Tahşiye operasyonu dökülüyor
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Bütün mesele, hırsızlık ve yolsuzluk iddialarının konuşulmasını engellemek. Ama herkes, bunun farkında olduğu için, konu bir türlü gündemden düşmüyor.
Korkuyorlar ve korktukça yanlış yapıyorlar. Aradılar taradılar, Cemaat ile polis ilişkisini ispat etmek maksadıyla, “Tahşiye operasyonunu” icat ettiler. İcat diyorum çünkü Bülent Arınç itiraf etti: “Onları arayıp, şikâyetiniz var mı diye soruldu” dedi. Meğer adamlar mağdur olduk diye kendiliklerinden ortaya çıkmamışlar. Bir operasyona start verebilmek için, polis ya da savcılar onlara başvurmuş. Kısacası daha operasyonun başlangıcı fiyasko.
Bu arada, davanın tamamlanmadığını, Yargıtay aşamasında olduğunu da hatırlatayım. Ne biçim ülke! Bir yandan Yüksek Yargı’da, Ankara’da süreç devam ediyor öte yandan İstanbul’daki polis ve savcılar Tahşiyeciler’i beraat ettirmiş, onların mağduriyetine yol açanlara operasyon düzenliyor.
Yavaş yavaş perde aralanıyor. Meğer, Gülen’in 6 Nisan 2009’da herkul.org’da yayınlanan ve Tahşiye tehlikesine işaret ettiği konuşmasından 2 ay önce MİT, Emniyet’e bu grupla ilgili bilgi aktarmış. Bir anlamda düğmeye basan Tayyip Erdoğan’ın gözbebeği MİT. El Kaideciler yakalandı diye açıklama yapan da Vali Muammer Güler. Ya onay veren? O da, şu anda AK Parti Milletvekili, dönemin Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal… Neresinden tutsanız operasyon dökülüyor.
“Yakalanan bombaların üzerinde polislerin parmak izi çıktı” iddiası da çöktü. Meğer parmak izi bombanın değil, bombanın içine konulduğu delil torbasının üzerindeymiş.
El Kaide ile iltisaklı gibi duran, en azından lider Mehmet Doğan’ın, müritlerini “Afganistan’a gidin; cihada katılın” diye teşvik ettiği bir yapı söz konusu. Televizyonlar, bu konuşmaları Doğan’ın kendi sesinden yayınlıyor. Meğer Haber Türk’ün başındayken, bu kasetler Yiğit Bulut’un eline geçmiş. İlk defa Haber Türk’te, Yiğit Bulut’un yönettiği bir programda yayınlanmış. Bulut, “Her din adamı El Kaideci değildir” diye Cübbeli Ahmet Hoca’yı överken, Tahşiyeciler’in liderini yerden yere vuruyor.
Bütün bu öğrendiklerim, beni şöyle bir sonuca ulaştırdı… Moda tabirle söyleyelim: Demek Muammer Güler, Oğuz Kağan Köksal, Yiğit Bulut, MİT… Bunların hepsi Cemaatçi… Hepsi Haşhaşi… Haydi, Tayyip Erdoğan kadar ağır konuşmayalım. En azından, en hafif tabiriyle hepsi “makul şüpheli.” İster misiniz onlar da operasyona dahil edilsinler!
Bu senaryo utandırıyor
Perihan Mağden, iğneleyici ama bir o kadar da esprili bir üslûba sahip. Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdülhamit Bilici ile hislerini paylaşmış. Şöyle diyor:
“Bu keyfi zulme maruz kalan herkes adına size yazıyorum. Tarif edemeyeceğim elem ve (bunları yapacak kadar yoldan çıkabilenler adına) utanç içindeyim. Hani kötü sergilenen bir oyunu izlerken, sahnede oynayanlar adına yerin dibine geçersiniz ya. Onlar kıvançla korkunç oyunlarını oynamaya devam eder. Oynayan siz değilsinizdir, yöneten yazan siz değilsinizdir. Yalnızca seyirci olarak orada bulunduğunuz için dahi utançtan yerin dibine geçersiniz. Hislerimi paylaşmak istedim. Bu utanmaz oyuncuların, arlanmaz oyunları bitse de sıcacık evlerimize dönsek! Dualarım sizlerle.”
Türkiye’de sahnelenen bu çirkin senaryo, daha güzel anlatılamazdı. Zira, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Dünya o kadar küçüldü ki herkes gelişmelerin farkında.
Muhtemelen, “Böyle başa böyle tıraş” diye düşünüyorlar. Daha kibar bir benzetmeyle, “Her millet layık olduğu yönetimi bulur.” Sonuçta, seyirci durumunda bile olsak, itiraz da etsek, biz de bu ayıptan nasibimizi alıyoruz.
Cehalet
Cehalet beni her zaman korkutur. En kötü şey de, bir şeyi iyi bilmemek ve bilmediğinin de farkında olmamaktır. Cumhuriyet’te Çiğdem Toker’i okuyunca, Erdoğan’ı yönlendiren danışmanlarına bir kere daha kızdım. Onu uyaracaklarına, hep yanlış yola sevk ediyorlar; hatalı ya da eksik bilgi veriyorlar.
Erdoğan, Ak Saray’ı Westminster Sarayı ile kıyas ederek meşrulaştırmaya çalıştı. Westminster Sarayı’nın 3 milyar euro’ya (5 milyar dolara) mal olduğunu söyledi. İngiltere Başbakanı Cameron’a sormuş, “Var mı orada yaygara” demiş. “Yok normal şeyler bunlar” cevabını almış.
Çiğdem Toker, Westminster restorasyonunun henüz başlamadığını, sadece karar alındığını hatırlatıyor. Bu restorasyonun başlaması 2020 yılını bulabilirmiş. Yani, İngiliz halkı bir oldubittiyle karşı karşıya değil. Restorasyonu engelleyen bir yargı kararı da yok. Üstelik bu restorasyon için bir kanun çıkarmak gerekiyormuş. Ayrıca, konu İngiltere basınında tartışılıyor; “maliyetin utanç verici derecede pahalı olduğu” yazılıp çiziliyor.
Erdoğan’ın vatandaşı aldatmak için böyle konuştuğuna ihtimal vermiyorum. Herhalde danışmanları onu aldatıyor.
Ya El Kaideci olduğu ileri sürülen Mehmet Doğan için söyledikleri… “17 yıl cezaevinde kaldı” diyor üzerine basa basa. Oysa 17 yıl değil, 17 ay… Hem bu kadar iddialı konuşacaksınız, hem aylarla yılları karıştıracaksınız.
Tahşiyeci Mehmet Doğan’ın dosyası Yargıtay’da. Ya mahkûm olursa? Cumhurbaşkanı zor duruma düşmez mi? Zaten, şu anda da görülen bir davayı etkilemiş oluyor. Bu da yasalara göre suç.
Neden danışmanları Erdoğan’a doğru yolu göstermiyor? Niçin “Mehmet Doğan gibi, müritlerini Afganistan’a gidip El Kaide’ye katılmasını teşvik eden birisine arka çıkmak, dünya kamuoyunda sizi zor durumda bırakır” demiyorlar ona? Zaten, Batı, giderek Türkiye’de siyasal İslâmcı bir iktidar olduğunu düşünmeye başladı. Türkiye’nin, IŞİD’e ya da Suriye’deki diğer radikal unsurlara, sözgelimi El Nusra’ya yardım ettiği iddiaları mevcut. Şimdi bir de cihat çağrısı yapan, Yahudiler’i, Hıristiyanlar’ı düşman ilan eden, onları temizlemek gerektiğini söyleyen biriyle, aynı fotoğraf karesinde yer alıyorsunuz… Yakışmıyor!
“Makbul” Mehmet Doğan’ın görüşleri
- Bazı kimseler Müslümanlar’ı aldatmak için cihadın, düşmanın bir İslâm beldesine saldırması durumunda ancak müdafaa için meşru olduğunu, bunun da terörist bir tarzda olmamak şartıyla caiz olduğunu iddia etmektedirler. Hâlbuki bunların terörizm namı verdikleri harekât, cihad-ı diniyedir.
- Müslümanlar’ın, kâfirleri İslâmiyet’e davet ettikten sonra, onlar da bu daveti kabul etmeyip reddettikleri takdirde, ilayi Kelimetullah için savaşmalarına cihat denir.
- İslâm tarihine bakıldığı zaman görülüyor ki, asrısaadetten beri İslâm ordusu küffara karşı cihadı bırakmamıştır. Kur’an’ın yer yüzündeki hâkimiyeti için, savaşmışlar ve mücahede etmişlerdir.
- Müşriklerle cihat etmek farz olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyanlar’la da cihat farzdır. Hatta Yahudi ve Hıristiyanlar’la cihat, müşriklerle cihaddan daha efdaldir. Yahudi ve Hıristiyanlar, ehl-i kitap muamelesi görseler de daireyi itikatta ve ahiret noktasında müşriktirler.
- Tevbe suresi, bütün fitne ve fesadın membağının haham ve papazlar olduğuna işaret etmektedir. Dünyanın bütün siyasetini karıştıran onlardır. Çünkü Yahudiler’in, Protokolat adlı siyasi kitabında belirttiği gibi, bütün dünyayı idare eden 300 kişiden mürekkep gizli bir Yahudi hükümeti vardır. Bütün dünyadaki ifsadatın membağı bu gizli hükümet ve bunun başındaki hahamdır. Şu andaki bütün Hıristiyan papazları, gizlice o hahama bağlıdır.
- İnsanlar medeni iseler İslâm’ı kabul ederler. Eğer kabul etmezlerse, onlar vahşidir. Bu vahşilerin vahşetlerini izale etmek için onlara kılıç çekmek lazım gelir. Tebliğ kendilerine ulaştığı halde Kur’an’ı kabul etmeyen kimseler vahşidir. Şeriat onlara karşı cihadı emretmiştir.
- Zekât vermeyenin, namaz kılmayanın yeryüzünde gezmesi yasaktır. Mezheplere göre illa cezası vardır. Ya kafası uçurulur, harp edilir yahut hapse atılır.
***
İşte bunlar, “makbul” Mehmet Doğan’ın, kıymetli düşünceleri.