak adetim değildir. Hatta annemin ölümüne bile ağlamadım. Ama bu çocuğun gidişi ağlattı beni. Törendeki konuşmamda ne dediğimi hatırlamıyorum.’ Taşer hepimizin duygularını dile getirmiştir.’’
Sonrasında binlerce tabutunu al bayrağa sarıp, yüreğine gömen Ülkücü Hareket, Süleyman Özmen’in şehadetini ise üzerinden geçen 42 seneye rağmen hala ayrı bir iç burukluğu ve hüzünle hatırlar.
‘’O, bu aziz milleti canından çok sevdiği için öldü. O, uyuyan ruhları uyandırmak, görmeyen gözlere gerçekleri göstermek için öldü…’’
Aziz şehidim, sen rahat uyu. Emanetin şerefimizdir!
‘’Senin baş ucunda taş, bizim gözümüzde yaş
Sen borcunu ödedin, sıra bizde ülküdaş!’’