Soljenitsin Diye Bir Hain
Kıvılcım Çağla 01 Ocak 1970
Nobel ödüllü Rus yazarı Aleksandr Soljenitsin'in ölümünün ardından belki de kendi ülkesinden çok bizde övgü dolu yazılar yazıldı. Oysa o kendi ülkesinde çoktandır unutulmuştu. Bir zamanlar ona hayran olanların çoğu hayal kırıklığına uğramışlardı, yüzüne bakan yoktu. Bizde ise Hürriyet'in zaten herşeyi ve herkesi beğenen suyuna tirit yazarı Doğan Hızlan'dan, Radikal'in kitap ekinde yazan sözde Rusya ve Rus edebiyatı uzmanı Alev Alatlı'dan tutun bizim yarım solcu Birgün'e dek bütün gazetelerin kültür sayfaları bu sıradan vatan hainine ve bu vasat yazar müsveddesine büyük özgürlükçü yazar, fikirleri için acı çekmiş muhalif ve hatta son peygamber gibi payeler biçtiler. Şimdi gelin bu "kahramanı" biraz yakından tanıyalım.
Gazeteler Soljenitsin'in 1945'te 2. Dünya Savaşı sırasında Stalin'i eleştirdiği için hapse atıldığını yazdılar. Ancak nedense ayrıntılarını vermediler. Gerçekten de Aleksandr Soljenitsin 1945 yılı başlarında Sovyet ordusunda bir yüzbaşı olarak savaşırken arkadaşına yazdığı bir mektupta Başkomutan Stalin'i açıkça karalayan, düpedüz provokatif ifadeler kullandığı için hapse mahkum olmuştu. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun savaş zamanında, hele böylesine bir ölüm kalım savaşı sırasında bir subayın başkomutan hakkında aşağılayıcı sözler söylemesi cezasız kalmaz. Fakat burada esas mesele bu değildir. Burjuva basınının sormadığı ve gözden kaçırmak istediği nokta şudur: Bütün subayların ve askerlerin mektuplarının askeri sansür tarafından okunduğu (ve bunun açıkça bilinen, yasal bir uygulama olduğu) bir savaş ortamında bir insan yakalanacağını bile bile neden böyle bir mektup yazar? Üstelik sadece kendini değil mektubu yazdığı arkadaşını da tehlikeye attığını neden düşünmez?
Sebebi gayet basittir: Savaş daha bitmemiştir ve düşman inatla direnmektedir. Cephede hâlâ ölüm tehlikesi vardır. Oysa hapishanede ölüm tehlikesi yoktur ve savaş bitince affedilme umudu vardır. Kısacası bizim "kahraman" hapse atılmak ve postu kurtarmak istemiştir, o kadar. Cepheden bu şekilde kaçmaya ne ad verilmesi gerektiğini okurların takdirine bırakıyorum. Bizim "kahraman" ise daha sonra bu hareketine ideolojik bir kılıf uyduracaktır. Bu arada dikkat ediniz, eğer Stalin gerçekten bir diktatör olsaydı, böyle savaş zamanında kendisine ihanet edenleri herhalde kurşuna dizdirirdi. Ama Stalin bir diktatör değildi ve Sovyetler Birliği de bir hukuk devletiydi. Elbette yanlışlar da vardı, dürüst insanların cezalandırıldığı da oluyordu, ancak yasal prodesür uygulanmadan, açıkça mahkeme edilmeden kimse ceza almıyordu. Yargısız infazlar yoktu. Bu arada aslında kurşuna dizilmeyi hak eden Soljenitsin gibi hainler de kurtulabiliyorlardı.
Fakat Soljenitsin'in hainliği burada kalmaz. Tutuklandığı zaman mektubu yazdığı arkadaşı Nikolay Vitkeviç'i, K. Simonyan'ı, başkalarını ve hatta kendi karısı Natalya Reşetovskaya'yı "antikomünist", "halk düşmanı" vb olarak ihbar eder. Böylece ihbarcı-itirafçı kariyerine başlar. Kendisi 8 yıl, ihbar ettiği kişiler de çeşitli hapis cezaları alırlar. Peki bizim "kahraman" hapiste nasıl koşullarda yaşamıştır? Şu meşhur Stalin "zindanları" nasıl yerlerdir? Kendi ağzından dinleyelim: "Hayat rahattı - satranç takımları, kitaplar, temiz yatak takımları. Hayatımda bu kadar iyi uyumamıştım. Yerler parke... Bu merkezi siyasi hapishane sanki tatil yeri..." (GULAG Takımadaları, cilt 1, Bölüm 5). 1952 yılında Kazakistan'da Ekibastuz'da hapis yatarken bir açlık grevine katılır ama çabucak bırakır, yine arkadaşlarına ihanet eder. Bütün hapisliği boyunca Vetrov takma adıyla ihbarcılık yapar. 1953'te hapisten çıkar, Kazakistan'da öğretmenlik yapar ve 1957'de resmen rehabilite edilir, Rusya'ya döner. O sırada iktidarda Nikita Hruşçov vardır ve Hruşçov Stalin'den ölümüne nefret etmektedir. Hruşçov'un açtığı anti-Stalinist kampanya Soljenitsin'i heycanlandırır. Hruşçov gibi o da Stalin'den intikam almak istemektedir. 1959'da İvan Denisoviç'in Hayatında Bir Gün'ü yazar. Romanın 1962 ve 1963'te en popüler dergilerde yayınlanmasıyla kısa sürede tanınır.
Burada konudan biraz uzaklaşıp Hruşçov'un Stalin'den neden nefret ettiğine de değinelim. Şüphesiz birçok sebebi var ama burada bu nefretin bizde hiç bilinmeyen, tamamen kişisel bir yanından söz edelim. Hruşçov'un oğlu Leonid savaş uçağı pilotudur ancak alkoliktir. Leonid 1941 yılı başında alkolün etkisiyle adi bir suç işler fakat nüfuzlu babası sayesinde mahkemeye çıkmaktan kurtulur. Daha sonra yine bir içki aleminde bir cinayet işler, bu kez arkadaşı Stepan Mikoyan'ın tanıklığı ile 8 yıl ceza ile kurtulur, cezasını cephede savaşarak çekecektir. Leonid bir gün uçağıyla Almanlara doğru uçar ve kaybolur. Daha sonra Almanlara esir düştüğü duyulur. Ancak bilerek esir düştüğüne dair kuşkular doğar. Nitekim esirlikte Hitler'in anti-Sovyet propagandasına katılması üzerine kuşkular kesinleşir. Bunun üzerine Stalin Leonid'in yakalanarak Moskova'ya getirilmesini emreder. Sovyet karşı-istihbaratı "Smerş" büyük bir başarıyla Leonid'i ve hakkındaki belgeleri Alman topraklarından alıp Moskova'ya getirir. Doğal olarak askeri mahkemeye çıkarılır. Mahkeme Leonid'e idam cezası verir. Hruşçov bunun üzerine Politbüro'ya başvurur ve Leonid'in cezasının hafifletilmesini ister. Stalin konunun Politbüro'da görüşülmesini kabul eder. Politbüro toplantısında ilk olarak Smerş'in komutanı Korgeneral Abakumov raporunu sunar ve salondan çıkar. Daha sonra Politbüro aday üyesi, Moskova il ve merkez ilçe parti sekreteri, Kızıl Ordu Siyasi Kısım şefi Aleksandr Şçerbakov konuşur ve yasalar önünde eşitliğe vurgu yaparak nüfuzlu babaların oğullarını affetmenin doğru olmayacağını, bunun halkta çok kötü bir etki yapacağını ve mahkemenin kararının doğru olduğunu savunur. Ardından KGB başkanı Beriya konuşur, Leonid'in önceki suçlarından bahseder ve zaten iki kez affedilmiş olduğunu hatırlatır. Sonra Politbüro üyeleri Molotov, Kaganoviç, Malenkov konuşurlar. Hepsinin görüşü birdir: Mahkemenin kararı yerindedir. Son olarak Stalin konuşur. Gerçekten zor bir durumdadır. Kendi oğlu Yakov da Almanlara esir düşmüştür. Ancak Yakov düşmanla işbirliğini reddetmiştir. Stalin şöyle der: "Nikita Sergeyeviç [Hruşçov] güçlü olmalı ve yoldaşların görüşünü kabul etmelidir. Aynı şeyi benim oğlum da yaparsa bir baba olarak derin acı duysam bile bu adil kararı kabul ederim!". Bu noktada Hruşçov Stalin'in önünde diz çökerek yalvarır, sinir krizleri geçirir ancak "diktatör" Stalin kararından vazgeçmez. İşte o andan itibaren Hruşçov Stalin'den ölesiye nefret eder. Nitekim Stalin'in ölümünden sonra iktidarı ele aldığı zaman o günkü Politbüro toplantısında olanların hepsiyle hesaplaşır: Önce Beriya'yı kurşuna dizdirir. Sonra Abakumov'u 1954 sonunda uydurma bir davadan idama mahkum ettirir ve idam kararından sonra iki haftalık Yüksek Sovyet'in affetme yetkisini kullanabilme süresini beklemeden hemen infaz ettirir. Sonra oğlunu Almanya'dan kaçırma operasyonunu yönetmiş olan Tümgeneral Pavel Sudoplatov'u 15 yıl hapse mahkum ettirir. Molotov, Malenkov ve Kaganoviç'i partiden ihraç eder. Elinden bir tek Aleksandr Şçerbakov kurtulmuştur, çünkü o daha 1945'te ölmüştür.
Şimdi gelelim tekrar Soljenitsin'e. 1963 yılında SSCB Yazarlar Birliği'ne kabul edilmiştir, Moskova'ya taşınmıştır, bir Moskviç araba almıştır, popüler olmuştur, en prestijli dergilerde yazmaktadır. Hruşçov yazarlarla toplantısında herkesin içinde onu övüp ötekilere saldırmıştır. Öyle ki İlya Ehrenburg neredeyse kalp krizi geçirmiştir. Bizim "kahraman" ise sessizce izlemiştir. Ancak henüz istediği yerde değildir. O yıllarda kamp ve esaret edebiyatı modadır ve başka yazarlar da vardır. Soljenitsin ise onların arasından sıyrılıp en yüksek edebi ödül olan Lenin Ödülü'nü almak istemektedir. Nitekim ödüle aday gösterilir ancak bir türlü alamaz, çünkü bu sırada 1964'te Hruşçov görevden alınır ve yerine Brejnev geçer. Anti-Stalinist kampanya hız keser. Soljenitsin'in kitapları eskisi gibi kolay basılmamaya başlanır. İşte bu noktadan itibaren Soljenitsin de dünyaya küser ve tamamen anti-Sovyetik yazılar yazmaya başlar. 1965 yılında bir romanının el yazısına KGB el koyar. Ancak Soljenitsin edebi dergilerde yazmaya devam eder. 1968 yılında iki romanı ülke dışında Batı'da basılır. Bu arada KGB'nin el koyduğu yazılar arasındaki bir piyesi açıkça anti-Sovyetik propaganda amaçlıdır. Piyes görüş bildirmeleri için yazarlara verilir. Nobel ödüllü Mihail Şolohov'un yorumu şöyledir: "Yazarın hastalıklı boyutlardaki utanmazlığı çarpıcı... Biçimde çaresiz... İçerik ise hiç sorma. Bütün komutanlar ya iflah olmaz alçaklar ya da tereddütler içinde gidip gelen ve hiçbir şeye inanmayan insanlar... Neden Rus ve Tatar askerleriyle alay edilmiş? Neden vatan haini Vlasovcular Rus halkının isteklerini ifade eden kişiler olarak övülmüş? Eğer Soljenitsin psikolojik olarak normal ise, o zaman o bariz ve hınç dolu bir Sovyet düşmanı." 1969 yılında Gulag Takımadaları'nı bitiren Soljenitsin onu da yurtdışına uçurur. Yazarlar Birliği ile arasındaki polemiği de derinleştirir. Soljenitsin artık açıkça hesabını Batı'ya göre yapmaktadır. Nitekim beklediği olur 1970 yılında Nobel ödülünü kazanır. Bu arada 1968'den beri bir sevgilisi de vardır, Natalya Svetlovaya. Nobel'i aldığını öğrendikten sonra o zamana dek kendisi için her türlü özveride bulunmuş olan karısı Natalya Reşetovskaya'yı boşamaya kalkar, kadın kendini zehirler, ölümden döner.
1973 yılında SSCB Yazarlar Birliği'nden ihraç edilir. Ancak Soljenitsin artık zaten yurtdışına çıkma planları yapmaktadır. Yazalar Birliği'nden başkar yazarlar da ihraç edilir ancak Soljenitsin onlar için yürütülen kampanyayla ilgilenmez. 1973 sonunda Paris'te Gulag Takımadaları'nın birinci cildi yayınlanır. Bu roman uyduruk söylentilerle doludur. Soljenitsin Stalin'in "kurban"larının sayısının 66.7 milyon kişi olduğu yalanını uydurur. Oysa perestroyka zamanında oluşturulan komisyon 1921-1954 yılları arasında siyasi sebeplerden dolayı çeşitli sürelerle hapse ve idama mahkum olanların sayısının 3.7 milyon ve bunlardan idam cezası alanların da yaklaşık 800 bin kişi olduğunu tespit eder. Daha önce kendisi de 40 milyon gibi fantastik rakamlar vermiş olan tarihçi Medvedev en azından açıkça özür diler, Soljenitsin ise her zamanki gibi utanmaz ve yüzsüzdür.
1974'te vatandaşlıktan atılır ve sınırdışı edilir. Soljenitsin bir kahraman gibi Avrupa ve ABD'yi gezer. ABD'ye övgüler yağdırır. Açıkça "ABD dünyadaki en yüce gönüllü ve en cömert ülkedir... Lütfen iç işlerimize daha fazla karışın" der. İspanya'da faşist Franco rejimi destekler çünkü ona bu rejim "hıristiyanlık" ilkesine dayanmaktadır ve İspanyollara "mutlak özgürlüğü" vermektedir. Soljenitsin'in ultra sağcı beyanları öyle bir hal alır ki Batı basınında onun psikolojik sağlığını sorgulayan yazılar çıkmaya başlar. Newsweek ABD başkanı Nixon ile dışişleri bakanı Kissinger arasında şöyle bir konuşma geçtiğini yazar: Nixon: "Soljenitsin Barry Goldwater'dan daha sağcı yahu!". Kissinger: "Hayır, sayın başkan. O çarlardan daha sağcı." Soljenitsin ve benzeri sözde muhalif ("dissident") güruhu Nobel ödülünü aldığı halde Sovyetik ve komünist olarak kalan Şolohov'dan nefret ediyordu, bu yüzden Şolohov'un başlıca romanı Durgun Don'u onun yazmadığı yalanını uydurdular.
Soljenitsin'in bütün günahlarını, bütün patolojik beyanlarını sıralamak için burası yeterli değil. Son olarak 1993'te Yeltsin parlamentoyu bombaladığı zaman ne söylediğini aktaralım: "Komünizmle mücadelede bu kaçınılmaz bir etap".