Türküler yetim kaldı!
Özcan Yeniçeri 01 Ocak 1970
Davası olanlar ve davası olmayanlar olarak insanlar iki kısma ayrılır. Ozan Arif davası olan bir adamdı. Yattığı toprağı, tuttuğu bayrağı, döndüğü kıbleyi dava edinmişti.
Başlı başına Erciyes'ti, Karabağ'dı, Kaşgar'dı, Buhara'ydı, Ötüken'di, Türkiye'ydi Türkistan'dı, Türk Dünyası'nın özetiydi. O vatandı.
21. yüzyılın Korkut Ata'sı, Ahmet Yesevi'si, Yunus'uydu.
Başlıya baş eğdiren, dizliye diz çöktüren bir milletin evladı olduğunun herkesten çok O farkındaydı. Onun için Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmez; dik konuşur, dik durur, dik yürür, inandığı şeyleri söyler, söylediği şeylere de inanırdı. Sazıyla, sözüyle, sesiyle kendisini inandıklarına adamıştı.
Onu kudret eliti zalimler önce köyünden, sonra kentinden daha sonra da ülkesinden ettiler. Sazından korktular, sözünden ürktüler, sevgisinden çekindiler.
Onu sınırladılar, yasakladılar, izlediler.
Sinmedi, tınmadı ve korkmadı. Hak bildiğini çaldı, haykırdı, gitti.
Türk'ün olduğu her yerde Türk'ü söyledi, destan yazdı, umutları dillendirdi. Coştu, coşturdu, diri tuttu millî şuuru...
Zaman geldi, gün oldu, gün döndü yücelerin yücesi, ötelerin ötesi, kaderlerin kaderi çağırdı! O da çağrıya uyup gitti. Aldığı sayılı nefesleri geri verdi, sazını bıraktı geriye.
Onsuz salonlar sessiz, yürekler buruk, Türküler yetim kaldı. Erciyes'e kar yağdı.
Yüreklerin efendisi öldü.
Gövdelerin hâkimleri iş başında ruhların ruhu bu dünyaya veda etti.
Allah (CC) yattığı yerde utandırmasın!
Nankör siyaset onu anlamadı!
Arif, yetmiş yıllık ömründe tatmadığı acı kalmamıştır. Amasya Suluova'da bir sinema salonunda Ülkü Ocaklarının düzenlediği bir gecede, hazırlık yapmak üzere perdenin arkasına geçtiği sırada, sandalyenin altına yerleştirilen bomba patlatılır. Burada 3 ülkücü yaşamını yitirir, 16 ülkücü de yaralanır. Ozan Arif bu olayı ömrü boyunca "kapanmaz bir yara" olarak niteler.
Hayatta ne varsa Arif'in mısralarında da hep o olmuştur. Mısralarında işkencenin neden olduğu sonuçları kendi yaşadıkları üzerinden şöyle anlatmıştı: "Yitirdim kanuna olan saygımı... 'devlete (olan) güven' duygumu... Sökerek yaptılar benim sorgumu." Günümüzde yasalara olan saygının dibe vuran, devlet duygusunu iflas ettiren, millet ile devleti karşı karşıya getiren anlayışının kökenleri Arif'in dediği gibi 12 Eylül döneminde zindanlarda yaşanılanlarla yakından ilişkisi vardı.
Özelleştirme adı altında yapılan satışların aslında bir çeşit ekonominin yabancılaştırılması anlamına geldiğini o çığlık gibi mısralarıyla şöyle dile getirmişti: "Tekel, Sümer, Demir-Çelik, Limandı; Telekom'u, Seka'ları kim aldı, Yabancıya satılmayan ne kaldı?"
Etten ota her şeyin ithal edildiği, borcun neredeyse çevrilemez hale geldiği, doların beş lirayı aştığı bir zamanda gelişmeden ve kalkınmadan söz edilince o inceden inceye şu eleştiriyi yapmıştı: "Neymiş efendim neymiş.. hızla gelişmişiz hızla.. gelişmenin ölçüsü ne? Çikita muzla... e o zaman Uganda'da gelişme bizden fazla.."
O yalnız ülkücü hareketin değil Türk dünyasının ruhu, şuuru, coşkusuydu. Sazıyla kitleleri coşturur, sözleriyle düşündürürdü. Türk milletinin derdini dert edindi. Nankör siyaset onu anlamadı!
Arif kalıcıdır!
Bilenler bilir. Destanlar, maniler, türküler, masallar bir anlamda milletlerin kültürel ve sanatsal kapasitelerinin göstergesidir. Bunların içinde Türküler bir başkadır. Türkü, her şeyden önce Türk'e aitliğe ve özgürlüğe vurgu yapar.
Kalemin kılıca, kültürün siyasete üstünlüğü tartışılamaz. Zira sel geçici kum kalıcıdır. Geleceği, kimliklerini kültür ve sanatla ifade etme yeteneği olan Arif gibiler şekillendirecektir.
Sanatçılık, duyarlılığı ve derinliği olan insanlara özgüdür. Kaba, ham, dogmatik ve fanatikliğin bulunduğu bünyelerden kültür ve sanat göç eder. Hoyrat davranışı olan toplumlara hem sanat hem de sanatçı küser.
Arif'i küstürenler bilin ki siz geçicisiniz o kalıcıdır!
Yaşayanlar buna şahit olacaktır!