« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Şub

2012

YAĞMUR BEKLERKEN ROMANINDA AYDINLAR VE HALK

Ertan ÖRGEN 01 Ocak 1970

ÖZET
Tarık Buğra, politik roman türündeki Yağmur Beklerken adlı romanında,
‘fırkacılık’ ve ‘kuraklık’ ekseninde aydın ve halk ilişkisine eğilir. Romanın kahramanı
Rahmi, bir aydın olarak fırkacılığın insan ilişkilerini düşmanlığa çevirmesini önlemek
ister. Rahmi Türk romanında kendi toplumsal gerçeklerine sağlıklı bakabilen bir kişi
olarak aydın kategorisinde önemli bir karakterdir.

Tarık Buğra’nın romanları, yakın dönem siyasî tarihimizi sosyal
boyutuyla ve Anadolu merkezli işleyişiyle yerli ve içerden bir bakışı taşır.
Küçük Ağa, Firavun İmanı, Yağmur Beklerken, Dönemeçte, Gençliğim
Eyvah adlı romanları duygu ve düşünce perspektifinde tarihin siyasî çizgisinin
yanı başında insanımızın nerede durduğunu göstermeye çalışır. Özellikle insan
meselesinde Tarık Buğra’nın kişileri, aydın ve halk kategorisinde ilgi çekicidir.
Yağmur Beklerken romanındaki kişileri bu paralelde ele alacağımız yazımızda,
öncelikle fikir vermesi açısından konu ve kurguya dair şu açıklamalara yer
verelim.

Romanda anlatılan olaylar 1930 yılında bir Anadolu kasabasında geçer.
Roman, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve aynı yıl yaşanan büyük
kuraklığın halktaki yansımaları etrafında yaşanan gerginlikleri, aydın ve halk
boyutunda işlemektedir. Bu yönüyle eser, politik roman niteliğindedir.
Roman on alt bölümden oluşmaktadır. Yazar öncelikle kasabada bir
parkın açılışını anlatır ve böylelikle kişileri tanıtır. Bir ay kadar sonra başka bir
açılış haberi daha ortaya çıkar. Kasabada Serbest Cumhuriyet Fırkası
kurulmaktadır. Bunlar, halkın hayatına farklılık getirecek iki olaydır. Birisi
okumuş takımının gideceği bir yer iken, diğeri halkı da içine alacak bir
örgütlenmedir. Romanın eksen kahramanı Rahmi’nin bu fırka meselesiyle bir
sınava yöneltilmesi ve onun şahsında bütün halkın bu sınavda rol alması ise asıl
kurgudur. Fırkacılığın insanları birbirine düşman etmeye başlaması ve
kuraklığın gerdiği psikolojiler, vak’anın düğüm noktalarını oluşturur. İnsanlar
olayların akışında kurulu, alışılmış düzenin dışına çıkmaya başlarlar. Yeni
fırkanın kasabadaki ilk ismi Kenan Bey’in ölümüyle siyasetin dışında bir
hayatın olduğuna dair bir hatırlatmada bulunulur. Roman hiçbir şeyin
değişmeyeceği temel fikrini pekiştiren “Yokuşlar Yukarı Akmıyor” bölümüyle
sona erer.
Bu örgü etrafında aydın ve halk ilişkisini gözler önüne serilir. Türk
romanında aydın meselesi birçok kaleme göre farklı tipolojilerde çizilmiştir.
Hemen hatırlanıveren Yaban’daki Ahmet Celâl, yabancılaşmış bir aydını temsil
ederken, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı’daki Doktor Münür’ü kendi
gerçeklerine acımasız bakan ve eleştiren bir aydın portresini getirir. Ahmet
Hamdi Tanpınar, Huzur’da çizdiği Mümtaz karakteriyle, toplumsal sorumluluk
ve içine dönük estet birey arasındaki aydını işler. Oğuz Atay’ın,
Tutunamayanlar romanındaki Selim Işık adlı kahramanı ise küçük burjuva
düzeninin içine sıkışmış, birey olmak ve toplumsal düzen içinde yaşamak
çatışmasını yaşayan aydını getirir. Bu kısa çizgiler aydın kişinin daima bir
sıkışma, bunaltı içinde kalışını yansıtmaktadır. Aynı zamanda aydın kavramının
zorluğuna da işaret etmektedir. Çünkü halk kültürü sözel vurgularla devam
ederken, yüksek kültür bilimsel teorilerden hareketle belirmektedir.
Bu eksende Yağmur Beklerken romanına yaklaştığımızda, yazarın
okumuş kişileri ve halkı iç içe anlattığını görüyoruz. Mekân da bunu sağlamak
için bir kasaba olarak seçilmiştir. Ancak, kasabanın bazı illerden gelişmiş
olduğu da vurgulanır.
Tarık Buğra, romanında aydınları ve halkı iki nokta etrafında toplar. İlki
‘demokratik toplum’a geçişte bir aşama olarak Serbest Fırka’dır. İkincisi halkı
doğrudan etkileyen kuraklık ve bunun aydın-yönetici sınıftaki yansımalarıdır.
Romanın birinci derecede önemli şahsiyeti Rahmi bu konuları ve ilişkileri
anlatmanın odak noktasıdır. Rahmi aydın bir kişidir. Onu yazarın toprak ve
bürokrasi arasında bir kimlikle anlatması çok anlamlıdır. Hayat hikâyesi özetle
şöyledir. Babası Girit’te şehit düşmüştür. Annesi, babanın yükünü omuzlanır ve
her bir işe koşturarak iaşeyi temine çalışır. Anne, Rahmi dokuz ve kardeşi
Zeynep altı yaşında iken ölür. Bunun üzerine, onlara, amcaları Rıza Efendi
bakar. Rahmi’yi okutur, kız kardeşini evlendirir. Rahmi, Hukuk öğrenimini
bitirip kasabada avukatlığa başlar. Avukatlığın yanı sıra çiftçilikle de uğraşır.
Bunun sebebi, annesinin çektiklerini unutamamış olması ve de ailesini güven
içinde tutma isteğidir. “Dükkân kapısı hak kapısı demişler; ama avukat dükkânı
ötekilere hiç benzemiyordu. Hele kışın.. aylarca kapısından giren olmazdı.(...)
Böylece de Rahmi, iyi ve sağlam bir yan gelir düşünmek zorunda sayıyordu
kendisini.”1 (s. 75)
Rahmi eşi Güldane, çocukları Serdar ve Müberrer ile düzenli bir aile
hayatına sahiptir. Yazar, bu hususu özellikle uzun uzadıya sahneler. Babanın
karşılanması, eşin yemek hazırlarken titizlenmesi, şakalaşmaları küçük
ayrıntılarına dek anlatılır. Çevresiyle okumuş olmasına karşın bilerek yöresel
ağızla konuşan Rahmi, tavırlarında rahat, komplekssiz bir kişidir. Memur
takımıyla da halkla da iyi kaynaşmış bir karakterdir. Toprakla uğraşan bir aydın
olarak seçilmesinin de altını çizmek gerekir.
Rahmi, kurulu düzenini devam ettirme derdinde iken, bir sınavla
karşılaşır. Çok partili hayata geçiş için Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur.
Kasabada bu işi herkesin saygı duyduğu Kenan Bey üstlenmiştir. Kenan Bey,
yaşlı ve hasta olması sebebiyle bu işi geniş ve güvenilir bir çevreyle götürmek
istemektedir. Rahmi’ye teklif eder. O ise yağmuru bekleyen, dünyalarını buna
bağlamış insanların ihtiyacını öncelikli bulur. Fakat bir çatışmaya da düşer.
Doktor Fazıl Bey’in kendisine, “kendini biraz fazla düşünüyorsun” (s. 85)
demesi üzerine aklından şunlar geçer: “Çalış, didin, çabala; aklını, bilgini ve
emeğini ortaya koy, bir şeyler elde et.. sonra da, bunun getirdiği huzuru,
imkânları ve önünü tehlikeye koy, kaybetmeyi göze al! Hem de bir hiç için!” (s.
86) Ona göre, adı değişecek olan bir iş söz konusudur. Üstelik buradaki
çabaların Ankara’ya ulaşmasına imkân yoktur. Terakkiperver tecrübesinden bu
1
Romanın ilk yayımlanma tarihi 1981’dir. İncelemede, Yağmur Beklerken, 4. b., Ötüken
Yay., İst. 1992, baskısı kullanılmıştır.
yana bir şeyin değişmediğini düşünmektedir. “Ona göre, başkenttekiler ve
başkent ilişkileri dün ne ise bugün de o idi.” (s. 87) Ancak her şeye rağmen
adının bir yere karıştırılacağından emin ve bu nedenle kararsızlık içindedir.2 Bu
esnada, Kenan Bey’in hastalığının daha da kötüleşmesi ve bu arada Rahmi’ye
söyledikleri onu etkiler: “Ve düşündüm ki, insanların ve cem’iyyetin, duasını
bilmedikleri, çünkü ne olduğunu bilemedikleri ihtiyaçları da vardır. Halk
onları, ancak, toprağın yağmur bekleyişi gibi bekler: Dilsiz, kelimesiz,
aksülamelsiz. Toprak için yağmur duasını insanlar yaptı.. bir saat önce.
Yağmursuzluk yüzünden, toprak adına insanlar yandı. İmdi.. peki, diyorum
Rahmi...(...) Pancarların için pompa getirdin. Başkalarına da verdin Bu ondan
da güzel. Ben de aynı şeyi yapmak istiyorum. Aynı şeyi yapalım diyorum..buna
mecburuz diyorum. Hakikaten bu yüksek aklımızla, bilgimizle övünüyorsak,
kendimizi okumamışlardan üstün sayıyorsak.. pompa getirmekten hiçbir farkı
olmayan bu rehberlik vazifesini yapmak mecburiyetindeyiz diyorum.” (s. 119-
120)
Bu sözler, Rahmi’yi özel dünyasından topluma açılırken kurduğu doğal
ilişkinin zor bir dönemecine iter. Çünkü su pompasını başkalarına vermesinde
bir taraf değildir. Şimdi taraf olmak zorundadır. Yazar, onu bu çetin sınavda,
evinde kendisiyle hesaplaşırken yansıtır. Rahmi, aklım ermez diyerek
vazgeçecektir.3 Fakat Kenan Bey’in hastalığı ağırlaşmış ve son görüşmelerinde
Rahmi ona duyduğu minnetin sonucu, önceki kararını hatırlamadan bu işi kabul
etmiştir. Dolayısıyla küçük dünyasından topluma etki edecek bir sorumluluğa
geçmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurma işini üstlenince, kendisine olan
bakışların değiştiğini farkeder. Onun bir aydın tavrına sahip olduğunu kasabaya
gelen Cumhuriyet Halk fırkası müfettişi Hilmi Bey ile diyalogunda görürüz.
Hilmi Bey, konferansında Halk Fırkasını övmüş, Rahmi’de onun bu tavrını
beğenmemiştir. Yemekteki konuşmalarında bunu dile getirir. Memleket
2
Gürsel Aytaç, Rahmi’nin bu tavrını, “savaşkan yaratılışta değildir. Hatta asıl mesleği
avukatlığa bile yatkın değildir.” yorumuna dek götürür. Burada Rahmi’nin kasabanın banka
işlerini takip eden kişi olduğunu, kuraklık için şehirden pompa getirttiğini ve her şeyden önce
tuttuğunu koparan bir mizaç taşıdığını yazarın özellikle vurguladığını hatırlamamız gerekir.
Seçim öncesi ve sonrası olaylara müdahale eden neredeyse tek kişi yine Rahmi’dir. Bizce,
fırkacılığa inanmaması onu bu kararsızlığa götürmüştür. Yalnız, Gürsel Aytaç’ın, Tarık
Buğra’nın bu eserini demokrasi bıkkınlığının baş gösterdiği 1980 öncesi kaleme almış olması
yorumu göz ardı edilmemelidir. Rahmi’nin siyasete uzak durma sebebi de bununla ilgili
olmalıdır. Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, 2. b., Gündoğan Yay., Ank. 1999,
s. 236.
3
Burada Küçük Ağa’daki İstanbul’lu Hoca’nın çatışmasını hatırlıyoruz. O da İstanbul
Hükümeti ve Kuvayı Milliye arasında bir seçim mücadelesinde kalır. Olaylar ve gözlemleri
onu doğru olana götürür.
meselelerinde sadece İsmet Paşa ve erkânına münhasır bir imtiyazı
anlamıyorum, der. Hilmi Bey önce kızar gibi olursa da Rahmi’nin bu tavrından
etkilenir, ona iltifat eder.
Kasabada fırkacılık alır başını yürür. Sadece 17 tane olan gazete siparişi
53’e çıkar. Rahmi artık dört tane gazete takip etmektedir. Bunu, hem haberleri
yorumlayamayan veya yanlış değerlendiren kişilere de bilgi vermek; hem
Serbest Fırka’ya karşı gelişmeleri izlemek için yapar. Ayrıca, fırkacılığın
çatışmaya dönüşmesini önlemek için Cumhuriyet Halk Fırkası ileri gelenleriyle
beraber görünmekten kaçınmaz. Hilmi Bey’i uğurlarken de onlarla bulunur.
Ancak, korktuğu başına gelir ve Serbest Cumhuriyet Fırkası taraftarlarınca
suçlanır. Bir aydın bakışıyla bunu anlayamaz ve kendini sorgular: Kendisi de
kasabadan ve bu insanlardan kopmamıştır. Ancak İstanbul’da okuması, farklı
arkadaşlar, çevreler tanıması, başkalarıyla görüş alış-verişinde bulunması acaba
kendisini değiştirmiş midir, diye düşünür. Yeni bir çatışmaya düşer. Seçim
esnasında birbirine giren insanları yatıştırmak için çabalar: “Düşman değil len
onlar..bildiğin Ese’nin oğlu işte..şo tarla, bahça gomşun len. Ayni duayı etmen
mi onla?” (s. 192) gibi yumuşatma gayretleri sonuç vermez. Çünkü ondan daha
hızlı kışkırtıcılar vardır ve uzlaşmazlığı körüklemektedirler.
Rahmi’nin okumuş ancak kendi insanına yabancılaşmamış bir aydın
portresi oluşu, Serbest Cumhuriyet Fırkası ileri gelenlerinden Naki Bey’le
konuşmasında daha belirgindir. Naki Bey, seçim sonrası olabilecekleri
yorumlarken, Gazi Paşa’nın İsmet Paşa’yı feda etmesinin uzak bir ihtimal
olduğunu, ayrıca yeni partide vazgeçemeyeceği isimlerin bulunduğunu söyler.
Rahmi bu yorumlara güler. Kendince önemli açıklamalarda bulunan Naki
Bey’in söyledikleri, işin en başında Rahmi’nin aklından geçmiştir. Bu hale
güler. Ancak gülüşü, kendi gerçekliğini bu bilinenler içinde bir yere
koyamamaktan dolayı bir kaçıştır. Ardından Hilmi Bey’in Rahmi’den önemle
söz ettiğini, Gazi’nin yakınlarına isminin gittiğini, mebusluğunun kesin
sayıldığını ifade eder. Rahmi bunu düşünmez bile. Haber seçim sonrası ortaya
çıktığında, gerçekliğini soran amcasına, “Neyimiz eksik, çok şükür” (s. 256)
diye cevap verir. Bu duygusal tepkinin arka plânında, birikmiş düşünceler
bulunmaktadır. Kasaba yargıcı Ahmed Kemal Bey, fırka işinin başlangıcında,
Gazi’nin sofrasındakileri münakaşaya tutuşturarak, yeni değerlendirmeler
yapma alışkanlığını anlatmıştır. Bunun yanı sıra fırkacılıkta bir ara iyimser bir
bakışla, Gazi’nin “milletinin sesini işitmek, nabzını yoklamak, meselelerini ve
durumunu kaynaktan öğrenmek.” (s. 208) istediğini düşünmüştür. Sonra
İstanbul’da Kenan Bey’in cenazesinde bu fikirlerini hatırlamak bile istemez.. En
baştaki tahmininin, gözleminin doğruluğuna ulaşır. Kendi dünyasına döner.
Rahmi, milletvekilliğine gitmiş olsa, acaba aynı adam gözüyle görülebilir
miydi? Yazar, onu tarlasına, evine, bahçesine bağlı ve kasabasıyla iç içe bir
adam şeklinde çizerek, bu gidişi engellemiş gibidir. Zaten fırka işine de Kenan
Bey’i kırmamak için girmiştir. O zaman Tarık Buğra aydın mesajını yüklediği
Rahmi’yi kendi içinde barışık bir kişi olarak veremezdi. Romanda Rahmi’nin
fırkacılıkta tedirginliğe düştüğü anlarda, düşündükleri de yazarın mesajı ve
Rahmi’nin kişiliği olarak okunmalıdır. “Fırtına dindikten, sular durulduktan
sonra ayni adamlar gene bakan, gene milletvekili, gene yönetim kurulu üyesi
veya büyükelçi. Ama ya Kupdellerin Deli Yakûb’lar, Şaşı Ömer’ler, Altıntaş’lar,
Semerci’ler, Nalbant Mustafalar, Kantarcıların Şakir’ler, Kâşif’ler, Allaha
yanbakan Osmanlar ve bunların yöredeki, doğudaki batıdaki, kuzey ve
güneydeki binlerce, on binlerce benzeri? Onlar da yaralı, bereli, kırık,
dökük..dolu ya da çavgın yemiş birer gök ekin!” ( s. 180-181)
Rahmi’nin halkla iç içeliği ve onları anlaması konusunda yazarın şu
sahnede ona yüklediği misyon açığa çıkar. Onlar okumuşlar olarak parkta
otururlarken, parkın kenarından bakıp duran köylülere ait birtakım yorumlar
ortaya atılır. Rahmi bu düşüncelere katılmaz. Köylülere yağmurun yağıp
yağmadığını sorar ve sigara ikram eder. Onların asıl derdinin, yok sayılmamak,
bir selam vermek, almak olduğunu anlatır. Burada Mehmet Kaplan’ın tespiti
bizce çok önemlidir: “Tarık Buğra’nın romanı, Türkiye’de yeni bir insan tipi
olan, kökü toprağa bağlı aydın tipinin ilk örneğini tasvir etmesi bakımından
dikkati çekicidir.”4
Teorik bilgi ve aydın meselesinde Kenan Bey örnek gösterilebilir. Kenan
Bey, kasabada saygın bir avukattır. Ölümüyle onun Tasvir-i Efkâr’da şahsi
teşebbüs ve dış sermaye konularında makalelerinin çıktığını, hatta Gazi’nin bu
yazılarla ilgilendiğini öğreniriz. Ancak, halkın içinde biri değildir. Kahve, park
gibi halka açık yerlerde pek görülmez. Sebebini de kendisi söyler:
“Dostoyevski’yi tanımayanlarla ne konuşacağım?” (s. 45) Onun idareciler ve
halk arasındaki bütünleşmeye son derece önem verdiği görülmektedir. Yine ona
göre, tarihte İslâmiyetin getirdiği iştişare ilkesiyle, Türk töresindeki danışma
kurumunun bugünkü biçimi parlâmentodur. Ama bu, kökü millette olan bir
parlâmento olmalıdır. “Garb medeniyetini üstün hale getiren de bu olmuştur..
milletlerin iktidar köküne sahip çıkışları..idare edenleri mürakabe haklarını
evvelâ idrak, sonra ihkak etmeleri olmuştur.” (s.135) Batı bunun bedelini ağır
ödemiştir, ancak biz millî hasletlerimiz ve kültürümüz sayesinde, aydınlarımız
4
“Yağmur Beklerken” Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, Dergâh Yay, İst. 1987, s.
445.
sorumluluklarını idrak edince bunu, çok rahat elde edebileceğiz, inancındadır.
Kenan Bey, bu fikirlerine rağmen halkla birleşmesi zor bir şahsiyettir.
Bir diğer aydın tip, Asliye Ceza Yargıcı Ahmed Kemal Bey’dir. Resmî
kimliğinden dolayı fazlaca konuşmaz. Fakat fırka işinin boyutunu önceden
değerlendirir ve Rahmi’ye sonuç getirmeyeceğini anlatır. Bu sözlerinin önemli
bir yansımasını, seçim yaklaştıkça kızışan düşmanlığın kahvelere sıçramasından
dolayı kahvenin birisine astırdığı yazıda görürüz. “Burada fırka ve siyaset lâfı
edilmez. Edenler hâkim beyin emriyle kapı dışarı edilir ve üç gün içeri
alınmaz.”(s. 194) Bu tavır, kanaatimizce insanların bu yapay ayrılışına bir
ikazdır.
Doktor Fazıl Bey, Hilmi Bey, Naki Bey, Eczacı Yakup Bey, Dişçi Nevzat
ve kasabadaki özel idare okumuş sıfatıyla ismi geçen diğer kişilerdir.
Romanda, okumamış ancak güçlü gözlem kabiliyeti ve girişkenliğiyle bir
aydın tavrına sahip Rahmi’nin amcası Rıza Efendi’den de söz etmemiz gerekir.
Aile çevresinde güçlü bir ilişki kuran amca, halkla bütünleşmiş bir kişidir. Rıza
Efendi, aktif bir insandır. İstanbul ve İzmir’de kasabaya ait iki banka
kurulmasına öncülük etmiş, şimdi de elektrik getirmek için uğraş vermektedir.
Onun psikolojik boyutuna eğildiğimizde, okumuş yazmış takımıyla oturup
konuşmaktan hoşlanmadığını görürüz. Burada kastedilen daha çok bürokrasidir.
“Rıza efendi işte şu son günlerde olduğu gibi, koca kasaba ve yöresi, yetmiş
küsur köyü ve beş bucağı ile tam bir ölüm kalım derdinde iken, onların hâlâ
davul zurna çalmalarına akıl erdiremiyordu..onları daha çok saymak, daha çok
benimsemek için istiyordu bu dertle ilgilenmelerini, bu dertle dertlenmelerini..
hem de bütün halk adına!” (s. 60-61) Dolayısıyla yazar, kendi toplumunun
dertlerine uzak durmayan insanları aydın tanımına lâyık görmektedir.
Rahmi’nin siyasete girmesi konusunda, ona şöyle bir ufuk açar.
Ankara’da Gazi’nin çevresindekiler, Halk Fırkası’nda kalanlar veya Serbest
Fırka’ya geçenler, aynı ölüm-kalım macerasından çıkmışlardır. Sonuç ne olursa
olsun birbirlerinden vazgeçmeleri mümkün değildir. Bu soruyu yüksek sesle
düşünür ve Rahmi’ye sorar: “Bana soracak olursan, onlar köyleri, kentleri
bilmek..belkim de, ayıklamak isterler.” (s. 179) Bu fırkacılık, ona göre,
faaliyetleri de askıya almaktadır. Seçim karışıklığı içinde bankanın gidişatının
kötüleştiğini, el attığı değirmen ve elektrik işinin artık olamayacağını görür.
“Gredilerde fırkacılık, ...alalım da fırkacılık, salalım da fırkacılık. Batar bu
gidişle.” (s. 181) Rıza Efendi, memleket için adımlar atmak, üretmek yerine
milletin bu işlere koşturmasını okumuşlardan daha iyi sezmiş ve tespit etmiş
olmasıyla önemli bir karakterdir.
Rıza Efendi’den halk cephesine geçtiğimizde toprak için yağmur
bekleyen ve bütün geçimi bunun üzerine olan insanların romanda aydınlar kadar
geniş anlatıldığını görürüz. Cumhuriyet Halk Fırkası mutemedi Gülbeyazların
Mahmud, Rıza Efendi’nin oğlu Süleyman, Kenan Bey’in yardımcısı Kâşif, Deli
Yakub, Rahmi’nin kâtibi Kâmil, Serbest Cumhuriyet Fırkası belediye başkan
adayı Hacı Rüstem, Rahmi’nin bacanağı Sami Muallim, Asım Ağa, Şaşı Ömer,
Kantarcıların Şakir gibi dekoratif olmanın ötesinde birçok isim özel olarak
verilir. Bu arada Rahmi’nin ailesi, eşi Güldâne, çocukları Serdar ve Müberrer
küçük mekândaki değişmeleri yansıtması açısından önemle anlatılır.
Halkı, değindiğimiz iki durum etrafında daha iyi gözlemleriz. Fırkacılık
öncesi tek dertleri geçim kaygısı, yağmur, ürün olan insanlar, doğal halleriyle
karşımızdadırlar. İkincisinde gruplaşmanın getirdiği sığ bakışlarla birbirlerine
düşman kesilirler. Onları duydukları, yakıştırdıkları sözler bu hale getirir.
Kasabaya gelen gazete sayısı artar. İnsanlar okuma yazma bilmedikleri halde,
birer gazete alıp koltuklarında gezdirmeye başlarlar. Yazarın ifadesiyle,
gazetelerdeki “Meşrutiyet döneminden kalma çirkin gelenek hortlamış” (s. 224),
özellikle gazete yazarları insanları birbirlerine düşman etme yarışına
girmişlerdir. Dolayısıyla onların sözleriyle, halk ayrışmakta ve birer cephe
oluşturmaktadır. Yazar, bunun kadınlar üzerindeki yansımalarına dikkati çeker.
Rahmi’nin eşi Güldane bile okuma öğrenmeye çalışır. Dolayısıyla halk, aydın
ve okumuş kesimin sunduklarını kafalarına göre algılamakta ve öyle
davranmaktadır. Yazarın, Rahmi’yi burada bir uyarıcı olarak devreye
soktuğundan söz etmiştik. Onların dar dünyalarına giren bu büyük olayı iyi
yorumlamalarını beklemek zordur. Çünkü küçük mutluluklarla, uğraşlarla geçen
bir alışkanlığa sahiptirler. Seçim esnasında olaylar çıkartırlar. Çünkü kendilerini
ilk defa orada büyük bir iş yapar görmektedirler. Rahmi etraflarında koşturarak,
olan bitenin geçip gideceğini geriye burada eski hayatlarının kalacağını
anlatmaya çalışır. Roman bu temeli durmadan işler.
Romandaki ilgi çekici bir epizotla halkın olaylara bakışını verelim:
Rahmi, parti tabelasını bir kâğıda yazarak kasabanın tabelacısı Şaşı Ömer’e
verir ve böylece yazmasını ister. Ancak o “selBes” biçiminde yazar. Rahmi’nin
bu duruma kızmasına içinden gücenir. “Ha bi de cumhura uyun oğlum..buğday
bazarına gitsen, yoğurt bazarına da gitsen(...) kime sorarsan sor, herkesler
selbes der.” (s. 155) Sonunda Rahmi’nin istediği gibi yazar, ama sağ üst
köşesine, ağzını açmış, şakıyan bir kuş resmini de ekler. Rahmi’nin öfkesiyle
onu silerken, Türk insanının latifeciliğiyle söylenir: “Bi de kalkmış selbesçiyiz
dersiniz..guştanda mı selbessiniz len oğlum. En, en selbesi guş değ mi?” (s. 155)
Aydın ve halk, romanımızın içinde sivil kimlikleriyle değil de yazarlar
tarafından dağıtılmış rollerle ilerlediği için Yağmur Beklerken romanı farklılığı
göstermede önemli bir kilometre taşıdır. Rahmi aracılığıyla okumuş aydını; Rıza
Efendi aracılığıyla gözlem ve mantığı güçlü, fakat okumamış aydını işlemesiyle
bu farklılık belirginleşir. Meselâ, Rahmi bir aydın olarak ‘toplum
mühendisliği’ne soyunmaz. Romanda, halk, olayların içinde yine edilgen
tarafıyla belirir, fakat evlerinde, gündelik ilişkilerinde nasıllarsa öyle çizilir. Asıl
önemlisi halkın dilinden anlayan bir bakışın Rahmi’ye teslim edilmesidir. O,
okumuş, bilimsel bilgiye ulaşmış, ancak oradan tekrar toprağa halkın içine
dönmüş olmasıyla diğer aydın tiplerinden ayrılmaktadır.

Ziyaret -> Toplam : 125,31 M - Bugn : 74629

ulkucudunya@ulkucudunya.com