Ertuğrul Fırkateyni Battı
01 Ocak 1970
Ertuğrul Fırkateyni 1854 yılında, Kırım Savaşı sırasında Taşkızak Tersanesi'ne sipariş edilmiş, 1855 yılında omurgası kızağa konmuş ve 1863'te seyir tecrübeleri yapılmıştır. 1864 yılında hizmete giren gemi, aynı yıl makine ve kazan montajıyla toplarının çeşitlendirilmesi ve modernizasyonu için İngiltere' ye gönderilmiştir.
18 Şubat 1865'te Portsmouth'tan İstanbul'a hareket etmiş, dönüş seyrinde de bazı Fransız ve İspanyol limanlarını ziyaret etmiştir. İstanbul'a gelişinden sonra da Girit harekâtına katılmış ancak Abdülhamid dönemiyle beraber onun da kaderi Haliç'e hapsedilmek olmuştur.
Sefere hazırlandığı sırada 25 yaşında bulunan Ertuğrul, Japonya gezisi için seçilmesinden takriben bir yıl evvel onarım ve havuz görmüştü. Özellikle ahşap kısımları yenilenmiş fakat makine ve kazanlarının altına isabet eden kısımlara dokunulmamıştı...
Ertuğrul’la ilgili olarak bugüne gelmiş en değerli kaynak, Ertuğrul’un bütün seyri boyunca, ondan haberleri Osmanlı basınına ve kamuoyuna duyuran Ceride-i Havadis dergisinin de yazı kurulunda bulunan Binbaşı Süleyman Nutki Bey’in 1911 yılında yazdığı Musavver Ertuğrul Faciası - Vesaiki Resmiye ve Hususiyeye Müstenittir isimli eseridir. Eski harflerle yazılmış bu kitapta, Ertuğrul’un son anları, sadeleştirilmiş şekliyle bakın nasıl derlenmiş ve anlatılmış:
“... Firkateynin üzücü durumu ve uzun seyrine ait olarak komutan, merhum Osman Paşa’nın bana yazdığı ve bu facianın hazin bir yadigârı ve uzun bir kardeşliğin kıymetli bir hatırası olan bir mektup, derdimi tazelemek ister gibi geminin batmasından ve onun ölümünden bir ay sonra elime geçti.
Özel heyetin, Japonya’da üstlendikleri özel görevleri yerine getirmelerinin ardından, Ertuğrul’un Yokohama’dan, çok uzaktaki anavatanına doğru ve özlem yüklü birçok kalbi taşıyarak, kalkış tarihi olan 15 Eylül 1890 pazartesi günü öğleden itibaren, kazanın meydana geldiği perşembe günü öğleden sonra dokuza kadar geçen 87 saat, bu eski teknenin denizdeki can çekişme süresidir. Bu 87 saatin nasıl geçtiği pek çok yönleriyle bilinmemekle beraber, o feci toplu ölümden kurtulabilenlerin arasında bulunan gemi imamı Ali Efendi’nin ve kurtulanlardan bazılarının ifadelerinden yaptığımız derlemeye göre; bu fedakâr ve talihsiz subay ve mürettebatın trajik durumunu, kanlı bir hatıra olarak buraya aktarıyoruz:
... Yokohama’da birkaç gün için subaylar ve mürettebat gezmek için kente çıkarılmıştı. Herkesin sağlığı ve neşesi yerindeydi. Ancak hediyelerin takdim töreninden son ra gemide kolera hastalığı baş göstermiş, tıbbî önlemlerin alınması ve temizlik için Nagoya korunma yerine gidilip on yedi gün karantina altında kalınmıştı...
Hastalık savuşturulduktan sonra da Eylül’ün on beşinci günü öğle saatlerinde buradan İstanbul’a hareket edildi. Hava gayet güzeldi. Salı günü öğleüstü ters bir rüzgâr esmeye başlamış ve akşama doğru da şiddetlenmişti.
Önce yan yelkenler açılarak, fırtınanın yarattığı büyük dalgalar üzerinde, geminin yalpaları, baş ve kıç vurmaları mümkün olduğu kadar önlenebilmişse de, gece, rüzgâr tam pruvadan esmeye başladığından, artık yelkenlerin kullanılmasına imkân kalmamış, sarılmaları zorunlu hale gelmişti.
Yelkenler sarıldığı sırada, gemi baştan gelen denizlerle şiddetle dövülmeye başlamıştı. Biçare Ertuğrul bu kudurmuş denizde sanki inleyerek, sürünerek yoluna devama uğraşı yordu. Bir felaketin yaklaştığı ve bu teknenin bu derece büyük dalgalara dayanamayacağı anlaşılıyordu. Tam bu sırada geminin mizana direğinin dibinde vardiya nöbetinde bulunan bir teğmenin, rüzgârın uğultusuna karışan korkunç feryadı duyuldu.
– Mizana direği çöküyor!
Osman Paşa, gemi süvarisi, süvari muavini ve seyir subayı köprü üstündeydiler. Fırtınaya karşı gereken tedbirleri alabilmek için durumu tetkik ediyorlardı. Ama bu feryat hepsine soğuk terler döktürdü.
Mizana direğinin dibine geldiler. Evet, gerçekten de mizana direği oturduğu zıvanayı parçalamış bir kadem kadar aşağıya çökmüştü. Şimdi Ertuğrul yalpa ettikçe 40 metre yüksekliğinde ve bir metre çapındaki bu koca direk, üzerindeki serenler ve yelkenlerle birlikte sağa sola çarpıyor, teknede korkunç bir sarsıntı yapıyor ve sadmelere neden oluyordu. Direğin aşağıya çökmesi, onu yandan tutan bütün çarmıhları, ventoları ve bağlantıları gevşetmişti. Gemi inşaiye subayı ve ustalar, boşalan gergi halatlarını ve iplerini germeye, direğin güverteden geçtiği deliğin etrafına da çuvallar sıkıştırılarak oynamasını önlenmeye çalışıyorlardı. Bu önlemle, direğin sakatlığı baki kalmakla birlikte tehlikesi kısmen de olsa bertaraf edilmiş oluyordu.
Fırtına şiddetini artırmakta devam ediyor, felaketli haberler ve raporlar art arda geliyordu. Baştan gelen dalgalar güverte tahtalarını baş bodoslamadan ayırmıştı... Kazan dairesindeki kömürlüklerden de su geliyordu...
Bunun anlamı, geminin borda kaplamalarında da çatlamalar ve kırılmalar olmasıydı. Birbiri sıra ve kısa aralıklarla ortaya çıkan bu arızalar, en yılmaz denizcilerin bile selamet ümitlerini söndürmeye yeterliydi.
Bu ne yapacağı bilinmeyen ve çıldırmış okyanusun içinde ve gecenin koyu karanlığında, teknenin hemen hemen dağılma noktasına geldiğini bildikleri halde büyük bir disiplin ve intizam içinde, morallerini zerre kadar bozmadan görevlerini yapmaya çalışan Ertuğrul’un yiğit denizcileri, yalnız kendi vatandaşları için değil, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar tüm dünya denizcileri için bir iftihar kaynağı ve örnek olmuşlardır.
Rüzgârın şiddetinden ve dalgaların hücumundan her an sönen, kırılan geminin, kalafat, burgucu ve marangoz sanatkârları ellerinde fenerler öteye beriye koşuyorlar, arızaları gidermeye çalışıyorlar, subaylar erlerle birlikte yelkenleri düzeltmeye, çarmıhları germeye uğraşıyordu. Bir kısım mürettebat da en büyük tehlikeyi teşkil eden ve kömürlüklerden giren oldukça fazla miktardaki suyu, tulumbaların kapasitesi yetişmediği için bakraçlar ve gerdellerle boşaltmaya uğraşıyorlardı.