Himmet parası ve rüşvet parası
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Himmet suç oldu… Sürekli hayırseverlere baskınlar düzenleniyor. Türkiye'nin gözbebeği haline gelmiş eğitim kurumlarına kayyım atanıyor. Öyle iddialar var ki akla ziyan. Son soruşturma, “FETÖ'ye finansal destek sağladığı” söylenen 13 bin 600 kişi ile ilgili. Bunlardan 1854'ü, 17-25 Aralık sonrasında da yardım etmeyi sürdürmüş. Onlar -Havuz medyasında yazılanlara bakılırsa- okkanın altında.
O kadar mantık dışı bir zemin yaratıldı ki, her kelimenin anlamı değiştirildi. Gerçek hayırseverler, “terör örgütü finansörü” ilân edilirken rüşvetçi Rıza, bizzat dönemin başbakanı tarafından “hayırsever iş adamı” diye nitelendirildi ve hakkındaki takipsizlik kararı “Hak yerini buldu” şeklinde değerlendirildi.
“FETÖ” diyorlar… Fethullahçı Terör Örgütü… Ortada ne silâh mevcut, ne bir şiddet eylemi. Buna inanmamızı bekliyorlar.
Gülen Cemaati, sosyal amaçları olan bir yapı. Elbette para toplayacak. Bu paralarla, fakirlere katkıda bulunuyor; okul yaptırıyor; eğitim kurumlarının ihtiyaçlarını karşılıyor. Kültürler arası diyalog ile İslâm'ın korkulacak bir din olmadığını göstermeye çabalıyor. Sevgi ve dostluk ilişkilerini geliştiriyor. İş adamlarının yurt dışına açılmasını sağlıyor. Dünyanın en ücra köşelerinde Müslümanlığın ve Türk'ün güler yüzünün, tatlı dilinin görülmesine, sesinin duyulmasına vesile oluyor.
Tutuyorsunuz bütün bu faaliyetlere “terör” damgası yapıştırıyorsunuz. Sonra da, onlara destek olanları “teröre destek verdiler” diye suçluyorsunuz.
***
17-25 Aralık, düpedüz bir yolsuzluk operasyonuydu. Buna “darbe” dediniz. “Sorumlular hesap versin” çağrısında bulunanları da “darbeci” ilân ettiniz. Ortada açık seçik bir yolsuzluk olduğuna göre, soruşturmayı yürüten savcı ve polis ne yapmalıydı? Ucu hükümete uzanıyor diye, pisliğin üzerini mi örtmeliydi? O zaman darbeye iştirak etmemiş ve meşru zeminde mi kalmış sayılacaktı?
Bütün kavramlar ters yüz edildi. Suç işleyenin yakasına yapışmak yerine, suçu takip edenler cezalandırıldı. Üstelik, ceza hukukunun gerektirdiği somut ilişkiler delillendirilmeden, polisler, savcılar, hâkimler topyekûn “Cemaatçi” ilân edildi. Sadece yolsuzluk operasyonuyla da sınırlı kalmadı bu iddialar. MİT TIR'larına, Balyoz ve Ergenekon davalarına da sirayet ettirildi. Hesaba göre, Balyoz ve Ergenekon'u yargılayan 10'uncu ve 13'üncü Özel Yetkili mahkemelerin hâkimleri, “Cemaatçi”ydi.
Kaç kere yazdım, bu hâkimleri “Kemalist” diye nitelendirilen eski HSYK atadı. Üstelik mesleğe giriş tarihleri ve terfileri de çok eskilere dayanıyor. Balyoz kararını Yargıtay 9. Ceza Dairesi de onadı. Kararı tasdik eden Yargıtay üyeleri de mi Cemaatçiydi? Mesleğe yıllarca önce girmiş, liyakatleri sebebiyle o makama kadar yükselmiş kişiler söz konusuydu. Belli mekanizmalardan geçerek elenmişler ve seçimle Yargıtay üyeliğine gelmişlerdi.
***
Ama zaten cadı avı böyle bir şey… İnsanları yaftalayacaksınız, şeytanlaştıracaksınız; hiçbir delil olmadan suçlu ilân edeceksiniz… Türkiye'de kolayca alıcı da buluyorsunuz. Kimi, sürünün içinde olduğu için aklını kullanmaya gerek duymadan her iddiayı kabulleniyor. Kimi, dini tehdit gibi gördüğü için, zaten bütün cemaatlere düşman. Kiminin Ergenekon veya Balyoz'dan kalma bir kuyruk acısı var. Kimi de, korkudan, iktidar ona ilişmesin diye, her fırsatta Cemaat'e vurup, kendini Tayyip Erdoğan'ın gözünde “meşrulaştırıyor.”
Bugün olmasa bile yarın, McCarthycilik yapanların ipliği pazara çıkacak. Bu dönem mutlaka yazılacak. Secde eden iş adamlarıyla, menfaat peşinde koşan gazetecileriyle, korkup sinen, pes eden ya da sürünün onursuz bir parçası olmayı kabul edenlerle bugünlerin hikâyesi anlatılacak… Herkes yüz kızartıcı tablodan payına düşeni alacak.
Çok şükür, zalimlerin yanında değil, mazlumlarla beraber oldum. Çok şükür, faşizmin ayak seslerini duyabilecek, Türkiye'nin nasıl bir kapana sıkıştırılmak istendiğini görebilecek feraset ve sağduyuya sahibim. Himmeti suç gibi gösterenlerle, şiddet ve silâh yokken, bir cemaati terör örgütü ilân edenlerle birlikte değilim.
Ben, himmetin peşine düşmek yerine, gemiciklerin peşine düşülmesinden yanayım. Maşallah siyaset adamlarımızın mahdumları, milyonlarca dolarlık filo sahibi oldular. Arkadaş! Bu değirmenin suyu nereden geliyor hiç merak etmiyor musunuz?
Ve son bir soru: Himmet demişken… Asıl Suudi Arabistan Kralı'nın TÜRGEV'e 100 milyon dolarlık bağış yaptığı niçin araştırılmadı? Kral hazretleri, neyin karşılığında, hangi beklenti içinde böyle büyük bir para yardımında bulundular?
*****
SÜLEYMAN ŞAH
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Süleyman Şah Türbesi'nin tekrar Eşme'den eski yerine, Karakozak köyüne taşınabileceğini açıkladı. Bu açıklama üzerine birçok Twitter hesabı komik yorumlarda bulundu:
-Süleyman Şah türbesi en son Sirkeci civarında görüldü.”
-Süleyman Şah'ın ağzından: Hayattayken hiç bu kadar seyahat etmemiştim.”
İlk taşınmada operasyonun adına “Şah Fırat” demişlerdi. Şimdi tersine bir gidiş söz konusu olacağına göre, bence yeni operasyonun adı hazır: “Fırat Şah”
*****
VAY PARALEL VAY
Şike operasyonunu yapanlar, ya da yazanlar “kumpasçı” ve “örgüt üyesi” iddiasıyla gözaltına alındı. Ortada bir iddia varken, bunun hakkında yazmak ya da yorum yapmak suç mu sayılıyor? Eğer gerçekten tutuklanan gazeteciler “Şike” diyerek “FETÖ” örgütüne hizmet ettilerse, Şamil Tayyar'a ne demeli? Acaba Tayyar da onların lideri miydi? Zira, Şike'den ağır ceza alanları kurtarmak için TBMM yasa çıkarırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e çok anlamlı bir mektup yazmıştı: “Meclis olarak spordaki Ergenekon'a, İstanbul dükalığına ve spor mafyasına yenik düştük. Maç oynanırken kural değişmez dedik ama, kural değiştirmeye kalkarak, Şike operasyonuna müdahale ettik. Ama siz, son dakikada vereceğiniz bir kararla sonucu değiştirebilirsiniz. Hukukun evrensel ilkeleri ve toplumun hassasiyetlerini dikkate alacağınızı umuyorum.”
Şamil Tayyar “Bu yasayı imzalamayın” telkininde bulunuyordu Cumhurbaşkanı'na. Vay paralel vay!!! Demek koskoca Cumhurbaşkanı'nı da suça ortak etmeye çalışıyordun.