…………………….
Alper AKSOY 17 Nisan 2007
Yetmişli yıllarda ne güzel filimler gelirdi sinemalara... Hani o Amerikan filimleri vardı; esas oğlanın gençlik yıllarından başlardı, yani sosyalleşme çağından. Bunun niçin böyle olması gerektiğini yıllar sonra anladım. Çünkü insan karakteri o yıllarda şekillenip kemikleşiyordu. En çok da sonu yazıyla biten filimlere bayılırdım:
- 3 Yıl sonra Oklahama... Tren soyguncusu Smith manastıra kapanıp kendini dine verdi...”
- 6 yıl sonra Texas, savaş pilotu Gerard balkondan düşüp beyin kanamasından öldü.
- 14 yıl sonra New-Jersey...Rahibe Maria üniformasını çıkarıp Genelevde çalışmaya başladı...
........
Film sonunda ses eşliğinde akan bu yazılar hep beklenmeyen sonuçlar ihtiva ederdi, hep şaşırtıcı idi.
Amerikan filimlerini bırakıp şimdi kendi filimlerimize dönelim. Hem de suare 2 film tekmili birden seyrettireceğim sizlere.. Bakalım bizim filimlerin sonunda hangi yazılar akacak?
***
SUARE 2 FİLM TEKMİLİ BİRDEN
Yetmişli yılların başında Ankara’da bütün ülkücüler birbirlerini kısmen değil ismen ve de cismen tanırdı... Hepsini toplasan bir sinema salonunu anca doldururdu... Hatta kimin kroşesi iyidir, kim hızlı koşar, kim yükseklerden uçar herkes herkesin imini cimini bilirdi... Bunun için de ülkücüler birbirlerine lakaplar takarlardı: Rüzgarın Oğlu, Uçan General, Deli Kurt, Gazili Gazi, Bana Müsaade..
Yaa, siz hiç bir fakültenin ikinci katında komolar tarafından sıkıştırılıp elli kişinin hücumuna maruz kalsanız ve can havliyle kendinizi “Ya Allllaaaaaaaahhh” nidasıyla pencereyi açıp kendinizi başluğa bıraksanız ve aşağı doğru düşerken düşeceğiniz yerde yüz kadar kızılı daha görseniz, “eyvah, elliden kaçarken yüzlüğün içine düşüyorum” diye düşünseniz ne yaparsınız?.. Sizi bilmem ama bu Uçan Generalimiz aşağı düşerken “Savuluuuunnn ben geliyorum” diyebilmiştir... Hem öyle demiş hem de iri yarı gövdesi ile kalabalığı ilime lime dağıtıp kendini kurtarmıştır... Ve tabii o günün hatırası olarak da Uçan General lakabı takılmıştır Salih Dilek’e...
Şimdi ilerki günlerin parçalarını noktalayıp filmimizi başlatalım. Esas oğlanımızın gençlik yıllarındaki lakabı “Bana Müsaade” dir... Farzedin ki Gazi Eğitim’deyiz, ortalık gene elektiriklenmiştir... Galip Ağabey’in Deli Kurt lakabını taktığı Mehmet Kılınç paltosunun kolları uzatıp, astarları içerden sıkıca tuttuysa bilin ki ortalıkta kavga kokusu vardır... Nerede ve kime vurulacak ilk önce?..Daha öğrenci olaylarında dinamitlerin, bombaların patlamadığı silah tarrakalarının başlamadığı yıllardır... En ağır silahlar muşta ve zincirdir... Bir okulda gerginlik başladıysa bir sinema dolusu ülkücü “gardaşlarımızın yardımına” diyerek oraya koşalardı... O gün Gazi’ye gelenlerin arasında O’da vardı... Hukuklular toplu geldiği için kim bilir gurubu atlatamamıştı... Geldiğinde bir de ne görsün “Gazililer darda” çağrısı evham değil gerçektir.
İki yüz kişilik gurubun bir kısmı kantini sağlama alır, bir kısmı giriş nizamiyesini kollar, önemli bir bölümü de dışarda “Biz de burdayiz, ülküdaşlarımıza saldırırken bizi de hesaba katın” dercesine volta atıyorlardı... Her şey bir kıvılcım beklemektedir, küçük bir kıvılcım...
Bana Müsaade geniş delikli burnu ile havayı şöyle bir koklar ve tehlikeyi sezer... Volta atanlarından bir guruba yaklaşır:
- Bana müsaade, eyvaaah nasıl da unuttum, bu gün partide başbuğa bir yazı daktilo edecektim, der.
Resimci Coşkun Karakaya biraz dobraca konuşur:
- Sana müsaade güle güle...
Bu olayın benzeri ilahiyatta da, Eczacılıkta da, Fen Fakültesinde de tekrarlanmıştır...Bu kadar tekrardan sonra lakabı Bana Müsaade’ye çıkmıştır normal olarak...Derken Gazi Bahçesine Deli Boğa gelmiştir, O geldiyse elli kişi geldi demektir, o geldiyse bir ordu geldi demektir...Yaşça Gazililerden hayli küçüktür ama kalın gövdesi, azman yumrukları, mangal yüreği vardır... Deli Kurt Mehmet Kılınç öyle bir sarılır ki Deli Boğa’ya:
- Aslanım der, Deli Boğam benim, sen geldin ya, sırtımız yere gelmez gayri...
Deli Boğa Ulucanlar’ın gencidir, hem kuvvetlidir hem de çok teknik dövüşür. Onun bulunduğu mekanlar kavganın merkezi olurdu, çünkü önce ona saldırırlardı. Deli Boğa ülkücü gurubun moral barometresiydi, Hacettepe’de ayağı bir taşa takılıp yere düşmüş, üstüne otuz kişi saldırmış bu hali görenler “Eyvaaahhh bu gün yandık!” demişlerdi ve bu moral bozukluğu ile çok feci dövülmüşlerdi Hacettepe’de...
İşin enterasan tarafı da Deli Boğa “Bana Müsaade”nin küçük kardeşi idi...
Bana Müsaade aslında çoktan dayağı haketmişti, her elektiriklenmede mutlaka bir bahane uydurup olay mahallinden tüyerdi... Hem de öyle bir zamanlaması vardı ki o tüydükten üç ya da beş dakika sonra ortalık toz dumana dönerdi... Hatta Okul Başkanı Talip derdi ki
- Arkadaşlar Bana Müsaade tüydü dikkat edin saldırı yakın! diye uyarırdı.
Ah bu Deli Boğa’nın hatırı yok mu?.. Bre ne büyük hatırdı o öyle!.. Bana Müsaade’nin tüymelerine hep küçük delikanlının koca hatırı dolayısıyla katlanırlardı... Çünkü Deli Boğa eli kişilik guruba tek başına daldığı olurdu, dalıp tek başına dağıttığı olurdu...
O gün Gazi Başkanı Talip geldi Deli Boğayı alnından öptü:
- Yiğidim benim! dedi, Deli Boğam, yumruğun hep böyle kavi olsun!
Ama Fen Fakültesinde olanlar oldu... Korkmaz Apo yardıma gelenler arasında Bana Müsaadeyi görünce yanına yaklaştı:
- Bak gardaş! dedi, bu gün bana müsaade demek felan yok, pazarlığı baştan yapalım... Şöyle doya doya, döne döne dövüşeceğiz bu gün, tamam mı?
Bana Müsaade biraz bozulur gibi oldu ve:
- Ya bırak şımdı dalgayı Apo dedi, biz buraya yardıma geldik...
Az sonra burnu kavga kokusu alan Deli Boğa damlamıştı oraya... O gün günlerden beri sezdiği, şüphelendiği şeye istemeyerek de olsa kulak misafiri oldu. Bir ülküdaşı:
- Aman dikkat edin Bana Müsaade bu gün tüymesin! diyordu...
Deli Boğa’nın sezgileri ve şüpheleri gerçek çıkmıştı. Hemen hışımla yaklaştı ağabeyine, “gel şöyle” diyerek kalabalıktan uzaklaştırdı ve yakasından tutup:
- Bana bak! dedi, büyüğümsün ve de ağabeyimsin ama senden utanıyorum... Ulan “Bana Müsaade” lakabı nerden çıktı?.. Seksen kilo gövden var, dört tekme, beş yumruk yesen ne olur sanki, ne olur haaa?.. diye öyle bir gürlediki ağabeyine...
Ve o gün Bana Müsaade ilk defa tüyemedi, ilk defa ve de son defa kavgaya girdi.
Bırak hırpalasınlar biraz diyerek Deli Boğa da komo kalabalığını ağabeyinin üstüne doğru iteledi... İsteksiz girdiği için, zoraki girdiği için o gün “Bana Müsaade”nin kaşı açıldı, dudağı patladı, burnu yamuklaştı .
..................
Beşyıl yıl sonra Ankara Sümer Sokak...Töb-Der Genel Merkezinden inen saldırganlar Gazi Eğitim Resim Bölümü Başkanı Coşkun Karakaya’yı kurşun yağmuruna tuttular... Coşkun Hoca atik davrandı ve kendini yere attı... Baldırından tek kurşun yemişt, oluk gibi kan akıyordu... Elleriyle yarasına kan getiren damarı hışımla sıktı ve ikinci Kattaki Töb-Der Genel Merkezi’ne tek bacakla sendeleyerek çıktı.
- Ölmedim ulan!.. dedi... Ama bir hafta içinde buraya gelip hepinizden hesap soracağım, bekleyin ulan!.. dedi...
Kızıl kurşunlar bu özge yiğiti teslim alamadı am, 70’li yılların yoğun temposuna kalbi dayanamadı ve otuzbeş yaşında kalb krizi geçirerek hayata veda etti...
..................
6 yıl sonra Ankara Ulucanlar... Deli Boğa’ya sabahın erken saatlerinde pusu kuruldu, evlerinden tam çıkarken çapraz ateş açıldı. Deli Boğa yumruklarını sıkmaya çalıştı, sıkamadı, koşmaya yeltendi koşamadı, sendeledi düştü ve oracıkta ruhunu teslim etti... Ankara meydanlarının, deli boğası er meydanlarında kırk elli kişilik gurupların üstesinden gelmiş ama dört beş mermi çekirdeğiyle baş edememişti.
..................
8 yıl sonra Niğde... Gazi Eğitim’in Deli Kurt’u Beşevler’i, Tandoğanı, Hacettepeyi inim inim inletti ama bürokrasinin kaypak dişlileri ile baş edemeyip köşesine çekildi, küçük bir köyde ortaokul öğretmenliği yapıyor...
.................
9 yıl sonra Ankara Mamak... 12 Eylül’ün namlı savcısı Nurettin Soyer, “Bana Müsaade”yi çağırıp ifadesine başvurdu... Başvurdu, çünkü “Bana Müsaade” MHP Genel Merkezinde önemli bir göreve yükselmişti.. Sadece kendisine sorulanları değil sorulmayanları da pehlivan tefrikası gibi anlattı ve sanık olarak geldiği Mamak’ta önemli bir tanık olarak MHP duruşmalarına katıldı...
................
27 yıl sonra Ankara Karanfil Sokak... MHP Genel Merkezi... “Bana Müsaade” Genel Başkan yardımcısı olarak kameraların karşısına geçti. Mikrofonu alıp düzeltti ve şöyle başladı konuşmasına:
- Biz ülkücüler olarak dün çok cefalar çektik, göğsümüzü kurşunlara siper ettik gerekirse şimdi de ederiz...
................
28 yıl sonra Ankara, Karanfil Sokak... 4 Kasım 2003... MHP seçimlerde baraj altında kalarak ağır bir yenilgiye uğradı... Bana Müsaade kalabalığın arasından yine bir gölge gibi sıyrılarak kayıplara karıştı... Bu defa “Bana Müsaade” bile dememişti....
THE END - Yani bu filim bitti.
***
Şimdi gelelim ikinci filmimize...
Ama şeritleri biraz hızlı saracağız bu sefer...
Hacettepe’den Ülkü Ocakları Genel Merkezine özel bir ulak geldi... “Yetişin ateş altındayız!” diyordu,İbrahim Başkan Ali Güngör’e baktı, Ali Güngör Mahmut Somuncuoğlu’na baktı, o da hemen Anıttepeye tüydü.. Sadi Ağabeyinin tuz kamyonetini alıp teşkilata getirdi.. Şoför ülkücü falan değildi, kamyoneti getirip hemen tüydü oradan... Mahmut teşkilata çıktı yönetim odasına girip:
- Başkanım abimin tuz kamyonetini getirdim ama şoför kamyoneti anca buraya kadar getirip kaçtı, dedi.
Ali Güngör:
- Kara’yı getirin, o traktör kullanmasını biliyormuş, kamyonette kullanır herhalde” dedi.
Kara da zaten salonda idi... Yani ülkücülerde arabanın, ehliyetin olmadığı yıllardı o yıllar....
Kara direksiyona geçti, İbrahim Başkan, Ali Güngör ve Mahmut, Hacetteye doğru yol aldılar... Üniversitenin yakınında kamyonetten indiler, Kara’ya:
- Sen kamyonetin içinde bekle, sakın ha istop etme, bir yere ayrılma, dediler...
Dediler ve yirmi otuz adım bile ilerleyemeden kurşunlar yağmaya başladı üzerine... İbrahim ve Ali Başkan da çektiler silahlarını karşı ateşe başladılar... O sırada bir doktor asteğmen iki ateş arasında isabet aldı ve hayatını kaybetti...İki tarafın da hedefinde doktor asteğmen yoktu halbu ki... İbrahim Başkan, Ali Başkan ve Mahmut çarpışarak çekiliyorlardı... Ali Başkan hem ateş ediyor hem de kamyonetin içindeki arkadaşına bağırıyordu:
- Kamyoneti çalıştır, arabadan inme sakın...
Son şarjörlerini silaha takıp “Atlayalım kamyonete!” diye bağırdı İbrahim Başkan...O da ne?..
Kamyonetin içinde sandıkları Kara çoktan tüymüştü.
Ali Güngör:
- Vay puşt! dedi, yarın ben teşkilatta gösteririm sana.
..................
24 yıl sonra TBMM... Ali Güngör İçel Milletvekili olarak Meclise girdi ve medya bu olayı gündeme taşımaya başladı...
Ali Güngör kendini savunma ihtiyacı bile duymadı.
MHP’li bir bakan çıktı medyanın karşısına...
Gazeteciler sordu:
- O olayda siz de kamyoneti kullanmışsınız.
- Biz yargılandık ve de beraat ettik, dün ne yaptıysak ülkemiz için yaptık, davamız için yaptık...
- Sayın bakan, siz neler yaptınız, anlatır mısınız?
- Bunları övünme konusu yapamam...
.................
Ertesi gün Ali Güngör kahraman bakanımızı aradı:
- Lan puşt dedi, dün gazetecilere ne kahramanlık yapıyordun öyle, yarın bir basın toplantısı yapacağım senin olay mahallinde bizi bırakıp tabanları nasıl yağlayıp kaçtığını anlatayım mı?
- Ya Başkanım yapma Allah aşkına, sen bizim başkanımızsın, mahvedersin beni!
.................
25 Yıl sonra MHP Genel Merkezi... MHP disiplin kurulu toplandı ve Ali Güngör MHP’den ihraç edildi...Kara da ülkücü siyasetin merdivenlerinde emin adımlarla yükselmeye devam ediyordu
THE END!..
Bu suare iki film, tekmili birden, yorum sizden...