« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Nis

2016

Eklektik dindara liberal protez

KENAN ÇAMURCU 01 Ocak 1970

İslamî ilimler içinde kelam ilmi, itikadî ve felsefî sorunlara dair tartışmaların alanıdır. Şii havzada kelam ilmi yaşatıldığı, hatta “yeni kelam” adı altında güncellediğinden, Şii dünyanın âlim ve aydınları modern felsefi ve fikri sorunları dinî alan içinde ele almayı sürdürebiliyor. Sünni âlemde ise kelam ilmi hâlâ 8-10 yüzyıl önceki tartışmalarla meşgul anakronik patinaj sahası. O yüzden Sünni âlim ve aydınlar, -Şii birikime vakıf olanları hariç- ancak seküler bir zihin ve dille modern dünyanın meselelerini tartışabiliyor.

Mesela modernlik bahsinin konuları, Sünni potada, batıda yapılan tartışmaların ya tercümesi olduğu ya da onların yöntemini izlediğinden postmodernite edebiyatına katkıdan öteye hiç geçemedi. Klasik mollaların zaten tartışmaya vukufiyeti yok. Gerçekliği yoksayıp vaziyeti kurtarma çabasındalar. Böylece sorunun ortadan kalktığını varsayıyorlar. Selefilerin, İslam'ın ilk çağında yaşanmamış yeni meselelerle yüzleşmeyi reddetmesi gibi. Bu bakışaçısına “zâhirilik” de deniyor. Yani rivayetin zâhirinde gördüklerini ve ondan anladıklarını hüküm kabul ediyorlar. Selefiliğin buradan türemesinin sebebi, zâhiriliğin bariz isimlerinin ya İbn Teymiye'nin talebesi, ya da İbn Teymiyyeci olmaları. Sünni değiller yani. 1800'lere kadarki Osmanlı köylüsü gibi giyinmeyi dinî vecibe zannedip saplantı haline getirmesiyle meşhur kimi tarikatlar, hadis usülündeki karacehaletleri yüzünden bilfiil İbn Teymiyeci ve selefidir. Üstelik İbn Teymiyye'yi de reddederler.

İbn Teymiyecilik, selefilik, vahhabilik hep aynı fikrî fosilliğin tezahürleri. Selefi mezhepçilerin Şia düşmanlığı ise Şii birikimin, Sünni bedeni ele geçirmelerine engel olan antijen oluşturması nedeniyledir. Şia ulemasının tarih, hadis ve tefsir tahkikleri, sadece Şiilik açısından değil Sünnilik namına da selefi mikroplarla savaşıyor. Yahut enfeksiyona yakalanmış bedende antidot gibi. Şiilerin, selefiliğin gövdeyi ele geçirmesini tespitte kullandığı gelişmiş keşif yöntemleri var. Adeta uzaylıların bedeni ele geçirmesini tespit düzeyinde futurizmle idrak edilebilecek yetkinlikte yöntemler. Mezhepçi, tekfirci, selefi irticanın Şia'ya kızgınlığının özü, Şiiliğin, onun sahte Sünniliğini Sünni kaynaklarla deşifre etmesidir.

İbn Teymiyeci mezhepçiler, Şia'dan, onun fıkhı dolayısıyla nefret etmiyor. Fıkıh dediğin, Oniki İmam'ın altıncısı İmam Cafer Sadık'ın (vefatı 765) tedvin/kodifike ettiği fıkıh. Aslında ihya demek daha doğru. Çünkü fıkhın ölmeye yüz tuttuğu bir sırada onu canlandırdığı söylenir. Bu fıkıh, Ebu Hanife'den tutun Malik'e ve başkalarına kadar büyük farklılıklar göstermiyor. Dolayısıyla selefinin asıl öfke, nefret ve tepkisi Şia'nın tarih usülü ve metodolojisinedir. Farklı okuma biçiminin onların dinî meşruiyetini sarsmasına tepkililer.

Fıkıhta içtihadın dondurulması ve kelamda dinamiğin kaybedilmesiyle Sünnilik sentetik ve eklektik taarruzlara açık hale geldi. Osmanlı medresesinde temelsiz ve dayanaksız haram ilan edilen telfik-i mezahib (farklı İslam mezheplerinden çözüm arama) olmasın diye batıdan laik kanunlar dahi ithal edildiği belirtilir. Bu, içtihad kapısını kapalı tutmayı nas seviyesinde kabul etmiş Osmanlı Sünniliğinin trajedisi kuşkusuz. O kapı kapalı tutulduğu için bu diyarda sorunlar hâlâ dinî havzada tartışılamıyor. Yahut yine aynı nedenle eklektik dinî düşünce veya dindarlık kaçınılmaz hale geliyor. İktidardaki muhafazakarlık da aynı sebeple toplama, derleme, lego, demonte dinî anlayışın ürünü.

Kendi kültüründen, kaynaklarından ve metodolojisinden özgün, yerli, yeni tefekkür ve tasavvur üretemeyen dindarın, -antikomünist de olunca- tek çaresi liberalliği imdada çağırmak oluyor. İkibinlere damgasını vuran “liberal Müslümanlık” denilen şey, eklektik dindarlığının öyküsüdür aslında. Yahut sekülerleşmiş bir dindarlık macerasıdır. Hele de yüksek dozda “kemalizme ve vesayete karşı mücadele” narkozu alınca bizim muhafazakarın liberalliğe büsbütün teslim olmasından başka seçenek kalmadı. Demokrasi olacaksa liberalinden olmalıydı. Bunu da en iyi liberaller bilirdi.

Erdoğan karşıtı liberallere bugünlerde “demokrasinin Türkiye sorunu” dedirten şey, esas itibariyle muhafazakarın da râm olduğu, liberal demokrasiyi yegane tasavvur bilme prangası. Oysa dünyanın liberal demokrasi sorunu yanında Türkiye'deki durum pek bir hafif kalır.

Kaçınılmaz gerçek şu ki, eski İslamcı, yeni devrimci dindar, bizim gibi reformcuların laisist radikalizmin kemalist veya liberal kollarıyla yatay çelişkisi tüccar siyasetle olandan çok daha fazla. Zira tüccar siyaset ve onun muhafazakarlık kimliği, hakiki ve sahici tartışmayı yapabileceğimiz bir zemin. Karşıtların laisist radikalizmi ile tartışma bile yapamıyoruz. Bunu 2002 iktidarına kadar geçen sürede öğrendik. Üstelik laisist radikalizm, sahici tartışmanın ötelenmesine yolaçan bir yapay çelişki, hatta dikotomi yaratıp plasebo etkisine de sebep oluyor.

İran'da Şah zamanında İslamcılar laik diktatörlükle neyi tartışabilirdi? Ama şimdiki rejimde, katı vesayetçi hal ve tavırlarına rağmen İslam felsefesi ve kelamının en verimli tartışmalarından mülhem yaratıcı üretkenlik doludizgin ilerliyor.

Müslümanlar, batının uydusu olup kültür ve ideolojisini içselleştirerek küresel birikime hiçbir katkı yapamaz. Bilakis modernliğin ve onun demokrasisinin kendisini onarmasını sağlayacak eleştiri ve alternatiflerle gerçek bir katkı sunabilir.

Kemalist veya liberal laisistler (bu gruba kimi sosyalistler de katıldı) tüccar siyasete ve onun muhafazakar kelam disiplinine, İslam'ın başka manalarını hesaba katarak itiraz etmiyor, toptan yoksayarak ve yoketmek isteyerek bakıyor. Görünen açık gerçek şu ki, bu muhitler için mevzu, Müslümanlık içinde tüccar siyaset ve onun muhafazakar kimliğinin doğmasıyla yaşanan sorunlar değil. Fransız aydınlanmacıları gibiler. Din konu olduğunda en iyi kültür ölü olandır.

AK Parti iktidarında hiç olmazsa muhafazakarlık ve liberal demokrasi tartışmasıyla yol alabiliyoruz. Karşıtlar “kahrolsun şeriat”a dönme heveslisi. Bize “kalsın dostum” demekten başka çare bırakmıyorlar.

Adlandırmayı cesaretle ve dürüstçe yapmak lazım: Seçmen çoğunluğu, batıcı/batılılaşmacı liberal demokrasi taraftarlarına, kemalistlere, ulusalcılara, Türk ve Kürt milliyetçilerine iktidar vermiyor. İktidar gücünü onüç senedir her defasında tüccar siyasetin muhafazakarlarına armağan ediyor.

Kemalist aydınlanmacı da, liberal aydınlanmacı da Avrupacı. Biri gülümsediği, öteki somurttuğu için mi taraf tutmalıyız? Batııclık bahsinde elimizde bir Kemalist veya liberal aydınlanmacı (frankofonizm) seçenek var, bir de anglosaksonizm. Muhafazakarlıksa üçün biri. Muhafazakar akıl, II. Abdulhamit modernleşmeciliğine “eh” demiş liberal aydınlanmacıya yancılıktan başka ne yaptı şimdiye dek? Liberal-muhafazakar kırması AK Partili hibritlerin altı üstüne gelmiş veya içi dışına çıkmış muharref dindarlığına örnek sıralamaya kalksak sayfalar yetmez.

Liberal aydınlanmacıların “AKP gövde, biz beyniz” dedikleri zamanları hatırlayın. Partinin iktidar üreten tüm varlığını gövde sayıp kendilerine beyinliği yakıştıranların şimdi doğrudan Erdoğan'ı hedef alarak iktidarı düşürmeye kilitlenmeleri partinin siyasi desteğini oluşturan ve üreten ilk birkaç halkasında vicdan sorgulamasına yolaçmıyor. Çünkü mevzunun, kendileri kadar karşıtları için de iktidarı ele geçirme ve elde tutmayla ilgili olduğunu biliyorlar. Göle 80'lerdeki İslamcıların devletin sınırlarını tartıştığını söyledi. Doğru, ama bunu asla liberal demokrasinin menfaatine yapmadılar.

AK Parti muhiti gibi, Gülen cemaatinin kollektif aklını da, onları Kemalist aydınlanmacılıkla korkutan liberal aydınlanmacılık zıvanadan çıkarttı. Bu toprakların tarih ve tecrübesini bir kenara atıp AB'ye uyum için radikal dönüşüm ve başkalaşma öneren batılılaşmacı liberal ile aynı radikal dönüşüm ve başkalaşmayı seksen sene dayatmış batılılaşmacı kemalist arasında ne fark var oysa?

Neden ikiyüz yıllık liberal demokrasiden başkasını gözümüz görmüyor da bin yıllık entelektüel mirastan yepyeni bir şey bulma çabamız yok? Sosyal demokratların da, sosyalistlerin de, liberal aydınlanmacıların bu ülkeye batılılaşmacılıktan başka önerdiği nedir? Bir zamanlar muhafazakar iktidarı yere göğe sığdıramayan liberallerin, iktidarın batılılaşmacı AB rotasında kalmasına muhafızlık ve zabıtalıktan başka herhangi bir rolleri ve hiçbir entelektüel katkıları var mı?

Liberal aydınlanmacının “demokratikleşebilmek için kültürel değişim” formülü, batıcılığın en temel ilkesi değil mi? Medeniyeti İslam kuracak ama daha test sürüşünü tamamlamamış liberal demokrasi dümene geçip İslam'ı arka koltuğa atacak. Buna boyun eğmemiz bekleniyor.

Bu medeniyet havzasının sakinleri, yüz yıllık liberal demokrasi acemiliğine, kendisini Müslüman milletlere savaşla, kanla, işgalle dayatan bu ideolojiye teslim mi olsun? Muhafazakar iktidarımızın siyasi macerası işte bundan ibarettir. Muhafazakarların liberal gemide köle ambarındaki hallerini rahmetli Malcolm X güzel tarif etmişti: Efendinin bir derdi olsa “derdimiz” der!

Liberal demokrasi ve içimizdeki hoparlörleri için dindar sadece sosyolojik hakikat olarak var. İlkesel olarak dini ve dindarlığı var kabul etmiyor. Dinî hak diye bir şey tanımak istemiyor mesela. Bütün hak talepleri seküler demokratik zeminde ifade edilmeli ki meşru olsun. Kemalist aydınlanmacılıkta olduğu gibi liberal aydınlanmacılıkta da dinî hayat, toplumsal hayatın ancak folklorik öğesi olabilir. Kemalist, modernleşmeci ideale bağlılığını başörtüsünü yasaklayarak, liberal ise yasağa karşı çıkmayı sekülerleştirerek gösteriyor, hepsi bu.

Demonte, derleme, toplama, eklektik cevherli liberal dindarlık, liberalliği yeryüzünün düzeni, İslam'ı ise metafizik alanın sorumlusu yapıyor. Böyle yapmasa zaten ikisi arasında çatışmadan geçilmez. “Liberal Müslüman” denilen şey, “Hıristiyan Müslüman” gibi bir şey aslında. İdeoloji ile eklektik alaşım oluyor da ilahiyatla niye olmasın? 28 Şubat'ın psikolojik harp suçlusu bir zâtın, camilere sıra konması talebindeki aşı niyetiyle liberal aşı arasında ne fark var? Halbuki İslam metafizik inanç değildir, fizik alanın ta kendisidir. O nedenle İslam'ı aşılarla terbiye etmek, onu çürütecek eklektisizmden medet ummaktır.

Eklektik dindarlık, protezli Müslümanlıktır. Protez asli uzuv olmadığı için ortada bedensel ve zihinsel bütünlük yok. Muhafazakar-liberal kırması hibrit zihin şizofrenik.

İktidarı asıl sahibine, yani millete devretmenin yöntemlerini keşfetme çağrılarına “totaliter arayışlar” diyen liberaller bile çıktı bu memlekette. İktidarı sahibine devretmenin yolu, kapitalist iktisat ve batı tipi modernleşmeyi dayatan demokrasiyi çözüm görmemekten geçtiği için “totaliter” deyip ön alıyorlar. Batı tipi demokrasinin sermaye ve iktidar tekelini kurumsallaştıran modeline “cemahiriye” itirazını keşke akıl hastası diktatör Kazzafi yapmamış olaydı. Bu kıymetli çıkış yolunun itibarına halel getirdi.

Muhafazakarların bir zamanlar baştacı etttiği liberalin biri, “şükür ki Müslümanlar dinlerinden siyasi model çıkarmaya çalışmıyor, liberal demokraside dinlerini yaşamak istiyor” yazabildi ve eklektik dindarın dünyasında bu laf kıyamet koparmadı. Liberal protezle ayakta durabilen eklektik dindarlık ancak batı tipi modernleşme rahminde üreyebilir. Nebevi İslam'a benzememesi bundan zaten.

İslam, liberal eklektik dindar için de, muhafazakar için de, kemalist için de araçsal-dünyeviliği ölçüsünde değer görüyor. Eskiden kemalist aydınlanmacıya karşı dini savunurduk, şimdi muhafazakar/liberal aydınlanmacıya karşı savunuyoruz.

Ne yalan söyleyeyim, ikinci dünya savaşından bu yana çıkardığı savaşlarda iki dünya savaşı kadar insan öldürmüş liberal aydınlanmacılık ideolojisi ve onun demokrasisinin uygarlık projesi olduğunu savunanların “ya rabbi şükür” demelerini sağlayasım var.

Ziyaret -> Toplam : 125,37 M - Bugn : 134967

ulkucudunya@ulkucudunya.com