Siyasal İslam ve ‘Batıcılar’, Batı himayesini kabullenince olan oldu...
Erol Manisalı 01 Ocak 1970
• Son NATO olayı, Türkiye’yi Lozan’dan Sevr’e 1990 sonrasında yavaş yavaş taşıyan güçlerin yola döşedikleri taşlardan biridir.
• Anti Amerikan Erbakan’ın, yeni siyasal İslamcılar kanalı ile 28 Şubat’ta tasfiyesi: 2002’de ABD ve İngiltere’nin BOP talebine hayır diyen Ecevitkoalisyonunun Bahçeli kanalı ile dağıtılarak BOP’un yolunun “yeni Türkiyeci” siyasal İslamcılar ve neoliberaller kaldıracı ile açılması: bunların desteği ile güneydoğu “açılımının” ve Atatürk düşmanlığının güçlendirilmesi.
• Ecevit’in 2002’de reddettiği BOP’un 1 Mart 2003 tezkeresi ile yeni siyasal İslamcı iktidara dayatılması: TBMM’de reddi üzerine çıtanın yükseltilerek Atatürkçü ağırlıklı TSK’nin, bürokrasinin, adaletin FETÖ kanalı ile paralize edilerek hızlı adımlarla Sevr yolunun temizlenmesi.
• ABD’nin öz evladı olarak “yetiştirilen” FETÖ’cü kanadın, “İslamcı kanadın diğer ortağına karşı harekete geçirilerek, darbe girişimi ile iktidara saldırması”.
• Ağırlığın tekrar PKK- PYD-IŞİD sacayağına çekilerek, kaos ortamı üzerinden, Sevr’in yolunun açılması.
• ABD’den 15 Şubat darbesini alan AKP’nin (ve Erdoğan’ın) siyasi ve askeri olarak Rusya’ya yaklaşmak zorunda kalması: ve hatta işi S-400 füzelerine kadar götürmesi.
• Ankara’da AKP ve Erdoğan’ın saldıran ABD’ye karşı, Erdoğan’ın ABD ve AB’ye tamamen karşı bir çizgiye itilmesi.
Her şey çok açıktı
Aslında 1990 sonrasında ABD (ve Avrupa) Türkiye’nin üzerine göz göre göre gelmeye başlamıştı Bu gerçeği 90 sonrasında en fazla yazan ve konuşan insanlardan biri oldum. Bu gerçekleri anlattığım için siyasal İslam ve “Batıcı” odaklar bana “Batı ve AB karşıtı” dediler. Bunlar ilginç bir biçimde birbirlerine içerde düşman olan cephelerdi: “İslamcılar” ve “Batıcılar”dı.
Bugün Türkiye’de “siyasal İslam, Batıcılar, Atatürkçüler ve Avrasyacılar” dört taraf olarak gözükmekle birlikte Atatürkçüler ve Avrasyacılar ulusalcı kimlikte birbirlerine çok yakındırlar.
Atatürkçülük ve denge
Türkiye bu coğrafyada, hele Ortadoğu’nun (ve Türkiye’nin) bu halinden sonra, ayakta kalmak için denge politikasına dönmek zorundadır:
• “Avrupalı”, Avrupacı değil, eğitim, bilim, çağdaşlaşma ve demokrasi ölçütlerini benimsemeli.
• Batı ile “karşılıklı siyasi, askeri ve iktisadi çıkarlarını dengeli olarak yürütmeli”: tek yanlı bağlar kurmamalı.
• Yine aynı şekilde Rusya, Asya ve komşu ülkelerle aynı ölçütlere göre ilişkilerini geliştirerek denge kurmalı.
• İran, Irak ve Suriye ile iyi ilişkiler kurarak mezhep kavgasına girmeden çıkarlarını korumalı.
Türkiye’nin bunu 1990 sonrasında başaramamasında içerde en büyük suç siyasal İslamcılar ve “Batıcılar”dadır. Çünkü her iki cephe de kendi iktidarları için “Batı güçlerinin himayesini kabullendiler”. Ve ülke bu yüzden bugünkü trajik ortama itildi.
Ankara’daki “yeni Atatürkçü söylemler” bu itirafın kanıtıdır.
Ve şimdi Erdoğan Rusya’ya gidiyor: Türkiye’de demokrasi tüm kurumları ile işlemiş olsa bu ziyareti alkışlardım. Ama içerde, kendimiz olamadığımız için ulusal dış politikayı benimseyemiyoruz. Bu oluşsaydı çok sevinirdim.
Ama “Batıcıların” ve “siyasal İslamın” Batı himayesine girerek BOP’ta gelinen sonuca yol açmaları: ve buna tepki olarak ABD’nin siyasal İslamcısı FETÖ’ye karşı, Moskova’ya gitmek zorunda kalmaları, ülke için trajik bir sonuçtur.
Biçimsel olarak görüntü olumlu: ancak işlevsel olarak Türkiye için bir denge politikasına götürmüyor. Ankara, küresel kutuplaşmanın bir aracı haline getirilip üzerinde oynanmamalı.
Dün bizlere saldıran komünizmle mücadele derneklerinin insanları, bugün asimetrik olarak aynı hatayı yapmıyorlar mı? Öncelik, Atatürk döneminde olduğu gibi Doğu ile Batı arasında “denge politikasını” sağlamaktır.
Siyasal İslamcı ya da “Batıcı” odaklanmalar ulusal çıkarlarımız açısından hiçbir çözüm getirmez.