Süleyman Hilmi Tunahan
1888 – 16.09.1959 01 Ocak 1970
Süleyman Hilmi Tunahan 1888 (Hicri 1305/ Rûmî 1304) senesinde, günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Silistre’nin Hezargrad kasabasının (bugün Razgrad şehri) Ferhatlar Köyü’nde dünyaya geldiler. Babası Hocazâde Osmân Fevzi Efendi (1845-1928) tahsîlini İstanbul’da tamamlamış ve Silistre’de Satırlı ve Hacı Ahmed Paşa Medreselerinde yıllarca müderrislik yapmış mâruf bir dersiâmdır. Annesi Hadice Hanım’dır. Dedesi ise, Kaymak Hâfız nâmı ile meşhur bir zât olup 110 yaşına doğru vefât etmiş olan Mahmûd Efendi’dir.
Hocazâdeler olarak bilinen bu asil ailenin ceddi, Seyyid İdris Bey’e dayanır. İdris Bey, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından Tuna Hânı nasb edilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvic edilmiş bir zâttır.
Süleyman Efendi Hazretleri, babası gibi Hocazâde lâkabını kullanmış olup Soyadı Kanunu’yla birlikte “Tunahan” soyadını almış ve küçük yaşta vefat eden oğlu Fâruk’tan dolayı da “Ebu’l-Fâruk” künyesiyle tanınmıştır.
Babası Osman Efendi, İstanbul’da tahsîline devam ederken, dikkate şâyân bir rüya görür. Rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıkıp dünyaya ışık saçtığını görür ve rüyasını “sulbünden gelecek bir evlâdının dünyayı mânen aydınlatacağı” şeklinde tabir eder.
Silistre’ye dönünce evlenir. Dünyaya gelen Fehim, Süleyman Hilmi, İbrâhîm ve Halil ismindeki dört oğlundan rüyanın tabirine muvafık düşecek istidâdı Süleyman Hilmi’de görür. Onun yetişmesi için husûsî bir ihtimam gösterir.
Süleyman Efendi Hazretleri (k.s.) ilk tahsîlini 1902 (Rûmî 1318) yılında Silistre Rüşdiye Mektebi’nde tamamlar. Aynı sene Silistre’de bulunan Satırlı Medresesi’nde okumaya başlayarak burada temel Arabî ilimleri tahsîl eder. Daha sonra tahsîlini tamamlamak üzere babası tarafından 1907 yılında İstanbul’a gönderilir. Babası onu İstanbul’a gönderirken şu tavsiyede bulunur:
“Oğlum, Usûl-i Fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.”
Süleyman Efendi Hazretleri İstanbul’da, Fâtih dersiâmlarından ve devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’nin ders halkasına devam eder. Bu yıllarda, yine Fâtih’te bulunan Hâfız Ahmed Paşa Medresesi’nde ikamet eder. Dersleri ise Fâtih Medreselerinden (Sahn-ı Semân) Bahr-i Sefîd Çifte Baş Kurşunlu’da okur. Ahmed Hamdi Efendi’den bütün dersleri ikmal edip 1913 senesinde birincilikle icâzet alır.
Ekim 1914’te (Teşrinievvel 1330) tedrisata başlayan Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi Kısm-ı Âli’ye kaydolup birinci ve ikinci sınıfları imtihanla geçerek Üçüncü Sınıf’tan okumaya başlar. Buradan 1916 yılında (Eylül 1332) mezun olur. (Üçüncü ve dördüncü sınıfları Fâtih Medreseleri’nde faaliyet gösteren dört senelik Kısm-ı Âlî’nin ismi 1917’de Sahn olarak değiştirilmiştir.)
30 Eylül 1916’da ihtisâs (doktora) yapmak üzere, tedrisatı üç sene olan Medresetü’l-Mütehassısîn’in Tefsir ve Hadis şubesine kaydolur. (Fâtih’te Yavuz Sultan Selim Câmii yanında Abdülhamîd-i Evvel Medresesi’nde faaliyet gösteren Mütehassısîn Medresesi’nin ismi 1917’de “Süleymaniye Medresesi” olarak değiştirilmiştir.)
İlk iki seneyi muvaffakiyetle tamamlayınca 1918 (1334) senesinde yirmi arkadaşıyla birlikte kendilerine Şeyhülislâmlık makâmının teklifi ve Padişah Mehmed Vahîdüddin Han’ın irâde-i seniyyesi ile İstanbul Müderrisliği Ruûsu verilir ve dersiâm olur. Süleyman Efendi Hazretleri, 27 Mayıs 1919’da Süleymaniye (Medresetü’l-Mütehassısîn) Medresesi Tefsir ve Hadis şubesinden birinci derece ile mezun olur.
Medresetü’l-Mütehassısîn’den mezun olduktan sonra Medresetü’l-Kuzât’ın (Hukuk Fakültesi) da giriş imtihânını birincilikle kazanır. Fakat bunu büyük bir sevinç ile pederine mektupla bildirdiği zaman babasından şu telgrafı alır:
“Süleyman, ben seni cehenneme göndermek için İstanbul’a göndermedim.”
Pederleri bu telgraf ile kendisine, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Üç kâdîdan ikisi cehennemdedir.” (Sünen-i Tirmizî) meâlindeki Hadis-i Şerîf’lerini hatırlatmışlardır.
Süleyman Efendi Hazretleri (k.s.), pederine verdiği cevapta, “Kendisinin asla kâdîlık (hâkimlik) mesleğine sülûk etmeye niyetli olmadığını, maksadının, devrinin bütün zâhirî din ilimleri sahasında kemâle ermek olduğunu” bildirirler ve Medrese-i Süleymaniye’nin Tefsir ve Hadis kısmından diplomasını alıp dersiâm oldukları gibi, tedrisatı 4 yıl olan Medresetü’l-Kuzât’tan mezun olup (1923) kâdîlık rütbesini de alırlar. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihrâz etmişlerdir.
Süleyman Efendi Hazretleri ayrıca, astronomi de tahsîl etmiştir.
Süleyman Efendi Hazretleri, 1919 yılındaki mezuniyetini müteakip 1 Haziran 1920 tarihinden itibaren dersiâm olarak vazifeye başlar. 1922’de Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi’nin İbtidâ-i Hâriç kısmının birinci sınıfına ilk defa Türkçe müderrisi olarak tayin edilir. Ardından 1923 yılında önce Arapça (Sarf-ı Arabî) daha sonra tekrar Türkçe müderrisliğinde bulunur.
Bu sırada 1 Kasım 1922’de Osmanlı saltanatı kaldırılmıştır. Ardından da 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile medreseler önce Maârif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanmış, bir müddet sonra ilgâ olunmuştur.
Ancak vazife yaptığı İbtidâ-i Hâriç Medresesi İmam-Hatip Mektebi’ne çevrilince Süleyman Efendi Hazretleri, o zamanın şartları ve takip edilmekte olan siyaset sebebiyle burada yeterli din eğitimi verilemeyeceğinden, dersiâmlık uhdesinde kalmak üzere müderrislikten kendi isteğiyle istifa eder.
Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile müderrisler açıkta kalır. Süleyman Efendi Hazretleri, kendisinin de âzâsı bulunduğu Cemiyet-i Müderrisîn’de sayıları 520 kadar olan İstanbul müderrislerini, “gelişmelerin dînî ilimlerin kaybolmasına sebep olacağını” ifâde ederek şöyle ikaz eder:
“Ey dersiâmlar, sizler bu memlekette bugün için dinin teminatlarısınız, ikişer üçer kişi okutup onlara dini öğretirseniz asgari elli sene, bir iki nesil boyu İslâm’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız huzur-ı İlâhîde mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız!”
Fakat müderrisler: “Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı, bize tevdi edilecek başka mesleklere gidelim.” derler. Süleyman Efendi Hazretleri ise onlara:
“Efendiler, hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık; Allâh’ın, Resûlüllâh’ın, kitabullâhın ve dîn-i celîl-i İslâm’ın tebliğ memurluğudur.” diye cevap verir.
Süleyman Efendi Hazretleri sonunda bazı müderrisleri ikna ederek hükümete şu mealde bir telgraf çekmeye muvaffak olur:
“Biz aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiâmlar, hükümetimizin Harb-i Umûmî gibi büyük bir felaketten çıkması dolayısıyla mâlî müzâyaka (ekonomik sıkıntı) içinde bulunduğunu dikkate alarak dînî ve İslâmî ilimleri fahriyyen okutmaya hazır olduğumuzu bildiririz.”
Ancak bu taleplerine:
“Memlekette Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu mer’iyettedir (yürürlüktedir); hilâfına hareket şiddetle cezayı müstelzimdir!” şeklinde cevap gelir.
1926 senesinde son defa köyü Ferhatlar’ı ziyaret eder ve kırk gün kaldıktan sonra tekrar Türkiye’ye döner. İki sene sonra da (1928’de) pederleri Osmân Efendi’nin vefât haberini alır.
Bütün menfi şartlar altında dîn-i mübîn-i İslâm için gayret gösteren Süleyman Efendi Hazretleri o zor günleri şöyle anlatır:
“Bir zaman geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim, bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlar, çünkü korkuyorlardı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Fakat sonradan Cenâb-ı Hak sebepler halk etti ve okutma imkânı buldum. Yaşlılardan başladık, daha sonra gençler geldi. Ve şimdi yürüyor. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ın bize lütfudur.”
O günlerde devamlı olarak polis takibi altında bulunan Süleyman Efendi Hazretleri 1930’da İstanbul’dan ayrılarak talebe okutabilmek için Çatalca’nın Kabakça Köyü’nde bir çiftlik kiralar. Ayrıca bir ortakla birlikte, gaz yağı satan bir şirketin Trakya ana bayiliğini alır. Kiraladığı çiftlikte çalışan işçiler arasından seçtiği bazılarına ders okutur. Fakat bu jandarma tarafından tespit edilince o muhitte bulunan Kuşkayası’na çıkar. Bilahare Silivri’de meşe kömürü yapmak üzere kiraladığı ormanın tenha bir bölgesinde ders okutmaya devam eder.
Bu faaliyetleri de fark edilince 1933’te Güney’e gidip Torosların bazı yaylalarında mandıracılık yaparak talebe okutur. Şehirlerarası tren yolculuklarında da ders okutur. Talebe bulamadığı zamanlarda iki kızını okutarak icâzet verir.
Süleyman Efendi Hazretleri bir taraftan da İstanbul’da Doğancılar, Aziz Mahmûd Hüdâyi, Yağkapanı, Softa Hatip, Üçmihraplı, Kasımpaşa Câmi-i Kebir, Piyâlepaşa, Ağa Câmii, Arap Câmii, Arpacılar Câmii, Asmalı Mescid, Kısıklı Câmii gibi nisbeten küçük câmilerin yanında Şehzadebaşı, Laleli, Fâtih, Süleymaniye, Sultanahmed, Bâyezid, Yenicâmi gibi selâtîn câmilerinde vaaz ve irşâd faaliyetlerine devam eder.
Süleyman Efendi Hazretleri bu hizmetleriyle beraber asıl faaliyeti olan talebe okutma hizmetlerine cami odalarında, evlerde, apartman bodrumlarında devam eder. Talebeleri arasında, genç-yaşlı ve çeşitli meslek erbâbı vardır.
Gerek vaazlarının tesiri gerekse Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat akîdesine bağlılığı neticesinde geniş halk kitlesi tarafından büyük alâka gören Süleyman Efendi Hazretleri 1950’den sonra ortaya çıkan bazı imkân ve fırsatlardan istifâdeyle kendisine gönül veren zenginlerin de desteğiyle faaliyetlerini daha da artırır.
Bu çerçevede 1951 senesinde bir iş adamının Üsküdar Çamlıca’daki eski köşkünün birinci katında, yirmi beş civarında talebeyle ilk yatılı Kur’ân Kursu’nu açar. Takip eden yıllarda başta kendi evinin bazı müştemilatı olmak üzere, Çamlıca ve çevresinde kiraladığı evlerde ve Aziz Mahmûd Hüdâyî çilehânesi yanındaki bir binada ders halkaları oluşturur. Aynı yıllarda İstanbul’un Avrupa yakasında Şehzadebaşı ve Vefa’daki Taştekneler (Molla Hüsrev) Câmilerinde başta imam ve müezzinler olmak üzere talebelere ders okutur.
Süleyman Efendi Hazretleri, eskiden medreselerde okutulması yılları alan dersleri, zamanın şartlarını dikkate alarak kısa sürede tamamlatır. Böyle kısa müddet zarfında talebe yetiştirmesinin tenkit edilmesi üzerine şöyle buyururlar:
“Efendiler, Ümmet-i Muhammed’in evlâdı sel gibi cehenneme akıp giderken ümmetin, bu ilimlerin beş-on senede okutulmasını beklemeye tahammülü var mıdır? Biz evlatlarımıza ilmin anahtarını veriyoruz, onlar bu anahtarla kitapların ve kütüphanelerin kapılarını açacaklar.”
Süleyman Efendi Hazretleri tedrisata ilk olarak Kur’ân-ı Kerîm’i ve ilmihal bilgilerini öğreterek başlardı. Sonra sarf ilminden Emsile, Binâ, Maksûd; nahivden Avâmil, İzhâr, Kâfiye, Molla Câmî kitaplarını; kelâma dâir Akâid-i Nesefiyye ve Emâlî Kasîdesi; fıkıhtan Nûru’l-Îzâh, Kudûrî; usûl-i fıkıhtan Muhtasaru’l-Menâr; mantıktan Îsâgoci; ilm-i beyân ve bedi’den Alâka Risâlesi ve Telhîsü’l-Miftâh ve Muhtasaru’l-Meânî gibi Arapça eserleri okuturdu. Yüksek seviyede derslerin okutulduğu tekâmül talebelerine ise ilm-i kelâmdan Sa’düddin Teftâzânî’nin Şerh-i Akâid’ini, fıkıhtan Molla Hüsrev’in Dürerü’l-Hükkâm’ını, usûl-i fıkıhtan yine Molla Hüsrev’in Mir’âtü’l-Usûl ve Hâdimî’nin Mecâmiu’l-Hakâik isimli eserini, mantıktan Ali el-Kazvînî’nin Şemsiyye’sini okutur, zaman ve imkân nisbetinde ferâiz, tefsir, usûl-i tefsir, hadis ve usûl-i hadise dair birer eser okutarak icâzet verirdi. Talebelerine, din ilimlerinin yanı sıra astronomi ve tıbba dâir bilgiler verir ve onları gelişmelerden haberdar ederdi.
Yetiştirdiği talebelerini hocalık yapmak üzere çeşitli yerlere göndermek suretiyle ders halkalarının sayısını daha da artıran Süleyman Efendi Hazretleri, başta Ramazân ayları olmak üzere onları vaaz ve irşâd için Anadolu ve Trakya’nın muhtelif köy ve şehirlerine göndermiştir.
Diğer taraftan yetişen talebelerini resmî imtihanlara göndererek birçoğunun müftü, vâiz, imam ve Kur’ân Kursu hocası olarak hizmet etmesini sağlamıştır. Talebelerini sadece ilmî ve mânevî açıdan yetiştirmemiş, onların yeme-içme, barınma ve sağlık meseleleriyle de alâkadar olmuştur.
Süleyman Efendi Hazretleri, vaaz ve talebe okutma faaliyetleri sırasında birçok defalar takibata uğrar, karakola çağrılır, ifâdesi alınır, hatta muhtelif zamanlarda İstanbul Emniyeti Birinci Şube’sinin kötü şartlarından dolayı “tabutluk” (Tabutluk: Hapishanelerde ancak bir kişinin, hareket etmeden ayakta durabileceği hücre.) diye anılan nezârethanesinde işkenceye tâbi tutulur.
1956 yılındaki bir vaazında “Cezayirli kardeşlerimize yardım edemiyoruz, hiç olmazsa duâlarımızla destek olalım.” dediği için emniyette ifâdesi alınır.
1957’de Kütahya Tavşanlı’dan bir şahıs, taraftarları ile Bursa Ulucamii’nde mehdîlik iddiası ile nümâyiş yapar. Süleyman Efendi Hazretleri bu hâdiseyle irtibatlandırılarak Kütahya Emniyet Müdürlüğü’nde sorgudan sonra altmış dokuz yaşında tutuklanıp elli dokuz gün sonra hâkim huzûruna çıkarılır. Ancak diğerlerinde olduğu gibi bunda da hadisenin tertip ve şahitlerin yalancı olduğu anlaşıldığından 29 Ağustos 1957 tarihinde kefaletle serbest bırakılır ve ardından 8 Kasım 1957’de beraat eder.
Süleyman Efendi Hazretleri, hayatını uğrunda feda ettiği talebe okutma ve insanları irşâd etme hususunda çok ağır iftiralara ve resmi makâmların devamlı tacizine maruz kalır.
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) Hazretleri, 16 Eylül 1959 (Hicri 13 Rebiulevvel 1379) Çarşamba günü ikindi namazından sonra Kısıklı’daki hanesinde 72 yaşında oldukları halde dâr-ı bekâya irtihâl buyurdular (kaddesallâhü sırrahü’l-e’az). Ancak tasarruf ve irşâdları tamamıyla ve kemâliyle ber-devamdır.
Süleyman Efendi Hazretleri, Fâtih dersiâmlarından olduğundan Fâtih Câmii haziresine defni için Bakanlar Kurulu’ndan izin alınır. Ancak zamanın İçişleri Bakanı Namık Gedik’in karşı çıkması sonucu Karacaahmed Mezarlığı’nda polislerce kazılan kabre defnedilmeye mecbur edilir. Bilahare yedi mermer sütun üzerinde etrafı açık bir kubbe inşa edilen kabr-i şerîfleri, bugün dünyanın dört bir tarafından gelen müminlerce ziyaret edilmektedir.