CEMEL VAKASI – KELÂM
Yusuf Şevki Yavuz 01 Ocak 1970
KELÂM. Cemel Vak‘ası İslâm akaidinde iman-küfür sınırı, irade hürriyeti, kader gibi önemli problemlerin tartışma konusu haline getirilmesine tesir eden dinî ve sosyal olaylardan biridir. Şehristânî bu olayı müslümanlar arasında meydana gelen ilk ihtilâfların önemlileri arasında zikreder (el-Milel, I, 27). Şiîler’in çoğu ile bazı Hâricîler’in Cemel Vak‘ası’nda Hz. Ali’ye karşı çıkan ashabı tekfir etmeleri, konunun bir akaid problemi olarak görülmesine ve kelâm kitaplarına girmesine yol açmıştır.
İslâm tarihinde esas itibariyle siyasî olmakla birlikte çeşitli sebeplerle dinî ve itikadî mesele haline getirilen olayların başlangıcı sayılabilecek olan Cemel Vak‘ası, akaid mezhepleri tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Şîa ile Hâricîler’in tamamına göre Cemel Vak‘ası’nda Hz. Ali haklı, ona karşı çıkıp savaşan Hz. Âişe, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm ile bunların safında yer alanlar (ashâbü’l-cemel) haksız olup “bâgi” (âsi) durumundadırlar. Bu mezheplere bağlı bazı fırkalar ise daha da ileri giderek Hz. Ali’nin muhalifleriyle savaşmasını isabetli bulmuşlar, Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr başta olmak üzere muhalefette bulunan bütün ashap ve tâbiîni tekfir etmişlerdir. Mu‘tezile’nin çoğunluğu Hz. Ali’yi haklı, muhaliflerini haksız ve hatalı görürken Ebû Bekir el-Esam, Dırâr b. Amr, Muammer b. Abbâd, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf gibi bazı Mu‘tezilî âlimler, Cemel Vak‘ası’na iştirak eden taraflardan hangisinin haklı, hangisinin haksız olduğunun bilinemeyeceğini (bk. VÂKIFE) ve bunların hiçbirinden teberrî* edilemeyeceğini söylemişlerdir. Mezhebin kurucusu Vâsıl b. Atâ ise taraflardan birinin mutlaka fâsık olduğunu, ancak bunu belirlemenin imkân dahilinde bulunmadığını ileri sürmüştür. Kerrâmiyye’nin çoğunluğu, savaşan her iki tarafın da haklı sebeplere dayandığı görüşündedir. Bir kısmı ise Hz. Ali’yi davasında haklı görmekle birlikte anlaşmazlığı müzakereler yoluyla çözmek yerine savaşa gidilmesini yanlış bulmuşlardır.
Cemel Vak‘ası’nın taraflarıyla ilgili olarak Ehl-i sünnet’in görüşü de diğer mezheplerde olduğu gibi farklıdır. Selefiyye’ye mensup âlimlerin çoğu, ashap arasında ortaya çıkan bu tür ihtilâfları tartışma konusu yapmayı uygun bulmamışlardır. Onlara göre hata etmiş olsalar bile savaşan iki sahâbe grubunu da Allah affetmiştir. İbn Hazm, Cemel Vak‘ası’nda her iki tarafın iyi niyetli olduğunu, yaptıkları işin ictihada dayandığını, savaşmak maksadıyla yola çıkmadıkları halde durumun aleyhlerine döneceğini hisseden katillerin komplosu sonunda kendilerini savaşın içinde bulduklarını ve dolayısıyla kusursuz olduklarını söyler (el-Fasl, IV, 238-239). Hüseyin el-Kerâbîsî ile diğer bazı Sünnî âlimler de bu görüştedir (Eş‘arî, s. 457). Bazı Selef âlimleriyle Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye’ye bağlı Sünnî kelâmcıların hemen hemen tamamı Hz. Ali’nin haklı, karşı tarafın haksız olduğu kanaatindedir. Zira Hz. Âişe, Talha, Zübeyr ve onlara uyanlar, müslümanların hilâfet makamına getirdiği Hz. Ali’ye karşı tavır almış ve ona itaatsizlik göstermişlerdir. Hatta Teftâzânî’nin ifadesiyle bâgi olmuşlar (Şerhu’l-Makasıd, II, 223), savaşın başlama şekli nasıl olursa olsun sonunda müslümanların birbirlerini öldürmelerine yol açmışlardır. Sünnî kelâmcılara göre savaş bittikten sonra muhalif grup liderlerinin pişmanlık duyduklarına ait rivayetler onların hatalı olduklarını gösterir. Bununla birlikte bu hatalarından ötürü tekfir edilemeyecekleri gibi fâsık oldukları da söylenemez. Çünkü onlar müslümanlar arasında ihtilâf çıkarmak gayesi taşımamışlardır; Hz. Ali’ye karşı çıkışları da İslâm âlimlerinin câiz gördüğü ictihadlarının bir sonucudur (Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, s. 289-290; Ebû Ya‘lâ, s. 232; Nesefî, vr. 270a-b-271a). Ayrıca içlerinde, Allah’ın kendilerinden razı olduğu bildirilen (Bey‘atürrıdvân’a katılan) ve cennetle müjdelenen sahâbîler de bulunmaktadır. Bu görüşlerin dışında, Cemel Vak‘ası’nda her iki tarafın da hatalı olduğu, Sa‘d b. Ebû Vakkas, Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd ve Muhammed b. Mesleme’nin yaptığı gibi iki gruptan hiçbirine katılmayanların daha isabetli davrandığı kanaatini taşıyanlar da vardır.
Cemel Vak‘ası’na katılanlar hakkında isabetli değerlendirmeyi Sünnî kelâmcıların yaptığı söylenebilir. Bazı Şiîler’le Hâricîler’in ashabı tekfir etmeleri, bir kısım Mu‘tezilî ve Selefî âlimlerin bu konuda hüküm vermekten kaçınmaları ve aşırı muhafazakârlığa bürünen Selefiyye’nin savaşan her iki zümreyi de haklı bulması doğru değildir. Cemel Vak‘ası’na katılmaları sebebiyle ashap ve tâbiîni tekfir etmenin dinî bir dayanağı yoktur. Zira bu iddia hem naslara aykırıdır, hem de Hz. Ali’nin savaş sonrasında muhaliflerine karşı takındığı yumuşak tavırla uyuşmamaktadır. Çünkü muhalif zümre Ali’ye karşı çıkmakla isyankâr kabul edilebilir, bunun ise kâfir olma sonucunu doğurduğunu belirten hiçbir nas yoktur. Aksine Kur’ân-ı Kerîm, aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden savaşan grupları “müminler” olarak vasıflandırmıştır (bk. el-Hucurât 49/9). Şîa’nın bu konuda dayandığı hadislerin ise uydurma olduğu kanaati yaygındır. Esasen kaynaklarda Hz. Ali’ye karşı çıkanların gerçek niyetlerine, ayrıca savaşın başlaması, gelişmesi ve seyrine ilişkin yeterli bilgiler mevcut olmadığı gibi elde edilen bilgilerin güvenilirliği de tartışmalıdır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, s. 406-407; Mahmûd Şükrî Âlûsî, s. 312-313). Ebû Hanîfe’nin de belirttiği gibi (bk. İbnü’l-Vezîr, s. 404) Hz. Ali, muhaliflerini kendisine karşı isyan eden kardeşleri olarak görmüş ve onlara mürted muamelesi yapmamıştır. Bütün bunlar, Hz. Ali’ye karşı olan zümreleri tekfir edenlerin yanlış yolda olduğunu göstermektedir. Selefiyye’nin, Cemel Vak‘ası’nda her iki zümreyi de haklı gösteren görüşleri de aklın prensiplerine aykırıdır. Ayrıca bu görüş, ashap ve tâbiînin peygamberler gibi hata işlemekten korunmuş (mâsum) oldukları sonucuna götürür ki bunun İslâm inanç esaslarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bazı âlimlerin, Cemel Vak‘ası gibi son derece ciddi sonuçlar doğuran bir tarihî olayı tahlil etmekten kaçınmaları ise en başta gelen görevi gerçekleri tesbit edip ortaya çıkarmak olan ilmin prensiplerine aykırıdır.
Cemel Vak‘ası, Hz. Peygamber’in vefatından sonra ilk ortaya çıkan ve etkileri günümüze kadar devam eden bir iç savaş olması sebebiyle önemli bir telif konusu olmuş ve hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bunlardan Câbir el-Cu‘fî, Ebû Mihnef Lût b. Yahyâ, Vâkıdî, İshak b. Bişr, Ali b. Muhammed el-Medâinî, Nasr b. Müzâhim, İbn Ebû Şeybe gibi müelliflerin kaleme aldığı ve hepsi de “Kitâbü’l-Cemel” başlığını taşıyan eserlerin günümüze kadar ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Seyf b. Ömer el-Esedî’nin Cemel Vak‘ası’na dair rivayetleri Ahmed Râtib Armûş tarafından derlenerek el-Fitne ve Vak?a-tü’l-cemel adıyla yayımlanmıştır (Beyrut 1406/1986). Muhammed b. Zekeriyyâ el-Gallâbî’nin Vak?a-tü’l-cemel’i bu konuda günümüze ulaşan nâdir eserlerdendir (Bağdad 1970). Cemel Vak‘ası’nda önemli rolü bulunduğu kabul edilen ?Abdullah b. Sebe hakkında yazılan eserler de konuya ilişkin monografilerden sayılır. Seyyid Murtazâ el-Askerî’nin ?Abdullah b. Sebe? (Kahire 1381), Süleyman el-Avde’nin ?Abdullah b. Sebe? ve eseruhû fî ahdâsi’l-fitne fî sadri’l-İslâm (Riyad 1981) adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir.