Üçlü tecâhül
Taha KIVANÇ 01 Ocak 1970
Hasan Cemal yine yaptı yapacağını ve piyasaya yeni çıkan kitabıyla gündem oluşturmayı başardı. Kimsenin 600 sayfalık kitabın bütününü okduğunu sanmıyorum, konuyu işleyenlerin bazısı görmemiş de olabilir kitabı; ama "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" (Doğan Yayıncılık) hakkında kaleme sarılmayan yakında kalmayacak gibi...
Helâl olsun.
Kitabı henüz görmedim, ama yazarıyla yapılmış mülâkatları dikkatle okuyor, üzerine yazılmış yazılara da göz atıyorum. İlk fırsatta okuyup sizi ilgilendirecek ayrıntıları buraya taşıyacağım. Bugün ise, kitaptan hareketle yazılmış bir değiniye açıklık kazandırmak istiyorum. Müthiş bir 'tecâhül-i ârifâne' örneğine dikkatinizi çekerek...
'Tecâhül-i ârifâne', mâlum, edebî bir üslubun adı; 'bildiği halde bilmezden gelme' demek... Eskiler bunu büyük bir ustalıkla becerirlerdi; şimdilerde her şeye dümdüz girildiği için bu sanata ihtiyaç pek duyulmuyor. Bu bakımdan, nice yönden kendisine 'hayran' olduğum Ertuğrul Özkök'ün bu sanata da el attığını görünce kendimi konunun uzağında tutamadım.
Hürriyet'te çıkan yazıdan dikkatimi çeken bölümü birlikte okuyalım mı: "Cumhuriyet'in ikinci sayfasında Sami Karaören'in yönettiği bir makaleler sayfası vardı. / Kitabın 47'nci sayfasında, bombalı bir saldırıda hayatını kaybeden Bahriye Üçok'la ilgili çok ilginç bir bilgi var. / Sami Karaören bir gün Hasan Cemal'e gelip, Bahriye Üçok'un gönderdiği yazıyı göstermiş ve şunu demiş: / 'MİT'ten rica etmişler, bu yazıyı öne alabilir miyim?' / Merak ettim. Acaba Bahriye Üçok'un MİT'le ne ilgisi olabilirdi?"
Bildiğim kadarıyla Cumhuriyet'in ikinci sayfasında hâlâ makalelere yer veriliyor. Yine bildiğim kadarıyla, o sayfanın sorumlusu hâlâ Sami Karaören. O sayfada bugün de bana ara ara burada değinme ihtiyacı duyuran makaleler yayımlanıyor.
Ertuğrul Özkök'ün Hasan Cemal'den naklettiği bilginin sonuna yerleştirdiği soru sizin de dikkatinizi çekmiştir herhalde. "Merak ettim" diyor, "Acaba Bahriye Üçok'un MİT'le ne ilgisi olabilirdi?" Oysa, kendisi de söz konusu dönemde Ankara temsilciliği yaptığı ve MİT'in o zamanki müsteşarı Teoman Koman'ın yemeklerine katıldığı için merakını giderecek bilgiye sahip olması gerekiyor.
1990 yılı sonlarıydı. O zaman korgeneral rütbesiyle MİT'te müsteşarlık yapan Teoman Koman yeni bir âdet başlattı. Gazetelerin Ankara temsilcileri ve Ankara'da ikamet eden yazarlarıyla biraraya gelme âdeti... Önce bir meslek örgütünün dâvetiyle bir lokantada buluşuldu kalabalık bir gazeteci grubu olarak; ardından aynı grup MİT'e dâvet edilerek ikinci bir buluşma gerçekleşti. Sonradan Jandarma Genel Komutanı olacak Koman Paşa olabildiğince açık yürekli konuşmalar yaptı, sorularımızı cevaplandırdı.
Nasıl hatırlamıyor, hayret, duyar duymaz da buraya yazmıştım, sonradan defalarca dile getirdiğimi sizler de hatırlayacaksınız. Teoman Koman, kısa süre önce bombalı bir siyasî suikastta hayatını kaybetmiş Doç. Bahriye Üçok'la yakından ilgilendiklerini o buluşmaların ilkinde söylemişti. "Bahriye Hanım'ı teşkilâta çağırıp kitap paketlerini nasıl açması gerektiği konusunda kendisini eğitmiştik halbuki" sözleri kulaklarımda hâlâ çınlar Teoman Koman'ın...
Bahriye Üçok bir kargo şirketi aracılığıyla gönderilmiş kitap paketinin patlaması sonucu hayatını kaybetmişti. Paketi açarken, yanında bulunan kızını odadan çıkarttığı da biliniyor. Bomba uzmanlarınca eğitildiği halde paketi düzgün açamamıştı besbelli. Siyasî cinayetler içinde en 'tuhafı' Bahriye Üçok'un mâruz kaldığıydı.
Paketi kargoya teslim eden MİT elemanı kısa süre sonra bir trafik kazasında öldü. Paketi teslim alan kargo görevlisini aramaya çıkanlar da eli boş dönmüşlerdi: Gülay Calap adlı görevli şirketten ayrılmıştı çünkü... Karadenizli Gülay "PKK'ya kaçtığı için" bulunamadı, Doç. Bahriye Üçok cinayeti de bu yüzden karanlıkta kaldı.
Ben, o cinayetin 'başarısız bir suikast girişimi' kalmak üzere planlandığına bugün de inanırım.
Ertuğrul Özkök'ün merakı Bahriye Hanım'la sınırlı kalmış; oysa Hasan Cemal anlatımındaki MİT'ten haber getiren Cumhuriyet elemanı meraka değmez mi? MİT'in ricasını ikinci sayfada çıkan yazıların sorumlusu Sami Karaören gazetenin yayın yönetmenine getirmiş... Onun yerinde ben olsam, "Acaba Sami Bey de mi?" diye merak ederdim. Merak etmiyorsam, vaktiyle Cumhuriyet'te sorumluluk üstlenmiş birinin, Karaören'i, ad vererek "MİTçi" diye suçlamasındandır. O günlerde (Temmuz 1993) Kulis'te yazmıştım; siyasî bir dergi üzerine atlayınca konu basında haftalarca tartışılmıştı...
Ertuğrul Özkök'e neden hayranlık duyduğumu herhalde anlamışsınızdır: Eskiden bir kez tecâhül-i ârifâne yapan 'usta' sayılırdı, o ise tek paragrafta tam üç kez yapmış... Benimle birlikte sizler de şapkanızı çıkarın.