Dindarlığın ölçüsü ve Hukuk
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Güç kullanmanın meşru yolu Hukuk’tur. Hukuk’tan kastım, hiçbir muktedir kişinin, halk çoğunluğuna dayanan iktidarların, yasama yetkisini eline geçirmiş bir meclisin veya gayri şahsi bir aygıt olan devletin ana çerçevesini değiştiremeyeceği, değiştirmeye kalkıştığında cürüm işlemiş sayılacağı Hukuk’tur. Hukuk; Hak ve Hakikat gibi gerçek ve tüzel şahısların üstündedir, onları aşan bir kaynaktan neş’et eder. İlmi ve takvasıyla öne çıkan bilginlerin söz konusu Hukuk’la ilgili bulunabilecekleri yegane işlem makbul ve muteber bir usûl takip ederek ve referanslarını onun nasslarına vererek zaman içinde değişen toplumların ihtiyaçlarına cevap vermek üzere yorum ve tefsirlerde, kısaca içtihatlarda bulunmaktır.
Bu temel ilkeye riayet edilmediği takdirde ortaya çıkacak olan durum şudur: Gücü elinde bulunduran muktedir –ki bu, şahıs olabileceği gibi bir zümre veya sınıf da olabilir- kendisi kanun vaz’etmeye kalkışır. Belirtmek gerekir ki “kanun” ile “hukuk” birbirinden ayrı şeylerdir. Kanun’un iki özelliği olur: Biri bir kaynağa dayalı teşekkül etmesi, diğeri müeyyide gücüne sahip olması. Kanun şahısların veya zümrelerin arzularına dayanırsa gayrımeşru ve keyfi olur, Hukuk’a dayalı olursa meşru olur, adaleti sağlar. Hukuk kanunun ruhu, ilham kaynağı ve meşruiyet çerçevesidir. Bu açıdan insanlara bir şeyi yaptıran veya yasaklayan kanunun mevcut olması, Hukuk’un mevcut olduğu anlamına gelmez. Kanuna bakılır: Hukuk’a uygun mu, değil mi? Uygunsa her hak sahibine hakkını teslim eder. Hukuk’a uygun değilse zulüm, baskı ve yağma aracına dönüşür. Tarihte kanun yapmış nice tiran, kral, padişah ve şah vardır; Hammurabi’den Nemrut’a, Firavun’dan Sezar’a, Hitler’den Stalin’e kadar. Kanunsuz yönetilmiş bir toplum yoktur. Ama toplumlar Hukuk’la mı yönetildi, işte bunu kritik etmemizin yolu uygulanan kanunların Hukuk’a uygunluklarına bakıp test etmekten geçer.
Bir Hukuk’a refere edilmedikçe kanun yapmaya kalkışan kendini hak, hakkaniyet ve hakikatın mercii kılmış olur; bu uluhiyete iştirak demektir. Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayette anlattığı Hz. Musa-Firavun arası çekişmenin ana ihtilaf konularından biri buydu. Hz. Musa, Firavun’a yoldan çıktığını, halkını güçten düşürüp küçümsediğini, İsrailoğullarını köle olarak kullandığını söylerken; Firavun, halkı için kendisinden başka “ilah” olmadığını, Mısır’ın mülk ve saltanatının kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Mülk ve saltanat ona ait ise, dilediği kanunu yapar, daha kolayı iki dudağı arasından çıkan emir anında kanun olur, uygulanır. Eş zamanlı krallıklarda emir, kanun formuna sokulmuşken, modern zaman otokrat rejimlerinde müstebidin ağzından çıkan emir, uzman hukukçular tarafından fomüle edilmekte ve meclisler aracılığıyla yasalaşabilmektedir.
Demokratik rejimlerin teşekkülünden önce muktedir yöneticiler, yine de keyiflerine göre ülkelerini yönetmek için kanunlarının Hukuk’a uygun olması lüzumunu hisseder, bunun için emir ve yasaklarını mesela “Şeriat’a uygundur” diyecek alimler arar, bu alimleri nimetlere boğarlardı. Osmanlı’da “yasağ-ı sultani” olan Örfi Kanunların binbir zorlukla “Şeriat’e uygunluğu” için çaba harcayan alimler bu sınıftandı. Batı’da ise teokrasiler ve mutlakiyetçi idarelere son verilip de halk iradesine dayalı kanun yapma yetkisini eline geçiren meclislerin de kolayca manipüle edildiği gözlendi. Batı, buna bir çözüm bulmak amacıyla parlamentoların da üstünde bir “hukuk” olması gerektiğini düşündü ve buna “hukukun üstünlüğü ilkesi” adını verdi. “Hukuki üstünlüğü” yine filozoflar, hukukçular ve demokrat siyasetçiler tespit ediyor olsalar bile, yine de önemli bir merhaledir. Bu ilke dolayısıyla Batılı parlamentolar kolay kolay bireylerin, grupların ve toplumun haklarını ihlal edici kanunlar yapamıyorlar. Ama bizde muktedir yöneticiler parlamentodan istedikleri kanunları geçirebiliyorlar. Kanunları Hukuk’a göre test edebileceğimiz kaynak İslami Hükümler’dir.
Netice: Müslümanlar, yaşadıkları ülkelerde, yöneticilerinin ne kadar “dindar” olduklarını test etmek istiyorlarsa, Hukuk’a ne kadar riayet ettiklerine bakmalıdırlar. Hatta halkın da müslümanlığının ölçüsü budur.