ANADOLUCULUK VE HİLMİ ZİYA ÜLKEN
Köksal ALVER 01 Ocak 1970
ÖZET
Anadoluculuk, 20. Yüzyıl başlarında dönemin şartlarının sonucunda
aydınlarca benimsenen yeni bir kimlik ve ideolojidir. Bu ideolojiyi çok
sayıda ve farklı anlayıştaki aydınlar savunmuştur. Bu aydınlar arasında
Hilmi Ziya Ülken de bulunmaktadır. Bu makalenin amacı, Hilmi Ziya Ülken
ile Anadoluculuk arasındaki ilişkiyi ve Ülken’in Anadolucu yanını ele
almaktır.
Anadoluculuk, 20. yüzyıl başlarında Türkiye’nin özel şartlarının bir
sonucu olarak aydınlarca benimsenen yeni bir kimlik ve ideolojidir. I.
Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan
geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni tür
siyaset etme ve kimlik edinme sürecini temsil eden Anadoluculuk, ilkin Milli
Mücadele döneminde savunulmuş, çoğu aydın tarafından da sempati ile
karşılanmıştır. Bu şekliyle Anadoluculuk, bir aydın ve elit hareketi olarak
sistemleştirilmiştir.
Anadoluculuk, ilk kez 1918 yılında ortaya atılmış
1
ve büyük öğreti
ve hareketlere (Turancılık, Osmanlıcılık ve İslamcılık) tepki olarak çıkmıştır.
Anadoluculuk, Anadolu toprağının Türk ulusunun gerçek ve tek vatanı
olduğu tezini işlemiş, Anadolu coğrafyasını kimliğin temel kurucu
unsurlarının en önemlileri arasına sokmuştur. Bu haliyle de toprağa dayalı
1
Frank Tachau, “The Search For National Identity Among the Turks”, Die Welt des Islams,
VIII, 1-2, 1962, s. 165-176. Köksal ALVER 134
bir ulus ve ulusçuluk anlayışını temsil etmiştir.
2
Türk ulusu ile Anadolu
coğrafyası arasında birbirini etkileme ve tamamlama derecesinde bağ kuran
Anadoluculuk, bir haklılaştırma çabası içerisindedir. Anadolu, hem Türk
kimliğinin yeniden tanımlanması ve şekillenmesinde hem de Türkiye’nin
Batı ile doğrudan ilişki kurmasında işlevsel bir coğrafyadır. Çünkü
Anadoluculuk, Anadolu’nun tüm uygarlıkların beşiği olduğu ve Batı
uygarlığının da Anadolu’dan beslendiğini iddia etmektedir. Bu yönüyle
Anadoluculuk, kimine göre bir daralmanın ideolojisi kimine göre ise
açılmanın ideolojisidir.
Anadoluculuk, ‘biz kimiz, nereye aitiz’ sorularına cevap bulma
çabasıdır. Bundan ötürü de tarih, vatan, ulus, uygarlık, kimlik gibi alanların
yeniden tanımlanma ve belirlenmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu haliyle
Anadoluculuk, kendi temeli, kavramsal yapısı ve bakış açısı olan bir ideoloji
ve harekettir. Her ne kadar bir sınırlandırılma ile karşı karşıya olsa da (biz
Anadoluculuk’u daralmanın ideolojisi şeklinde de ele alabiliriz) sistematik
bir çabanın vücut bulmasıdır.
Anadoluculuk, Türk düşünce ve siyasal tarihinde çok sayıda taraftar
bulmuş, kimileri bu hareket ve ideoloji için öncü olmuşken, kimileri de belli
bir dönem Anadoluculuk’un etkisinde kalmış ve sonra bu bakış açısını terk
etmiştir. Özellikle, Milli Mücadele sürecinde hemen hemen bütün aydınların
ilgisini çeken Anadoluculuk, Cumhuriyet’le birlikte farklılaşma yaşamış ve
bir çok Anadolucu yaklaşım biçimi ortaya çıkmıştır.
3
Anadolu Mecmuası
(1924), bu farklılaşmanın en önemli basamağını oluşturmuştur.
Farklı düşünsel çerçeve içinde ve farklı dönemlerde Anadolucu
yaklaşım biçimlerinin öncüleri arasında Mükrimin Halil Yinanç, Remzi
Oğuz Arık, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve Nurettin Topçu
zikredilebilir. Her biri farklı bakış açısıyla Anadoluculuk hareketini
yorumlayıp bir yapıya kavuşturmuştur. Bu isimlerin dışında bir çok aydın da
Anadoluculuk’a ilgi duymuş, öncüler kadar olmasa da bu ideolojiye katkıda
bulunmuş ve belli bir dönem Anadoluculuk çerçevesinde kalarak üretimde
bulunmuştur. Bu isimlerin tipik bir temsilcisi olarak Hilmi Ziya Ülken
anılabilir. Biz bu yazımızda bir öncü olmasa da Anadoluculuk ideolojisi ve
hareketine katkıları çerçevesinde Hilmi Ziya Ülken’i değerlendirmeye
çalışacağız.
Hilmi Ziya Ülken, ilgi alanının genişliği ve zenginliğine paralel bir
şekilde hayatı boyunca farklı fikir akımlarına ilgi duymuş, bu akımların
2
Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, Çev. A. Berktay, Tarih Vakfı,
İstanbul, 1998, s. 273.
3
Köksal Alver, Sosyolojik Açıdan Anadoluculuk, Yüksek Lisans Tezi, İÜ SBE, İstanbul,
1996. Sosyal Bilimler Dergisi 135
savunuculuğunu yapmış ve bazen savunduğu fikir ve hareketlerden ayrılmış
bir aydındır. Ülken’in önemli bir özelliği olan ‘ilgi alanının zenginliği’
meselesi, dönem itibariyle hangi tartışma olagelmişse kendisinin o tartışmayı
yakından takip etmesini ve sosyoloji gündemine taşımasını olanaklı
kılmıştır.
4
‘İlgi alanının zenginliği’ni ‘düşünsel uğraklarının zenginliği’
yahut bolluğu diye belirlemek de mümkündür.
5
Tartışma gündemlerini
yakından takip etmesi onun eserlerine de yansımıştır. Kayalı’ya göre
Ülken’in tüm çalışmaları dikkatle incelendiği takdirde eserlerin kaleme
alındığı dönemlerin eserlere yansıması tesbit edilebilir.
6
Tüm bu yönler
Ülken’in sosyoloji alanında olduğu gibi düşünce alanında da farklı
eğilimlere açık olması, onlara ilgiyle yaklaşmasını doğurmuştur. Bunun
sonucunda ise siyasi yapılanma ve değişimler Ülken’in düşüncelerinde
farklılıklara, değişikliklere yol açmıştır.
7
Ülken, gençlik ve öğrencilik
yıllarında Anadolucu olmuş, Anadoluculuk’un ‘kültürcü’ kanadında yer
almıştır. Ülken, kendisinin ‘Memleketçilik’ diye adlandırdığı Anadoluculuk
hareketi ile ilgisinin genç yaşlarda başladığını, üniversite yıllarında
Anadolu’yu bir dava haline getiren ve Anadolu’yu Türk kültürünün gerçek
kaynağı şeklinde gören bu davayı arkadaşlarıyla beraber savunduklarını
ifade etmektedir. Kendisi Anadoluculuk paralelindeki düşüncelerini Henri
Linchtenberger’in Richard Wagner, Poéte et Penseur adlı eserine dayanarak
ileri sürmeye başlamış ve daha sonra Reşat Kayı ile birlikte elyazma
Anadolu dergisini çıkarmıştır (1919). Dergide, halk masalları, destanlar ve
geçmiş zamana ait hikayeler yer almış, tüm bu çabaların amacının ise bir
kültür ortamı olarak Anadolu’nun Türk tarihindeki yerini ortaya çıkarmak
olmuştur.
8
Ülken, Anadoluculuk’un savunulmaya başlanmasından sonra
‘İdeolojik Anadoluculuk’ ile ‘Kültürcü Anadoluculuk’ şeklinde kabaca ikiye
ayrıldığını, kendisinin, el yazma olarak çıkardıkları Anadolu dergisinde
olduğu gibi yine aynı adla 1 Nisan 1340’ta (1924) ilk sayısı yayınlanan
Anadolu Mecmuasındaki yazılarıyla ‘Kültürcü Anadoluculuk’ tarafında
kaldığını belirtmektedir. Kültürcü Anadoluculuk, Anadolu coğrafyasını
temel eksen kabul ederek Türk kültürüne yönelen, bu kültürün kaynaklarına
eğilen ve Anadolu’nun gerçek Türk kültürünün yansıtıcısı olduğunu iddia
eden görüştür. Kültürcü Anadoluculuk’a göre Türk kültürü gerçek kimliğini
Anadolu’da bulmuştur. Anadolu, bu yeni kimliği ve tüm kültürel unsurları
4
İsmail Coşkun, “Sosyoloji Bölümünün Tarihine Dair”, 75. Yılında Türkiye’de Sosyoloji iç.,
Haz. İ. Coşkun, Bağlam, İstanbul, 1991, s. 18.
5
Taşkın Takış, “Değerler Levhasının Tersine Çevirilişi: Hilmi Ziya Ülken”, Doğu Batı, Sayı
12, Ağustos-Eylül-Ekim 2000, s. 88.
6
Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyası I, Ayyıldız, Ankara, 1994, s. 176.
7
H. Bayram Kaçmazoğlu, Türk Sosyoloji Tarihi Üzerine Araştırmalar, Birey, İstanbul, 1999,
s. 181.
8
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken, İstanbul, 1992, s. 478. Köksal ALVER 136
harmanlayarak bütünleştiren en önemli ölçüttür. Kişiliği ve kimliği
belirleyen Anadolu coğrafyasıdır.
Ülken, Anadolu Mecmuasında Anadolu örfü ve destanları üzerine
yazmıştır. Sonraki yıllarda yayınladığı bazı kitaplarında da Anadoluculuk’un
tezlerine paralel bir söylem ortaya koymuştur. Ülken, destanların önemli
kültürel kaynak niteliği gösterdiklerini, edebiyatımızda destanlara yeterince
değer verilmediğinden yakınarak, Anadolunun her yerinde destanların
yaşadığı, onların değerlendirilmesinin bir gereklilik olduğunu dile
getirmektedir.
9
Anadolunun çok eski bir tarihe sahip olduğu gerçeğinden hareketle
üzerinde farklı milletlerin ve kültürlerin eserlerini barındırdığını, bu eser ve
kültürlerin birbirlerinin tamamlayıcıları olduklarını belirten Ülken, kültürcü
bakış açısıyla Anadoluyu değerlendirmekte ve kültür tarihi çerçevesinde bir
çözümlemeye gitmektedir. Anadolu’nun, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerini temsil ettiğini, her sokağın altında bir Bizans harabesi,
onun altında bir eski Anadolu eserinin çıktığını belirtmektedir.
10
Anadolu coğrafyasının Türk tarihi ve kültürü açısından önemi ve
farklı yerini tesbitte diğer Anadolucular gibi önemli gören Ülken,
Anadolu’da yerleşme ile beraber Türk tarihinde yeni bir dönemin
başladığını, eski düzen ve özelliklerden ayrı bir konuma ulaşıldığını ifade
etmede hassas davranmaktadır. Ona göre gerçek Türk kültürü, Anadoluda
yerleşen Oğuzlar arasında doğmaya başlamıştır. Yeni Türk kültürünü eski
ırk ve kavim geleneklerinin devamı saymak ise mümkün değildir. Çünkü
Anadolu, topyekün farklılaşma alanıdır; hem kültür alanında hem de
uluslaşma alanında. Anadolu’ya yerleşmenin milat kabul edilmesi bütün
Anadolucuların paylaştığı ortak noktalardan biridir. Anadolu’da Türkler,
yepyeni problemlerle yüz yüze gelmiş, yeni bir kültür ortamında yurtlanmış,
evrensel bir dine mensup olmanın (İslamlaşma) avantajını kullanarak önceki
medeniyetlerin mirasını biraz daha geliştirerek bir ulus (millet) haline
gelebilmiştir. Dolayısıyla Anadolu, Türklerin önceki durumlarından kopup
kendilerini yeniden tanımlamaları ve ulus olmaları noktasında önemli bir
dönüm noktası ve semboldür.
11
Böylece Anadolu, ekonomik durumu, eski ve
yeniyi kucaklaştıran farklı kültürel öbekleri ve kendine has özellikleriyle
Türk tarihi içinde özel bir yer edinmiştir.
9
Hilmi Ziya (Ülken), “Anadolu Örfü ve Destanlar-1”, Anadolu Mecmuası, Sayı 1, 1 Nisan
1340, s. 30.
10
H. Z. Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, İstanbul, 1948, s. 271.
11
H. Z. Ülken, “Türkiye’de Batılaşma Hareketi”, AÜİF Dergisi, Cilt VIII, 1960’tan ayrı
basım, TTK, Ankara, 1961, s. 2. Sosyal Bilimler Dergisi 137
Anadolucu düşünürler, Anadolu’nun vatan edinilmesi ve Türklerin
modern anlamda uluslaşmasına tarihsel bir dönem çerçevesinde
bakmaktadırlar. Her bir yaklaşım biçiminin benimsediği milat ise farklılık
arz etmektedir. Ülken, Anadolunun Türkler için vatan halini almasını
Malazgirt’le başlatır. Bu bakımdan Anadolucuların önemli bir ismi olan
Nurettin Topçu ile birleşmesine karşın diğer önemli bir Anadolucu öncü isim
olan Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan ayrılır. 1071 tarihi, Anadolu’nun vatan
edinilmesi ve Türklerin ırk ve kavim yapısından sıyrılarak uluslaşmasını
ifade etmektedir.
Vatan ve milleti birbirinden ayrılamaz bir realite ve aynı bütünün iki
parçası şeklinde elen alan Ülken, milletin vücut bulması için vatanın
gerekliliğini vurgulamaktadır.
12
Dolayısıyla, Anadolu’nun Türkler için
önemi millet haline gelme sürecinde ortaya çıkmaktadır. Anadolu, Türk
ırkının millet haline geldiği coğrafyadır.
Irk ile millet kavramları arasında temel farklar olduğunu ifade eden
Ülken, milleti, toplumların ulaşabileceği, ulaşması gereken en son safha
olarak belirlemektedir. Çağdaşlıkla millet olmayı eşleştirerek çağdaş
olmanın milletleşmeden (uluslaşma) geçtiğini belirtmektedir.
13
Millet olma
için de ortak kültür ortamının vaz geçilmezliğine inanmaktadır. Irkçı
görüşlere eleştirel yaklaşan Ülken, Anadoluculuk’un tepkiyle baktığı
Turancılığı hayal olarak niteler. Aslolan, Anadolu coğrafyasının önemli bir
etken kabul edilerek bir millet (ulus), vatan ve toplum tanımına ulaşmak
olduğundan, bu sınırları aşan tüm bakış açıları reddedilmektedir.
Dolayısıyla, Ülken için Türk milleti etnik köken bakımından Oğuz kavmine,
vatan bakımından tarihi bir teşekkül olan Anadolu ve bir kısım Rumeliye,
din bakımından İslamiyete, medeniyet bakımından modern milletlerin
medeniyetine bağlı olan, bin seneden fazla bir zamandır bu unsurların
kaynaşmasından, bir vatan üzerinde kültür birliğinin kurulmasından
doğmuştur.
14
Kültürcü Anadoluculuk yaklaşım biçimini benimseyen Ülken,
Anadolu’nun kültürel özelliklerini öne çıkarmaya çalışarak bir bakış ortaya
koymaktadır. Bu çabada salt Anadolu coğrafyası ile sınırlı kalmaz ve kültürmedeniyet ayrımını reddederek
15
Batı medeniyeti ile bağ kurmaya çalışır.
Anadolu ile Batı medeniyetini köken itibariyle aynılaştırmakta, Batı’nın
ulaştığı noktayı tüm dünya ulusları için varılması geren ideal durak kabul
etmekte ve evrenselleştirmektedir. Batı medeniyetinin (ona göre dünya
12
H. Z. Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, İstanbul, 1948, s. 203.
13
Ülken, a. g. e., s. 203.
14
Ülken, a. g. e., s. 337.
15
“Hars ve medeniyet aynı şeydir.” H. Z. Ülken, İnsani Vatanperverlik, Remzi, İstanbul,
1933, s. 160. Köksal ALVER 138
medeniyeti) Ortaasya, Mezopotamya ve Mısır’dan başlayıp Anadolu yoluyla
Yunan ve Roma’ya geçip şekillendiğini, Türkiye’nin Batılılaşma çabasıyla
zaten ilk halkalarından itibaren içinde bulunduğu bu medeniyet dairesine
dahil olmak için mücadele verdiğini, Türk toplumunun, baştan beri bu dünya
medeniyeti içinde yer aldığını dile getirmektedir.
16
Medeniyetin gelişminde
Anadolu’nun rolünü öne çıkaran Ülken, bu gelişimin doğrusal bir çizgi takip
ettiğine inanmaktadır. Bu bakış açısı ise tüm gelişim, açılım ve ilerlemeleri
aynılaştırmakta, aynı çerçevede buluşturmaktadır. Oysa, Batı’nın 17.
yüzyıldan itibaren oluşturduğu yapı form, içerik ve anlam bakımından
kendine aitliği taşımakta, ‘öteki’nden ayrışmaktadır. Dolayısıyla, medeniyet
problemini doğrusal çizgi şeklinde ele almak bu gelişim sürecindeki
farklılıkları ve ayrışmaları görmeye engel olacaktır. Ülken de bir çok
Anadolucu gibi medeniyet problemine yeterince açıklık getirememektedir.
İlkin Anadolu Mecmuasında yayınlamış olduğu yazılarla savunduğu
Anadoluculuk anlayışını daha sonraları ağırlıklı olarak sürdürmeyen Hilmi
Ziya Ülken’in, özellikle Anadoluculuk’un yaklaşım çerçevesinden
değerlendirilmesini amaç edinen bu makalede, Ülken’in Anadoluculuk’un
bakış açısını belli bir dönem temsil etmesine karşın sonraları terkettiği ve bu
ideoloji için bir öncü olmadığı ifade edilmektedir. Ülken, bir çok ortak
temayı işlemesine karşın Anadoluculuk açısından bir ‘ana durak’ değildir.
Ancak düşünceleriyle bu akıma katkıda bulunan kişiler arasında da önemli
bir yerde bulunmaktadır.
16
H. Z. Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, İstanbul, 1948, s. 31.