Ahmedî
Günay Kut 01 Ocak 1970
Muhtemelen 735 (1334-35) yılında doğdu. Asıl adı İbrâhim, lakabı Tâceddin, babasının adı Hızır’dır. Hayatı hakkındaki bilgiler yetersiz ve tutarsızdır. Sehî, Latîfî, Hasan Çelebi ve Âlî’nin verdiği bilgiler İbn Arabşah, Taşköprizâde ve Mecdî’den alınmış olup dağınık ve zayıftır. Kaynaklar Ahmedî’nin Germiyanlı (Taşköprizâde, Mecdî) veya Sivaslı (Latîfî, Âlî) olduğuna dair iki ayrı rivayeti tekrar etmektedirler. İlk öğrenimini nerede ve nasıl yaptığı da bilinmemektedir. Ancak kaynaklar bilgisini arttırmak için Mısır’a gittiğinde birleşmektedirler. Mısır’da Şeyh Ekmeleddin el-Bâbertî’nin öğrencisi olan Ahmedî’nin oradan dönünce bir ara Aydınoğulları’na intisap ettiği, Îsâ Bey’in (1360-1391) oğlu Hamza için yazmış olduğu Mîzânü’l-edeb ile Miʿyârü’l-edeb adlı Arap sarf ve nahvine dair kaside tarzında Farsça iki ders kitabından anlaşılmaktadır. Ahmedî’nin Germiyanoğulları’na intisabının Îsâ Bey’in saltanatından önce mi yoksa sonra mı olduğu meselesi henüz aydınlığa kavuşmadığı gibi, Osmanoğulları’na intisabının da ne zaman olduğu kesin şekilde belli değildir. Yalnız Emîr Süleyman’la olan münasebeti onun ölümüne kadar (1410) devam etmiştir. Nitekim İskendernâme’deki “Mevlid” kısmı Bursa’da Emîr Süleyman zamanında yazılmıştır (810/1407). Ahmedî’nin Emîr Süleyman’a yakınlığı, eserlerinin çoğunu ona ithaf etmesinden anlaşılmaktadır. Emîr Süleyman’ın ölümünden sonra kendisine bir hâmi arayan Ahmedî, o sırada Bursa’ya gelen I. Mehmed’in çevresine girmeye çalışmıştır. Mecdî, onun seksen yaşını geçmiş olarak Amasya’da öldüğünü kaydetmektedir.
Eserleri. 1. Divan. Ahmedî’nin hayli hacimli olan divanı, şiirlerinden seçmeler dışında (Ankara 1988) bütünüyle henüz yayımlanmamıştır. Divan’ın Vatikan Kütüphanesi (Vat. Turco 196) ile Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Hamidiye, nr. 1082 m.) yazmaları önemli nüshalardır. Tunca Kortantamer altı nüshayı ayrıntılı olarak tanıtmış, Yaşar Akdoğan da tenkitli metnini hazırlayarak dil hususiyetleri üzerinde bir doktora çalışması yapmıştır. 2. İskendernâme. Ahmedî, edebiyatımızda daha çok bu mesnevisiyle tanınır. 792’de (1390) telif edilen eserin çeşitli yazmalarındaki farklılıklardan, müellifin eserine bu tarihten sonra da 813 (1410) yılına kadar bazı ilâveler yaptığı anlaşılmaktadır. “Mevlid” bölümü ile “Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân” kısmı daha önceki nüshalarda da bulunmaktadır. Telif tarihi Osmanlı Müellifleri’nde 808 (1405) olarak belirtilmiştir (II, 735). Eser, I. Bayezid’in oğlu Emîr Süleyman’a sunulmuştur. Türkiye’de otuz iki kadar yazma nüshası bilinen İskendernâme’nin yurt dışında da pek çok yazmasının bulunması, bu eserin ne kadar beğenilip okunduğunu göstermektedir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY, nr. 921) kayıtlı İskendernâme nüshası faksimilesi, bir inceleme ile birlikte İsmail Ünver tarafından yayımlanmıştır (Ankara 1983). Eserin “Mevlid” bölümü içindeki mi‘râciye de Yaşar Akdoğan tarafından neşredilmiştir. Ayrıca İskendernâme’den Seçmeler adıyla halk için yapılmış bir yayımı da vardır (bk. bibl.). 3. Cemşîd ü Hurşîd. Ahmedî’nin Emîr Süleyman’ın isteği üzerine kaleme aldığı bu mesnevi Selmân-ı Sâvecî’nin (ö. 778/1376) aynı addaki eserine dayanmaktadır. Fakat Ahmedî, mesneviyi Türkçe’ye çevirirken eklemiş olduğu yeni kısımlarla âdeta yepyeni bir eser vücuda getirmiş ve eseri 806’da (1403) tamamlamıştır. Aslında I. Mehmed’e sunulmak üzere hazırlanan, fakat Emîr Süleyman’a sunulan bu mesnevinin 847 (1444) yılında istinsah edilmiş tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 921; İskendernâme de aynı yazma içindedir). Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbı ile yazılan mesnevide konu, Cemşîd ile Hurşîd arasındaki aşk hikâyesidir. Cemşîd Çin fağfurunun oğlu, Hurşîd ise Rum kayserinin kızıdır. Eser ilk defa Nihad Sâmi Banarlı tarafından ilim âlemine tanıtılmıştır. Mehmet Akalın 1969 yılında eser üzerinde bir doktora çalışması hazırlayarak gramer hususiyetlerini tesbit etmiş ve metin kısmını neşretmiştir (Ankara 1975). 4. Tervîhu’l-ervâh. Tıp konusunda bir mesnevidir. Emîr Süleyman adına 1403-1410 yılları arasında kaleme alınmış, daha sonra bazı ilâvelerle birlikte I. Mehmed’e sunulmuştur. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 3595). Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbı ile yazılan bu eserin fazla nüshası yoktur. 5. Bedâyiʿu’s-siḥr fî ṣanâyiʿi’ş-şiʿr. Bu Farsça risâle, Reşîdüddin Vatvât’ın (ö. 573/1177-78) Ḥadaʾiḳu’s-siḥr adlı eseri, edebî sanatlara ait açıklamaları özetlenip Farsça örnekleri arttırılarak meydana getirilmiştir. Risâlenin tek nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir mecmuada yer almaktadır (nr. 2540/1, vr. 1b-71a). Ahmedî’nin Mirḳātü’l-edeb’i ile daha önce varlığından bile haberdar olunmayan Mîzânü’l-edeb ve Miʿyârü’l-edeb adlı risâlelerini de ihtiva eden mecmua, ilim âlemine ilk defa Nihad Çetin tarafından tanıtılmıştır. Yazma, büyük bir hattat ve müzehhip olan Ahmed b. Hacı Mahmûd el-Aksarâyî tarafından 22 Ramazan 835’te (23 Mayıs 1432) istinsah edilmiştir. Aynı hattat bu mecmuadan başka Ahmedî’nin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Hamidiye, nr. 1082 m.) Divan’ını da istinsah etmiştir (istinsah tarihi 840 [1436]). Eserin önemli bir özelliği, Ahmedî’nin “tevşîh” bahsinde bu sanatı tarif ettikten sonra kitaptaki tek Türkçe örnek olan kendi kasidesinden şu iki beyti vermesidir: “Ey ki âfâk senün hamdün iderler yekser / V’ey ki kuldur sana ber-beste-kemer Rûm u Hazer / Cümle eşrâf-ı zaman senden alur izzet ü câh / Kamu etrâf-ı zemîn kadr ü alâ senden umar.” Bu iki beytin yazmada kırmızı mürekkeple yazılmış (yukarıda altı çizili) harf ve kelimelerinden şu beyit ortaya çıkmaktadır: “Ahmedî kuldur sana beste kemer / İzzet ü câh ü alâ senden umar.” Bu dört mısraın başındaki kelimelerin okunmaması halinde ise ortaya bir rubâî çıkmaktadır. Böylece bu örnekle, Ahmedî’nin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki divanında da yer alan ve şairin içinde altı kıta, dokuz rubâî, iki beyit bulunduğunu söylediği bu kasidesini daha iyi anlamak mümkün olmaktadır. 6. Mirḳātü’l-edeb. Bu eser hakkında uzun zaman Kâtib Çelebi’nin verdiği bilgiden (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1656) başka bir şey bilinmiyordu. Mirḳātü’l-edeb, Aydınoğulları’ndan Îsâ Bey’in oğlu Hamza Bey için yazılmıştır. Arapça-Farsça manzum bir lugat olan eserin altı nüshası Nihad Çetin tarafından tavsif edilmiştir. 7. Mîzânü’l-edeb. Arapça sarfına dair Farsça bir kaside olup aynı mecmuanın 113b-121b varakları arasında yer almaktadır. 8. Miʿyârü’l-edeb. Mecmuada dördüncü sırada yer alan (vr. 124b-130a) bu risâle Arap nahvine dair Farsça bir eserdir. Mirḳātü’l-edeb’in sadece Konya nüshasında bulunan mensur mukaddimesinden, son iki risâlenin Aydınoğlu Îsâ Bey’in oğlu Hamza Bey için Mirḳātü’l-edeb’e bağlı olarak bir ders kitabı halinde yazıldığı öğrenilmektedir.
Ahmedî’nin Kasîde-i Sarsarî Şerhi ile Hayretü’l-ukalâ adlı eserleri ise şimdiye kadar ele geçmemiştir. Bu iki eserden Kâtib Çelebi (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 694; II, 1340) ve ona dayanarak diğer kaynaklar (M. Tâhir, Sadeddin Nüzhet Ergun, Fuad Köprülü) bahsetmektedirler. Latîfî, “Likāî” maddesinde Ahmedî’nin Yûsuf ile Züleyhâ adlı mesnevisinden söz ederek Likāî’nin bu esere nazîre yazdığını bildirmiştir. Fakat eser şimdiye kadar ortaya çıkmadığı için araştırmacılar Ahmedî ile ilgili yazılarında onun böyle bir eseri ile karşılaşmadıklarını belirtmişlerdir. Son zamanlarda Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nce alınan yazma eserler arasında (Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Ktp., nr. 51) bir Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi bulunmuştur. Bu eser üzerinde Nihat Azamat’ın yaptığı çalışma ile, bu mesnevinin yazarı Ahmedî’nin Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yâkub devri şairlerinden olduğu ve mesnevinin muhtemelen 883-896 (1478-1490) yılları arasında kaleme alınmış olabileceği tesbit edilmiştir (bk. AHMEDÎ, Akkoyunlu).
Osmanlı Müellifleri’nde, Ahmedî’nin, ayrıca Esrarnâme adında bir eser daha yazdığı kayıtlı ise de Fuad Köprülü bu eserin yazarının bir başka Ahmedî olabileceğini, kendi nüshasında gördüğü 880 olarak tesbit edilmiş telif tarihine dayanarak söylemektedir. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde (nr. 16) kayıtlı Esrarnâme’nin aynı araştırmacının tetkiki sonucunda yine Akkoyunlu şairi Ahmedî tarafından kaleme alındığı, fakat Fuat Köprülü’nün verdiği 880 tarihi yerine 884’te (1479-80) Tebriz’de yazıldığı kesinlik kazanmıştır. Eser Ferîdüddin Attâr’ın Esrarnâme adlı eserinin tercümesi olmayıp Muṣîbetnâme’sinin bazı parçalarının tercümesidir. Böylece bu iki eserin de bir başka Ahmedî’ye ait olduğundan artık şüphe edilemez. Halilnâme yazarı Abdülvâsi Çelebi, mesnevisinin “Sebeb-i Nazm-ı Kitâb” bölümünde Ahmedî’nin ölümü ile yarım kalmış Vîs ü Râmîn adlı bir mesnevisinden bahseder ki bu mesnevi de bugün elde mevcut değildir. Bununla birlikte Ahmedî’nin Vîs ü Râmîn adında yarım kalmış bir mesnevisi olduğunu Abdülvâsi Çelebi’ye dayanarak söylemek mümkündür.
Ahmedî’ye atfedilen Süleymannâme (İA, I, 220), Kānun ve Şifâ Tercümesi (Latîfî, s. 84 ve ondan naklen Âlî, Bursalı M. Tâhir ve Sadeddin Nüzhet Ergun) ve nihayet Cengnâme (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 607) adlı eserlerin onun tarafından kaleme alınmadığı ve tercüme edilmediği anlaşılmıştır. Cengnâme’nin de Çengnâme olduğu ve Ahmed-i Dâî tarafından yazıldığı artık bilinmektedir.