Başbakan… Kapıkulu… Has Odabaşı
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
AK Parti, 22 Mayıs'ta kongreye gidiyor. Cumhurbaşkanı'nın, kimi Başbakan atayacağına dair çeşitli söylentiler var. Ama, aslında kimin Başbakan olacağı artık hiç önemli değil. Erdoğan'a yakın isimlerin değerlendirmelerinden anlıyoruz ki, “düşük profilli” ve “kişiliksiz” bir aday aranıyor. “Reisçilerden” en açık konuşan Cemil Barlas… Ahmet Davutoğlu'nu eleştirirken, “Başbakan olmaya çalıştı” diyor. Herhâlde “Kapıkulu” gibi davranmayı unuttuğunu” ifade etmek istiyor.
“Başbakanlık artık yok; bu müessese artık bitmiş. Bunun tescili lazım. Ya TBMM, ya da millet, anayasa değişikliğiyle tescil edecek.” Bu sözlerin sahibi de, Canan Barlas'ın AHaber'deki programına katılan Takvim gazetesi yazarı Bülent Erandaç.
AK Parti Ankara milletvekili Aydın Ünal da, “Güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü Başbakan” formülünün yürümediğinin görüldüğünü, “Düşük profilli bir Başbakan arandığını” söyledi.
***
Davutoğlu'nun Tayyip Erdoğan tarafından görevden alınması, her ne kadar “Başbakan kongre talep etti; kendisi de aday olmayacak” gibi sözlerle kamufle edilmeye çalışılsa da, açık bir anayasa ihlalidir. Erdoğan'ın Ağustos 2014'te halk tarafından seçilmesi, siyasete müdahalesine ve bir siyasi partinin Genel Başkanı gibi davranmasına meşruiyet kazandırmaz. Kaç kere yazdım; bir kere daha tekrarlayayım: Avusturya'da, Portekiz'de, Finlandiya'da, İzlanda'da halk cumhurbaşkanını seçiyor ama, parlamenter sistem uygulanıyor. Bizim anayasamızın 112'nci maddesine göre de, Başbakan, Bakanlar Kurulu'nun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında iş birliğini sağlar ve HÜKÜMETİN GENEL SİYASETİNİN YÜRÜTÜLMESİNİ gözetir. Her bakan, Başbakan'a karşı sorumlu olup, ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur.
Cumhurbaşkanı ise, vatana ihanet haricinde, sorumlu tutulamaz. Sorumlu olmayan kişinin zaten yetkisi de olamaz. Ya da ancak kendisine çok sınırlı yetkiler tanınabilir. Bizim anayasamızda, Cumhurbaşkanının yetkileri, 104'üncü maddede bir bir sıralanmıştır. 105'inci madde ise sorumluluk ve sorumsuzluk halini tarif eder: “Cumhurbaşkanının, anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği işlemler dışındaki bütün kararları, BAŞBAKAN VE İLGİLİ BAKANLARCA İMZALANIR; BU KARARLARDAN BAŞBAKAN VE İLGİLİ BAKAN SORUMLUDUR.”
Yukarıdaki maddeyi dikkatle okuyunuz… Ve günümüz Türkiye'sini yorumlayınız. Tayyip Erdoğan, Davutoğlu'na, “Neden bakanların Yüce Divan'da hesap vermesine sıcak baktın?” diye kızmış. Ya da “Niçin Obama'dan randevu talep edip Başbakan gibi davrandın?” Ama sorumluluk Davutoğlu'nun omuzlarında. Zaten, yargının siyasallaşmasından, özgürlüklerin kısılmasından, aydınların cezaevine atılmasından dolayı yarın hesap verecek olan Davutoğlu… Hiç şüpheniz olmasın, bugünlerin hesabı mutlaka görülecek. Bence, bir ihtilaf doğması ve Davutoğlu'nun Erdoğan'la yollarını ayırması, kendisi açısından müspet bir gelişme oldu. Hiç değilse, haksızlık, hukuksuzluk, iftira ve zulme dayanan siyaset ile geç de olsa ters düştüğü ortaya çıktı. Bu yol ayırımı, ileride savunmasını yaparken, istifade edeceği önemli bir olgu.
***
Anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal etmeye devam edecek, kongrede düşük profilli Başbakan'ı belirleyecek. Başbakan'ın tek görevi, bir anayasa değişikliğiyle ülkeyi Başkanlık sistemine götürmek olacak. O zaman zarfında, anayasanın öngördüğü gibi Başbakanlık yetkilerini kullanmayacak, AKSaray'ın “kapıkulu” ya da Cumhurbaşkanı'nın “Has Odabaşısı” gibi davranacak.
Cehaletin adı millilik mi?
İktidar “milli” ve “yerli” ya, herhalde AK Parti milletvekilleri, Oscar Wilde hakkında bilgi sahibi olmamayı da yerli ve milli olmanın bir gereği sanıyor. Bunun bir cehalet olduğunun farkında bile değiller.
HDP milletvekili Mithat Sancar, Oscar Wilde'ın bir cümlesini hatırlatmak isteyince, AK Partili Zeyit Aslan “O kim ya?” diye müdahale etti. Ahmet Sami Ceylan, “Biraz da Necip Fazıl'dan söyle” diye onu uyardı. Adnan Günnar, “Oscar ödüllerinden bahset” dedi.
Necip Fazıl, mutlaka değerli bir şair. Ama, bütün birikimi, Necip Fazıl'ın ya da Mehmet Akif'in birkaç mısraından ibaret olanlar, işte böyle, Oscar Wilde'ı, Oscar ödülü sanır. Oysa Oscar Wilde'ın roman, öykü ve şiir kitaplarının haricinde günlük hayatta kullanabileceğimiz birçok özlü sözü de var.
Mesela,
*Kimse geçmişini geri satın alabilecek kadar zengin değildir.
*Düşünebilen her canlının insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği anlamına gelmiyor ne yazık ki!
*Düşen bir çığda, hiçbir kar tanesi, kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.
*Eskiden her şeyin değerini bilirdik, şimdi parasını.
*İnsanlar, hatalarına tecrübe derler.
*Dostun üzüntüsünden dolayı dertlenebilirsin. Bu kolaydır. Ama dostun başarısına sevinmek, sağlam bir karakter gerektirir.
*İnsanlar daha çok kendilerinin ihtiyacı olan şeyleri başkalarına vermeye bayılırlar. Mesela öğüt gibi…
***
Siz, yabancı bir şairi sevmeyi, ya da ondan esinlenmeyi gayrimilli görebilirsiniz. Ama bir aydının dağarcığında sadece, Necip Fazıl ve Mehmet Akif bulunmaz. At gözlüklerinizi çıkarınız, dünyayı daha geniş bir pencereden seyretmeyi öğreniniz.
Kadı Karakuş ya da Başol
Türkiye'de çifte standart uygulanıyor. Can Dündar ve Erdem Gül sonrası cezaevinde kalan diğer basın mensupları için, niçin Gazeteciler Cemiyeti harekete geçmiyor? Yeni bir nöbet başlatılsa, birçok kişi buna katılır. Mehmet Baransu gazeteci değil mi? Ya da Gültekin Avcı, 7 makalesinden dolayı yargılanmıyor mu? Peki Hidayet Karaca… Sözde, Tahşiye örgütünü hedef alan bir senaryoya onay vermiş ve kumpas kurmuş!
Geçenlerde Baransu'nun davası vardı. 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu belgesini yayımladığı için yargılanıyor. Mahkemede, “Bu belge, Sabah gazetesinde de çıktı. Niçin onlar hakkında dava açılmadı?” diye sordu. Bu sorunun bir benzerini Can Dündar ve Erdem Gül, kendilerini yargılayan hâkime yöneltmişti. “MİT TIR'ları haberi daha önce Aydınlık'ta çıktı. Neden onlar hakkında da soruşturma açmadınız?” demişti.
Bu soruların cevabı yok. Daha doğrusu, Yassıada mahkemesinden bir cevap derleyebiliriz: Anayasanın “Milletvekilleri verdikleri oylardan ve TBMM çatısı altında sarf ettikleri sözlerden sorumlu tutulamaz” ilkesine rağmen, Salim Başol'un başkanlığındaki mahkeme, “Antidemokratik diye nitelendirdiği birçok kanuna oy verdiniz?” diye milletvekillerinden hesap soruyordu. Samet Ağaoğlu, 1957'ye kadar Fuat Köprülü'nün kendileriyle birlikte olduğunu hatırlatarak, “Bu kanunların çoğuna Köprülü de oy vermişti. Niçin aramızda değil?” diye sordu. Başol tarihe mal olan cevabını verdi:
“Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.”
Neden mi Aydınlık soruşturulmazken, kabak, Can Dündar ya da Erdem Gül'ün başına patlıyor… Aynı MGK kararını yayımlayan Sabah'a ilişilmezken, Mehmet Baransu'dan hesap soruluyor…
Cevabını ben vereyim: Onları içeriye tıkan kuvvet böyle istiyor.