« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Mar

2016

Zaman Baskını: Demokrasinin Neresindeyiz?

SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970

Ulusal basında ilgi düşük olsa da, dünya medyası Zaman gazetesine polis baskınını geniş haberlerle duyurdu.

BBC, ‘son dakika’ olarak, acil geçtiği haberinde “Türk polisi, gazeteyi devlet kontrolü altına verdikten birkaç saat sonra muhalif gazetenin ofislerini bastı” dedi. Dikkat eder misiniz, “bağımsız kayyum”dan ziyade “devlet kontrolü” ifadesini kullanıyor.

New York Times, Financial Times ve Washington Post gibi diğer saygın medya kuruluşları da olayı “Türk medyasının susturulması” olarak sundular.

Uluslararası insan hakları ve medya kuruluşları, yaşananları “Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüne son darbe” olarak verdi.

Yani, içeride hangi gerekçe üretilirse üretilsin dünya durumun farkında; kim muhalefet ederse başına bir kayyım atanıyor ve o medya kuruluşu ya batırılıyor ya da hükümet yanlısı olarak yoluna devam ettiriliyor…

Başka bir deyişle, yaşananların ‘terörle’, ‘ihanetle’ veya ‘casuslukla’ zerre ilgisi yok…

Tüm mesele muhalif seslerin kısılması…

Bu nedenle bir sonraki kayyım atanacak yerin Sözcü, Cumhuriyet, Fox veya Doğangrubu olabileceği konuşuluyor…

Bu nedenle kurban bazen Can Dündar oluyor bazense Gültekin Avcı…

Konuşan, itiraz eden, muhalefet eden kim olursa olsun, önce ‘terör örgütü üyeliğiyle’, ‘terörü övmekle’, ‘paralel olmakla’ veya ‘casus olmakla’ suçlanıyor...

Etiketi yiyen yalnızlaştırılıyor. "Ben hain değilim, paralel değilim, casus değilim" dese ne fayda... En yakın arkadaşları bile ona destek vermekte zorlanıyor...

“Acaba başıma bir şey gelir mi?” korkusu heryerde.

İnsanlar muhalif kişilerin attığı sosyal medya mesajlarını paylaşmaktan bile korkuyor.

Herkes korktuğu için, muhalif kaleler birer birer düşüyor…

Herkesin ortak korkusu Cem Küçük’ün veya benzeri bir ismin diline düşmek, onların adeta “infaz listesi”ne girmek…

Çünkü önce bu kişiler hedefleri telaffuz ediyor, yargıya hedef gösteriyor. Ardından şahsın veya kurumun ipi çekiliyor.

İnfazdan hemen önce Fuat Avni, kurbanın adını ve infazın nasıl gerçekleşeceğini yazıyor ve ‘her şeye hazır toplum’ yaşananları sineye çekiyor…

Şu ana kadar 15’den fazla televizyon kanalı ve radyo susturuldu… Çok sayıda gazeteci işten atıldı veya programı sonlandırıldı. En son kurbanlar CNN Türk’tenTaha Akyol ve Mirgün Cabas…

Aynı şekilde onlarca akademisyen işinden olurken, yüzlerce akademisyen hakkında soruşturmalar devam ediyor…

Bir üniversitede dersin ortasında bir öğrenci 155’i aradı ve öğretim elemanını polise ihbar etti; “benim hocam burada bölücülük yapıyor, gelin onu içeri alın” dedi. Ve o ders 10-15 dakika sonra polislerce basıldı, öğretim görevlisi gözaltına alındı; odası ve evi arandı. Düşünebiliyor musunuz, bu akademi nasıl ağzını açsın, ne anlatsın…

Cumhurbaşkanına hakaretten yargılan kişi sayısının ise 2 bine yaklaştığı söyleniyor ve sayı daha da yükseliyor… En son bir TIR şoförü karısı televizyonda gördüğü Cumhurbaşkanına hakaret etti diye karısının ses kaydını aldı ve suç duyurusunda bulundu. Romancılar, gazeteciler, lise öğrencileri, yazarlar ve daha niceleri aynı sözde suçtan yargılanıyor. En ufak bir eleştiri ‘hakaret’ sayılıyor ve insanlar kendilerini mahkeme salonlarında buluyorlar…

***

Yaşananları tasvip etmem elbette mümkün değil…

İster Cumhuriyet gazetesi olsun, isterse Zaman gazetesi, gazeteler güçlü bir şekilde seslerini duyurabilmelidirler.

Medya kuruluşları toplumun vicdanıdır, dilidir, iletişim kanallarıdır. Onları susturmak demek, ağızlara birer bant çekmektir. Bu nedenle kim olursa olsun herkesin konuşabilmesi gerektiğini savunurum.

Hükümet, bir cemaatle veya bir siyasi grupla anlaşmazlığa düşebilir. Ona karşı adeta savaş da ilan edebilir. Ancak hiçbir rekabet basının susturulması, ifade özgürlüğünün sonlandırılmasını meşrulaştıramaz.

Liberal Demokrasi’nin gereği herkesin düşüncelerini açıkça, korkmadan ifade edebilmesidir.

İnsanların konuşamadığı bir ülkede demokrasiden bahsedemeyiz.

Daha da önemlisi öyle bir ülkede yöneticiler de doğruyu bulamazlar. Tam aksine, yöneticileri kuşatan dalkavuklar medyası hataları kutsallaştırır ve ülkeleri felaketlere sürükler.

İnsanların konuşamadıkları bir ortamda başka bir sorun ise biriken, sıkışan toplumsal gerilimdir.

Hiçbir ülke böylesine bir gerilime uzun süre dayanamaz.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 116260

ulkucudunya@ulkucudunya.com