Bu bir nasihattir okumayın, işinize gelmeyebilir
Mehmet Ali Bulut 01 Ocak 1970
Peygamber (asv) Efendimizin “Bir zaman gelir dini yaşamak avuçta köz tutmak kadar zor olur” dediğini duyduk ama tam da anlayamadık neyi kast eder… Çünkü biz bundan, sadece zahiri fesatları ve açık haram ve fitneleri anladık. Öyle anlamak da haktır.
Amma çağ hakikaten ‘iktiranlar' çağı olmuş. Batıl ile hak arasında çok fazla bir farklılık görülmez olmuş. Birçok yerde hak, batıl kıyafeti giymiş, Batıl da hak kisvesine bürünmüş. Hak, davasındaki samimiyetsizliğinden dolayı zelil görünüp zayıf düşmüş… Batıl, küfründeki sadakatinden dolayı izzet ve rağbet kazanıp güçlenmiş.
“Ukba” davasındaki Müslüman, dünya hazlarına düşkünlüğü ve haram lokmalara müptelalığı yüzünden tam bir dünyaperest gibi görünüyor. O yüzden de aralarındaki birlik bağı çözülmüş.
Müslümanlar ipleri kopmuş eski bir tespihin boncukları gibi ortalığa saçılmışlar. Deccalın ve şeytanın hizmetkârları ise öyle bir tesanüt/dayanışma içindeler ki siz zannediyorsunuz, onlar hak bunlar batıl! Çünkü batıl davalarında gösterdikleri samimiyet onları ‘mergub' eylemiş.
Müslüman ise hala ‘HAKK'ı temsil ettiği iddiasında bulunarak kendi şansında Hakkı batıldan daha zayıf hale düşürüyor. Hem de “El-Hakku Ya'lû vela yu'la aleyh” (Hak üstündür hakka galip gelinmez) bildiği halde. Öyle bir ahmaklık içinde ki kendi zilletinin, kendi iddiasındaki gevşekliğinden kaynaklandığını bile bilemiyor.
Elbette bunu birçok sepeleri var. Başta ‘vehen'! Peygamberimize (asv) “Vehen nedir Ya Rasulullah” diye sordular, “O dünya hayatına müptelalıktır' buyurdu.
Tabii ki sadece bu değil perişanlığımızın nedeni!
İkincisi; kudsiyete imtisali terk ettik. Yani asıl unuttuğumuz, haramın haramlığındaki emir, helalin helalliliğindeki teşviktir… Bu da Allah'a itimatsızlığımızdan kaynaklanıyor… O'na inanıyoruz ama itimad etmiyoruz!
Üçüncüsü; güya Batıl ile mücadele etmek için batılın vasıtalarını kendimize rehber edindik. Dünyayı seçip ahreti bıraktık. Bulanık suyu içmeyi temiz suya tercih ettik. En temizlerimiz dahi bulanık suyu, temiz suya tercih ettiler. Bir yığın cemaat bilirim ki kendilerine siyasiler tarafından gönderilen paraların kaynağını sormayı dahi akıl etmediler… O kirli su ile abdest alınamayacağını bilmediler. O yüzden de fasıklarımız çoğaldı. Sepetteki sağlam meyveler de tehdit altında…
Oysa iman eden Müslüman, -Hz. Ali kerremellahu vechenin buyurduğu gibi- bilir ki biz bu dünyada ok atılmak için dikilmiş hedefler gibiyiz. Dünyanın her yudum suyunda boğaza kaçıp boğulma; her lokmasında boğaza takılıp ölme tehlikesi vardır. Bir nimete ancak bir başkasından ayrılarak kavuşabiliriz. Mümin terk edebilendir, daha hayırlısını elde etmek için faniden vazgeçebilendir. Bir günü yaşamak, ancak ömürden bir gün tüketmekle mümkün olduğunu unutmuşuz. Niyazi Mısri'nin “Günde bir taş-ı bina-yı ömrümün düştü yere/ Dil yatar, gafil, binası oldu viran bî haber” dediği gibi bizim ömrümüzün sökülen taşlarını görmüyoruz…
Bu dünya, bir eseri ölmeden yeni bir eserin dirilmediği bir dünyadır. İnsan da öyle! Onun da bir eseri ölmeden bir başka eseri dirilmez. “Ondaki bir yeni yıpranmadan, bir başkası yenilenmez”, bir daldaki meyve olgunlaşıp düşmeden diğer meyvenin yetişmediği gibi…
Bugün Müslümanlar kökleri gitmiş dalar gibi ortalıkta duruyorlar. Çünkü dinin özünü bıraktık ve bidatler içimize kadar girdi. Bidatlerin çıkmasını ve içimizde yayılmasını zamaneye verdik. Sünneti terk ettiğimizi akıl etmedik. Bilmedik; bir sünnet terk edilmeden bir bidat ortaya çıkmaz.
Allah bu dini Hz. Muhammed Mustafa (asv) eliyle bize gönderdi ve ikmal etti. O her temiz yolu açtı, her tehlikeli deliği tıkadı. Onun açtığı yoldan gitmeyi terk ettiğinizde, sizi düşmanının kucağına atacak yola girmiş olursunuz. Onun tıkadığı deliği açtığınızda, şeytan ve nefis sizin hanenizi yolgeçen hanı yapar. Ve artık felaketler size kardeş olur.
Siz, sebebi başka yerlerde ararsınız. Bugün olduğu gibi...
Suçu hep batıya doğuya, Amerika'ya, İsrail'e atıp duruyoruz. Bir buçuk milyarlık bir nüfus olarak, 7,5 milyonluk bir İsrail'den yakınmaktan utanmıyoruz. Onlar bizi dövüyor sanıyoruz. Çünkü Allah varken biz onları fail-i muhtar biliyoruz. Düşünmüyoruz ki onlar kaderin memurudur. Kur'an'dan göçüp giderek, sünneti terk ederek hak ettiğimiz akıbeti bize uygulasınlar da rüsvay olalım diye bize musallat edilmiş kaderin icracıları…
Oysa biz azdık onlara galebe ettiğimizde. Dünyanın, peşimizden koşup geldiği zamanlarda hiç de derin stratejilerimiz, şamil aklımız yoktu. Sade bir hayatımız, güçlü bir imanımız, sımsıkı sarıldığımız bir sünnet ve erkânımız vardı.
Biz onları terk ettik, hayat ve izzet de bizi terk eti. Biz zelil olduk, onlar batıl davalarındaki samimiyetlerinden dolayı aziz oldular.
Hidayet ışıklarıyla aydınlanan akıllar, takva alametlerini gözeten gözler azaldıkça, şaşkınlığımız da artıyor. Allahın emrine bağlanıp kendini Allah'a adayan gönüllere ne kadar da çok ihtiyacımız var!
Ama yazık ki o tipleri de biz ellerimizle boğmaya çalışıyoruz. Çünkü hiç birimizin maksadı hakka teslim olmak değil. Hepimiz, Hakkı, kendi fikrimizin kıyafetini giymeye zorluyoruz. Çünkü bugün, Allah adına masivayı terk etmek rağbet görmüyor. Dünyanın malına hücum edip, haramı elde etmek uğruna birbiriyle vuruşan, kırışan, savaşan bir Müslümanlık anlayışı revaçta… İçerde de dışarıda da biz bizimle vuruluyoruz!
Cennet ve cehennemin alametlerini gözetenler kenarda. Onlara itibar etmiyoruz. Onları ahmak, beceriksiz, salak zannediyoruz. “Su akarken küpünü doldurmak”(!) marifet olmuş. O suyun domuz etiyle murdar olmuş haram bir su olması kimseyi rahatsız etmiyor… Şiisiyle, sünnisiyle, dinlisiyle dinsiziyle Müslümanların ekseriyeti haram yiyici olmuş…
O yüzden de Rabbin çağrısını duymuyoruz. Hiç kimse nasihati sevmiyor. Bir söz kendi fikrine destek veriyorsa onu alıyor, vermiyorsa, o ayet bile olsa ona bir kulp takıyor. Propaganda, tebliğe galebe çalmış.
Yazık ki bu gidişatımız sürerse daha uzun bir zaman yabancı bayraklar altında, kendimizi bağımsız zannederek, kardeşlerimizle vuruşmaya devam edeceğiz!
Sizi ümitsizliğe sevk etmiyorum. Bu halin değişmesini istiyorsanız, ahvalinizi tashih ediniz diyorum. Vallahi sahabeler gibi hakka inkıyad etsek, Allah, Şubat içinde yaz gibi bir gün halk ettiği gibi, şu körlük ve basiretsizlik içinde de iki günde cennet asa bir coğrafya bize var eder!
Düşünün ki üç yüzler binlerle, üç binler on binlerle baş etti de galip geldiler.