AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ
01 Ocak 1970
(ö. 1038/1628)
Celvetiyye tarikatının kurucusu, mutasavvıf, şair.
948'de (1541) Şereflikoçhisar'da doğ¬du. Çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'da ilk tahsiline başladı. Daha sonra İstan¬bul'a giderek Küçükayasofya Medrese-si'ne girdi. Medrese tahsilini tamamla-dıktan sonra hocası Nâzırzâde Ramazan Efendi'nin muîcTi oldu. Talebelik ve mu-îdlik yıllarında bir yandan da Halvetiyye tarikatına mensup Küçükayasofya Camii Şeyhi Nûreddinzâde Muslihuddin Efen¬di'nin sohbetlerine devam etti. Hocası Nâzırzâde Edirne Selimiye Medresesi'ne müderris, Mısır ve Şam'a kadı tayin edil¬diği yıllarda Hüdâyryi yanından ayırma¬dı. Hüdâyî Mısır'da hocasıyla beraber bu¬lunduğu sıralarda Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye kolundan Kerîmüddin el-Halvetî'den "usûl-i esma" terbiyesi gör¬dü. 1573'te Mısır'dan dönüşünde Bursa Ferhâdiye Medresesi'ne müderris ve Câmi-i Atîk Mahkemesi'ne nâib tayin edil¬di. Hocası Nâzırzâde ise Bursa meulevi-yet*ine getirildi. Bursa'ya gelişinin üçün¬cü yılında hocası vefat etti. Talebelik ve muîdlik yıllarından beri tasavvuf çevre¬siyle yakın teması bulunan Hüdâyî, ho¬casının ölümünün üzerinde bıraktığı de¬rin tesir sebebiyle resmî görevlerinden ayrılarak daha önce vaaz ve sohbetleri¬ne katıldığı Muhyiddin Üftâde'ye intisap etti. Üç yıl gibi kısa bir zamanda seyr*ü sülûkünü tamamladı. Şeyh Üftâde ken¬disini memleketi Sivrihisar'a halife ta¬yin etti. Burada ancak altı ay kadar ka¬labilen Hüdâyî, şeyhi Üftâde'yi ziyaret etmek için tekrar Bursa'ya döndü. Fa¬kat bu arada şeyhi vefat edince Rume¬li'ye gitti. Trakya,ve Balkanlar'da bir sü¬re kaldıktan sonra İstanbul'a geldi. Şey¬hülislâm Hoca Şâdeddin Efendi'nin de¬laletiyle tayin edildiği Küçükayasofya Ca¬mii Tekkesi'nde sekiz yıl şeyhlik maka¬mında bulundu. Bir yandan da Fâtih Ca-mii'nde vaizlik yaptı, tefsir ve hadis okut¬tu. Daha sonra Üsküdar'da Hüdâyî Der-gâhı'nın bulunduğu yeri 1589 yılında sa¬tın aldı. Dergâhın inşaatıyla daha yakın¬dan ilgilenmek için ikametgâhını Rum Mehmed Paşa Camii civarına nakletti. 1S95'te dergâhın inşaatı tamamlandı. 1599 yılında Fâtih Camii vaizliğini bıra¬karak Üsküdar Mihrimah Sultan (İskele) Camii'nde perşembe günleri vaaz ver¬meye başladı. Sultan Ahmed Camii'nin açılışında (1616) ilk hutbeyi Aziz Mahmud Hüdâyî okudu ve her ayın ilk pazartesi günü burada vaaz etmeyi kabul etti. Üsküdar'da bulunduğu yıllarda Bulgurlu'da da bir çilehâne ile bir hamam yaptırdı. Çilehânenin bulunduğu yerdeki Bulgur¬lu köyü, Ilısuluk tarlaları ve Gaziler tepesinin bir kısmı I. Ahmed tarafından fermân-ı hümâyunla Aziz Mahmud Hüdâyî adına tescil edildi.
Kanûnî'nin, kızı Mihrimah Sultan'dan torunu Ayşe Sultan (Ö. 1598) ile de evlendiği rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyi Safer 1038'de (Ekim 1628) vefat et¬ti. Altısı kız olmak üzere on bir çocuğu oldu ve nesli, kızları Ümmügülsüm (ö. 1641), Zeyneb (ö. 1642) ve Fatma Zehra (ö. 1675) vasıtasıyla devam etti.
Hüdâyi, halktan sultanlara kadar uza¬nan geniş bir tesir halkası meydana ge¬tirdi. Devrin padişahlarıyla yakın ilgi kur¬mayı başardı. !ll. Murad, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlara mektuplar yaz¬dı, öğütler verdi. IV. Murad'a saltanat kı¬lıcını kuşattı. Ferhad Paşa ile Tebriz Se-feri'ne katıldı. Zaman zaman padişahla¬rın davetlisi olarak saraya gitti ve on¬larla sohbetlerde bulundu. Evliya Çele¬bi, "yedi padişahın Hüdâyî'nin elini öp¬tüğünü, 170.000 müride irâdet (el) ver¬diğini" belirtir. Aziz Mahmud Hüdâyfnin dergâhı her zümreden insanlarla dolup taştı. Devlet ricalinden Sadrazam Kay¬serili Halil Paşa, Dilâver Paşa, ilmiyeden Hoca Sâdeddin Efendi, Sun'ullah Efen¬di, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi, Okçuzâde Mehmed Şâhî Efendi, Sarı Ab-dullah Efendi, Nev'îzâde Atâî, meşhur süfî Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve benzerleri onun dergâhının müntesip ve¬ya müdavimleri arasındaydı. Vefat etti¬ğinde altmışa yakın halifesi bulunduğu rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyf, ha¬lifeleri ve yazdığı otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlardaki dinî-tasavvu-ff hayat üzerinde derin tesirler icra et¬miş ve bu şekilde şöhreti günümüze ka¬dar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul'un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi ola¬rak hizmet görmüş, bu dergâhtan pek çok ilim ve fikir adamı, şeyh ve musikişinas yetişmiştir.
Hüdâyf Dergâhı'na bağlı müelliflerin en meşhuru, şüphesiz, Rûhu'l-beyân sahi¬bi Bursalı İsmail Hakkı'dır. Eserlerinde sık sık HüdâyT'den nakiller yapan Bursa¬lı İsmail Hakkı, onu Gazneli Sultan Mah¬mud ile mukayese ederek sevgisini şöy¬le dile getirir: "Ey gürûh-ı Muhammedi" biliniz / Geldi bu âleme iki Mahmud / Biri Mahmûd-i Gaznevî meşhur / Biri Mahmûd-ı ma'nevî ma'hûd".
Gerek devrinde gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitapların¬da "kutbü'l-aktâb, sâhib-i zaman, mür-şid-i kâmil" gibi unvanlarla anılması ölü¬münden sonra da şöhretinin devam etti¬ğini gösterir. Dilden dile nakledilen men¬kıbe ve kerametleri halkın gönlünde taht kurmasını sağlamış, ziyaretçileri her de¬virde artarak devam etmiştir. Daha sağ¬lığında hayatını tehlikede gören pek çok devlet adamının onun tekkesine sığına¬rak hayatını kurtardığı bilinmektedir. Vefatından sonra ise bıraktığı çok zen¬gin vakfiyesi sayesinde tekkesi, imaret ve külliyesi halkın sığınak ve barınağı olmuştur. Özellikle mensupları, sevenle¬ri ve türbesini ziyaret edenler hakkın-da, "Denizde boğulmasınlar, âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler ve imanlarını kurtarmadikça gitmesinler" şeklinde¬ki duası, türbesini İstanbul'da Eyüp Sul¬tan, Sünbül Efendi ve Yahya Efendi'den sonra ziyaretçisi en çok olan türbeler arasına sokmuştur. 1266 (1850) yangı¬nında yanan Hüdâyî Külliyesi'nin devrin padişahı Abdülmecid tarafından yeniden inşa ettirilmiş olması, bu sevgi bağının saray çevresinde devam etmekte olduğunu gösterir.
Eserlerinin İstanbul kütüphanelerin¬de birçok nüshasının bulunması onların halk tarafından ne kadar sevilip benim¬sendiğini gösterir. Celvetiyye tarikatı ve diğer tarikat mensuplarınca eserlerinin büyük bir kısmına şerh ve haşiyeler ya¬pılmış, bazıları da Türkçe'ye çevrilmiş-nesi'ndedir (nr. 1853/3]. Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından İlim Amel ve Seyr ü Sülük adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir (İs¬tanbul 1988). 3. MiMhu'ş-şalât ve mir-kâtü'n-necât Namazın fazilet ve hikmet¬lerini anlatan risalede Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi bü¬yük mutasavvıfların fikirlerine de yer ve¬rilmiştir. 1010 (1601) tarihli en eski yaz¬ma nüshası Murad Molla Kütüphanesi'n-dedir (nr. j314/4). Bu risale de H. Kâ¬mil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim Amel ve Seyr ü Sülük adlı eserin sonunda yayımlanmıştır. 4. Hulâşatü'l-ahbâr îî ahvâli'n-nebiyyi'l-muhtar. Hü-dâyî'nin hilkat, varlık ve hakîkat-i Mu-hammediyye gibi tasavvuff konulan iş¬lediği yaklaşık altmış varaklık bir eseri¬dir. En eski yazma nüshası 1037 (1627) tarihli olup Hacı Selim Ağa Kütüphane-si'ndedir (Hüdâyî, nr. 258). S. Habbetü'l-mahabbe. Allah, Peygamber ve Ehl-İ beyt sevgisini anlatan küçük bir risaledir. Ah-med Remzi Akyürek tarafından Mahbû-bü'1-ahibbe adıyla tercüme edilen bu ri¬saleyi Rasim Deniz yeni harflerle yayım¬lamıştır [Habbetü'l-Mahabbe Tercümesi Mahbabü'l-ahibbe, Kayseri 1982). 6. Keş-fü'l-kmâc can vechi's-semâ*. Semain meşruiyetini müdafaa için yazılmış olan bu risalenin 1016 (1607) tarihli nüshası Köprülü Kütüphanesi'ndedir (nr. 1583/ 7). EserH. Kâmil Yılmaz tarafından ter¬cüme edilerek neşredilmiştir ("Hüdâyî'• nin Semâ Risalesi", MÜİFD, IV |1986|, s. 273-284], Bunlardan başka Hayâtü'I-er-vâh ve necâtü'l-eşbâh, el-Fethu'l-ilâ¬hî, Tecelliyât, et-Tarfkatü'I-Muham-mediyye, Fethu'1-bâb ve reî'u'l-hicâb, el-Mecâlisü'l'Vaczıyye adiı Arapça eser¬leri vardır. Şeyhi Üftâde'nin sohbetle¬rinde tuttuğu notlardan meydana ge¬len Vâki cât adlı eser de genellikle Hü-dâyî'ye nisbet edilmiştir. Yazmaları ge¬nellikle üç cilt halinde tertip edilmiş olan eserin, üzerinde HüdâyFnin hattı oldu¬ğuna dair bir kayıt bulunan nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâ¬yî, nr. 250).
Hüdâyî'nin belli başlı Türkçe eserleri de şunlardır:
1. Divan. Dîvân-ı İlâhiy-yât olarak da bilinen eserde Hüdâyrnin 255 kadar ilahisinden başka rubâîve kıtalar da vardır. Divan Kemaleddin Şeno-cak ve Ziver Tezeren tarafından ayrı ayrı yayımlanmıştır (İstanbul 1970, 1986).
2. Necâtü'l-garîk fi'1-cem'i ve't-teirîk. Ta¬savvuf terimlerinden olan cem' ve farkın manzum olarak anlatıldığı bir risaledir.
3. Tarîkatnâme. Ceivetiyye tarikatı âdâbini anlatan bir risaledir. Bu üç eser Nuri adlı bir kişi tarafından Küllîyyât-ı Haz-ret-i Hüdâyî adıyla yayımlanmıştır (İstan¬bul 1287). Bu neşrin sonunda Hüdâyî'nin kısa bir hal tercümesiyle tarikat silsilesi¬ne de yer verilmiştir. Aynı eserleri, Hü¬dâyî Âsitânesi'nin son postnişinlerinden Mehmed Gülsen Efendi (ö, 1925), başına daha geniş bir hal tercümesi ve Hüdâyr¬nin Arapça et-Tarîkatü'1-Muhammediy-ye adlı eserini de ilâve ederek yeniden neşretmiştir (İstanbul 1338).
4. Mektuba t Hüdâyî'nin II). Murad'a ve diğer padişahlarla bazı devlet erkânına gönderdiği mektuplardır. Çoğu III. Murad'a ya¬zılan 152'si Türkçe, yirmi İki kadarı da Arapça mektuptan oluşan bir nüsha SÜ-leymaniye Kütüphanesi'ndedir (Fâtih, nr. 2572], s. Nesâih ve Mevâiz. Hüdâyî'nin vaaz ve nasihatlarını ihtiva eden eser 237 varak olup kırk üç bölümden olu¬şur. Bilinen tek yazma nüshası Hacı Se¬lim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 266). 6. Mi'râciyye. Mi'rac hadisesini âyet ve hadislerin ışığı altında anlatan bir ri¬sale olup bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 262]