İttihat ve Terakki ile Enver Paşa üzerine okumalar yaparken Mustafa Çolak’ın yazmış olduğu “Komitenin Kahramanı Enver Paşa” kitabını okuyunca Zafer Tekin’in yazmış olduğu “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” kitabını da okuma ihtiyacı hissetim.
Zafer Tekin’in yazmış olduğu “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” kitabını okumakla Nevzat Kösoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Murat Bardakçı gibi Enver Paşa üzerine yazan yazarların Enver Paşa hakkında Şevket Süreyya Aydemir’in ne dedikleri hakkında ilk kez bir bilgi edinecektim ya da Nevzat Kösoğlu, Murat Bardakçı’nın yazdıkları hakkındaki bildiklerimi güncelleyecektim.
Zafer Tekin’in yazdığı “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” kitabı Birinci Baskısının Mayıs 2017’de yapmış, Eylül 2024 tarihinde 309 sayfa ile Üçüncü Bakıyı yapmış olan kitap Yakın Plan Yayınlarından çıkmıştır.
Zafer Tekin daha kitabın birinci baskısına yazdığı Önsöz’de Enver Paşayı kimlerin sevmediğini; [bugün Siyasal İslamcılar diye isimlendirilen sözde ] muhafazakâr ve dindarlar (s.12), [sözde] Atatürkçü ve Cumhuriyetçiler (s.13), başını İngilizlerin çektiği emperyalist devletler (s.14), Ermeniler (s.14) olarak sebeplerini de açıklayarak gayet açık ortaya koymuştur.
Enver Paşa için “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” kitabını yazarak ona olan sevgisini gösteren Zafer Tekin’in objektif bir tarihçi olarak Enver Paşa’nın kendisiyle mücadele ettiği, tahtan indirilmesinde dahli olduğu II. Abdülhamit Han hakkında “Sultan II. Abdülhamit Han, son bir gayretle siyasi dehasını kullanarak çatlakları kapatmaya çalışırken” (s.16) ve “İsmail Enver, yine Sultan Abdülhamit’in açtığı okullarda yetişmiş” (s.17) ifadeleriyle de kadirbilir bir davranış ile Sultan II. Abdülhamit’in hakkını teslim etmiştir.
“Ancak Enver için asıl yıkım bir gece ansızın kendisi ile aynı okulda okuyan [kendinden] iki yaş küçük amcası Halil [Kut Paşa] ile Yıldız Sarayı’na götürülüp sorguya çekilmesi olur ki bu aynı zamanda Sultan Abdülhamit Han’a karşı öfkesinin doruk noktasına çıkmasına da sebep olur.” (s.26) Bu olayın sebebi ise Üçüncü Veliaht Şehzade Abdülmecit Efendi’nin Almanca hocası ile önemli bir Viyana gazetesinin muhabiri Halil ve Enver Paşaların oturdukları o zamanki Yıldız Yolundaki eve misafir gelmeleri ve Şehzade Abdülmecit Efendi’nin selamlığını bu evden seyretmeleri saraya jurnallenmiş, Padişaha karşı bir hareket olarak değerlendirildiği için haklarında soruşturma başlatılmıştır. “Yapılan soruşturma sırasında iki gün gözaltında tutulan Enver ve Halil Efendilerin suçsuz olduklarına kanaat getirilir ve serbest bırakılırlar.” (s.27) Bu hadis Enver’in Sultan II. Abdülhamit’e karşı kanaatlerinin oluşmasına vesile olur. Gözaltında kaldıkları sırada birileri gelip ifadelerinde Şehzade Abdülmecit’in kayınbiraderi Zeki Bey’in muallim ile gazeteci yazarı getirdiğini “Efendi Hazretlerinden selam var, bunlara evden alayı seyrettiriniz” dediğini söylemelerini söyler. Aslında söz konusu kişi Enver’e yalan ifade ile Zeki Bey’i jurnallemesini önermektedir. Ancak ne Enver Bey ne de Hali Bey bu yolu tercih etmemişlerdir.
Biraz yukarıda kitabın yazarı Zafer Tekin’in II. Abdülhamit’e kadir bilir bir yazar olarak hakkını teslim ettiğini söylemiştik, yazar bu kadir bilirliğe devam etmekte Enver’in son sınıfta sınıf birincisi olmasına rağmen bütün dönemlerin ortalamasına göre Hafız Hakkı’nın okul birincisi olduğunu da ifade etmekten geri durmamıştır (s.28).
Enver Paşa yirmi bir yaşında kurmay yüzbaşı olarak 1902 yılında Selanik Harp Okulunu bitirmiş ve sekizer aylık piyade topçu ve süvari sınıflarındaki stajını tamamlamak için merkezi Selanik’te bulunan 3. Ordu’ya atanı ve göreve hemen başlaması emredilir. Zafer Tekin “Hayatının birçok dönüm noktasını Selanik ve Balkanlarda yaşayacak olan Enver için bu atama çok kritikti. Zira Enver, 3. Orduya değil de imparatorluğun herhangi bir noktasındaki başka bir orduya atansa belki de önündeki hayatı farklı şekilde gelişecek ve bu derece fırtınalı bir ömür sürmemiş olacaktı. Zira çetelere karşı giriştiği amansız mücadeleler, ittihat ve Terakki’ye katılışı, hürriyet kahramanı oluşu gibi kısa ömrünü şekillendirirken birçok olay bu atama dolayısıyla olmuş ve kader ağlarını örmüştür.” (s.29) diyerek Enver Paşa’nın hayat çizgisini 3. Orduya yapılan atamanın değiştirdiğini ifade etmektedir.
Enver Paşa İstanbul’a çağrılmasından işkillenerek Selanik’ten ayrılır ve Yenice’ye Görev gelerek görev yaptığı Manastır’a hareket eder. Yunan ve Bulgar çetelerine karşı dağa çıkmış ve isyan etmiştir. “İttihat ve Teraki Cemiyeti tarafından Binbaşı Enver Bey’in isyan bölgesi Tikveş olarak belirlenmiştir ve bu karar gereğince Enver Bay o bölgeye gelmiştir.” (s.43) En enteresan olan Mustafa Kemal (Atatürk) Bey’in de İttihat ve Terakki içinde olması ve dağa çıkmasından bir kısa bir zaman sonra Enver Bey’e yazılan mektubu getirmesidir. “Kolağası Mustafa Kemal Bey, Tikveş’e gelir ve kendisinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Rumeli Genel Müfettişliğine atandığına dair belgeyi verir.” (s.44) Mustafa Kemal Bey’in getirdiği bu evrak arasında Enver bey’in annesinin yazdığı mektup da vardır. Mustafa Kemal Bey Enver Bey ile sarılıp kucaklaşmışlar ve bir gece Tikveş’de misafir olarak kalmıştır. Enver Bey dağa çıkıp isyan ettiğinde ve ihtilal beyannamesini halka okuduğunda henüz 27 yaşındadır. Enver Bey ile dağa çıkıp isyan eden Resneli Niyazi ile Balkanların muhtelif yerlerinde çeteler kurulması için çabalamışlardır. (s.45). “[Halkın İstanbul’u telgraflarla meşrutiyeti ilan etmesi için sıkıştırdığı] Bugünlerde Enver Bey, cemiyetin merkezinden gelen talimat gereği Köprülü’ye gelerek şehrin ileri gelenleriyle görüşür ve İstanbul’dan bağımsız olarak meşrutiyeti ilan edeceğini bildirir. Ertesi gün Hükümet konağının önünde toplanan kalabalık halk topluluğu ve şehrin hem İslam hem Hristiyan din adamları eşliğinde ‘Yaşasın vatan! Yaşasın Hürriyet’ sözleri tüm katılımcıların iştirakiyle söylenir ve Meşrutiyet ilk defa bu küçük Balkan şehrinde ilan edilir.” (s.47) “Aynı gün 3. Ordunun merkezi durumunda olan Manastır’da ve [Resneli] Niyazi Bey’in önderliğinde Resne’de görkemli törenlerle Meşrutiyet ilan edilir.” (s.48) Gelişmeler üzerine “23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilerek yaklaşık 30 yıl önce yine Sultan Abdulhamid tarafından dağıtılan Meclis-i Mebusan, o günden beri iktidarını koruyan yine Sultan Abdülhamid tarafından tekrar toplantıya çağrılmıştır.” (s.49)
“Meşrutiyet’in ilanından sonra, dışarıda Bosna-Hersek ve Bulgaristan resmen elden çıkmış, Balkanlar eskisinden beter hale gelmiş, Arnavutlar isyan etmiş Yemen ve Suriye’de büyük başkaldırılar olmuştur. İçeride de durumlar karmakarışıktır. 31 Mart Hadisesi, beraberinde Padişah değişikliğini getirmiş, aynı günlerde Ermeniler de Çukurova’da büyük bir isyan başlatmışlardır.” (s.60-61) Ahlakının düzgünlüğü ile tebarüz eden Enver Paşa “Bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa utanç içinde terk edilemez.” (s.64) diyerek Balkanlar, Arnavutluk, Trablusgarp’ta vatan sevgisini ve nihayet oraları savunmayı bir ahlaki vazife saydığını da göstermiştir. Enver Bey “İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlaki görevi yerine getirmek için…” (s.63) neticeyi değiştiremeyeceğini bile bile Trablusgarp’a gitmiştir. Kader Mustafa Kemal ile Enver Bey’i bu sefer Trablus’ta karşılaştırır. “Enver Bey başta olmak üzere Mustafa Kemal Bey, Fethi Bey, Halil Bey, Nuri bey, Süleyman Askeri Bey ve Kuşçubaşı Eşref Bey gibi cengâver yürekli Türk subayları, bin bir meşakkatle Trasplusgarp yollarına düşüp, yine bin bir türlü hile ile sınırları aşarak çöllerde amaçsızca yaşayan Libyalıları örgütleyip, eğitip işgalci İtalyanlara karşı savaşmalarını sağlayacaklardır.” (s.62)
“Osmanlı sarayından Sultan Abdulmecit’in oğlu, Şehzade Süleyman’ın kızı [Sultan Abdulmecit’in torunu] Naciye Sultan’la nişanla”narak (s.56) Saraya damat olma unvanı alan Enver Bey’in Köprülü’de Meşrutiyet ilan etmesi dolayısıyla halk tarafından kendisine “Hürriyet Kahramanı” (s.51) unvanı verilmiş, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı çöllerde amaçsız yaşayan bedevileri örgütleyip askeri eğitim vererek müdafaa savaşı yaptırması dolayısıyla da “İslam Kahramanı” (s.74) unvanı almıştır. Kurmay Binbaşı iken Trablusgarp’taki başarıları dolayısıyla Yarbaylık (s.71) rütbesine terfi ettirilir.
Zafer Tekin “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” kitabında Enver Paşa’nın düşünceleri doğrultusunda gelişen olayları anlatarak Enver Paşanın başarılarını ortaya koyarken II. Abdülhamit açısından da bakarak II. Abdülhamit’in hatıratından yola çıkarak öngörülerine dayandırdığı tespitler ile Enver Paşa’nın başarısızlıkları II. Abdülhamit’in uzak görüşlüğü ve devlet adamlığı gibi hususları öne çıkararak iki bir anlatım yolu tercih ederek bugünden geriye Enver Bey ve II. Sultan Abdülhamit gibi her iki tarihi şahsiyete de sevgi duyduğunu müspet yönlerini yazarak göstermektedir. Enver Bey’i genelde dış ülkelere karşı vermiş olduğu mücadelede haklı ve başarılı bulurken içeride Sultan II. Abdülhamit’e karşı vermiş olduğu mücadelede eleştirmese de başarısız ve öngörü ve kanaatlerinde isabet etmemiş olarak görmekte Sultan II. Abdülhamit’i başarılı, öngörü ve kanaatlerinde isabet etmiş olarak bulmaktadır.
“Enver Bey ve arkadaşları, Sultan Abdülhamid’in yönetiminden memnun olmadıkları için önce yönetim şeklinin değiştirilmesinde, sonra da tahtdan indirilmesinde öncülük etmişlerdi. Bu defa, aynı gerekçelerle bizzat darbe yapmışlar ve hükümeti değiştirmişlerdi.” (s.98) Enver Bey beyaz atına binerek kırk arkadaşıyla Babıâli’ye yürümüş ve kendisine katılan halk ile ihtilal yapmıştır. Harbiye Nazırı Nazım Paşa Yakup Cemil’in tabancasından çıkan kurşunla vurulmuş, Başbakan Kamil Paşa’ya “Ahaliden ve askeriyeden gelen teklif üzerine…” (s.97) diyerek istaf dilekçesini imzalamış ve Enver Beyin Sultan Reşat’a sunduğu Mahmut Şevket Paşanın başbakan olarak atanması talebi “Peki, öyle olsun, hayırlı olur inşallah” (s.97) diyerek imzalanmıştır. Enver Bey’in Selanik’te isyan edip çete olarak dağlara çıkmasıyla başlayan güç kullanarak elde ettiği II. Meşrutiyetin ilanı, II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi gibi siyasi başarılarına ihtilal yaparak Başbakanı azledip yeni Başbakan atattırıp yeni hükümet kurmak da eklenmiştir.
İngiliz ve Rusların Osmanlı devletine uyguladığı “Edirne’ye gittiğiniz takdirde İstanbul’u kaybedersiniz.” (s.106) baskısına rağmen Yahudi Firması ile uzatılan Tütün imtiyazı karşılığında alına para ile Enver Bey 19 Temmuz 1913 tarihinde Osmanlı ordusunun önünde Edirne’ye girer. Edirne Bulgarlardan geri alınmıştır. Enver Bey daha önce kazandığı unvanlarına yeni irisini daha eklemiştir. “Edirne Fatihi Enver Bey” (s.107) Enver Bey İngiliz ve Ruslarla birlikte bastıran Avrupa ülkelerinin tazyikiyle Osmanlı Devletinin izin vermemesi dolayısıyla daha ileri gitmeyi düşündüğü halde Edirne’den 30 km sonrasından ileri gidemez. Ancak Enver Bey’in teşvik ve desteği ile Kuşçubaşı Eşref Bey komutasındaki Teşkilat-ı Mahsusa’ya ait Milis Kuvvetler sınırın öbür tarafına geçerek Yunan ve Bulgar sınırları içinde kalan onlarca yeri fethederek “Batı Trakya Bağımsız Hükümeti”ni kurmuşlardır (s.108).
“Siyasetin ayrıştırdığı, liyakatsizliğin ve adam kayırmanın had safhada olduğu, torpilin ve rüşvetin bölük bölük ayırdığı Osmanlı Ordusu, kendisi ile asla aynı kefeye konulamayacak 3,5 devletçiğin ordusu karşısında perişan olmuştur.” (s.108) diyerek Osmanlı Ordusunun Yuna ve Bulgar orduları karşısındaki ruhsuz perişan halini tespit eden Süleyman Eryiğit Balkan savaşlarından sadece bir yıl sonra kopan I.Dünya Savaşında aynı omsalı ordusunun 5 cephede o zamanın dünyanın süper devletleri olan İngiltere ve Rusya dâhil Avrupa’nın eski devletleri ile kendinden fersah fersah üstün düşmanlara karşı dört yıl yılmadan yıkılmadan dövüşmüş olmasındaki farklılığa işaret etmektedir. Balkan savaşında bütün silah ve cephanesini cephede düşman eline bırakan Osmanlı ordusu “Askerin sadece askerden emir aldığı, görevinin sadece ülkesini ve milletini iç ve dış düşmanlara karşı korumak olduğu bilincindeki Türk askeri, tüm imkânsızlıklara rağmen dünyayı kendisine hayran bırakacak kahramanlıklara imza atmıştır.” (s.108) Türk ordusundaki bu değişimin birinci sebebi bu tespitte ortaya konulan ordunun siyasetten uzaklaştırılması ve psikolojisinin düzenlenmesi olarak ifade edilmesiyse ikinci sebebi de “Bir yıl gibi kısa bir süredeki bu değişimin ana sebebi cesaretiyle, samimiyetiyle, vatan sevgisiyle her olayda en önde duran Enver Bey’in” (s.108) orduya verdiği çekiz düzendir. Yoksa asker yine aynı asker yoksul, silahsız ve yorgun askerdir. Sadece değişen ruh yapısı ve iç siyasi kargaşalıktan uzak tutulmasıdır.
Enver Bey’in Yarbaylık rütbesine kadar kendi çalışması ve gayretleriyle hak ederek geldiğini söyleyen Süleyman Eryiğit, onun “1912-1915 yılları arasında yüksek sıçramalarla yarbaylıktan tümgeneralliğe ve devamında savaş bakanı ve genelkurmay başkanı olarak ülkenin kaderine etki etme mertebesine yükselmesi” (s.109) onun şahsına yöneltilen hızlı ve olağanüstü bir şekilde yükseldiği şeklinde eleştirilerin odak noktası olduğunu ancak Enver Bey’in bu rütbelere gelecek kabiliyette olduğunu ifade eder.
Enver Bey’in Trablusgarp ve Bingazi’de gösterdiği başarılar dolayısıyla kıdemine üç yıl eklenerek yarbay rütbesinden albaylığa getirilmişti. Edirne’nin yeniden fethi ile de kıdemine üç yıl daha eklenerek albaylıktan tümgeneralliğe yükseltilerek paşa olmuştur. Artık Enver Paşa olan Enver Bey, 2 Ocak 1914’te henüz 34 yaşında Enver Paşa olarak Savaş Bakanlığı’na atanmıştır (s.114).
Süleyman Eryiğit Enver Paşa için bu gün ülkemizde oluşmuş olumsuz havanın ana sebeplerinden biri olan ve Enver Paşayı her konuda eleştiren “Sarıkamış” adlı kitabı yazan Albay Şerif İlden Bey’in onu Osmanlı ordusunda yapmış olduğu değişim ve düzenlemeler hususunda “… tayin olundukları kumandanlıklara asgari bir müddet zarfında hareket etmeyerek eskiden beri süregelen alışkanlıklara uygun olarak ayak sallayan her kumandan veya subay derhal emeklilik emrini aldı. İtiraz lakırdısı ağza alınmaz oldu ve herkese bir çeviklik, bir sürat, bir askerlik geldi. Ordu yeni bir dünyaya doğdu. Harbiye nezaretinin açık kapıları kapandı içeriye, iş bilirkişilerden başka kimse giremez oldu. Almanya’dan gelen ıslah heyeti vazife başına geçti. Bu heyetin katkılarıyla fazla muameleden azade, sade bir tarzda [Bürokratik yazışma prosedürlerinin azaltılması] yürütülmeye başladı, ordumuz orduya, subaylarımız subaya benzedi. Herkes gördü ki akıl ve irfan, kanun ve nizam yolunda Türkler de pek uygun yol arkadaşı olabilirmiş.”(s.120) diyerek Osmanlı ordusundaki müspet değişimi ifade etmekte ancak son cümledeki Türkleri aşağılayan cümlesiyle de o zamanın genel bir anlayışı olarak “Etrak-ı bi idrak” algılamasını esiri olarak kendisinin Türk düşmanlığını göstermektedir.
Evet, Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşına da Sarıkamış Harekâtına da Ordunun başında Enver Paşa varken, Savaş Nazırı iken girmiştir. Ancak Almanya’dan alındığı ilan edilen Yavuz ve Midilli savaş gemileri Karadeniz’de bekleyen Rus donanmasını imkânı olduğu halde Enver Paşa’nın “Türk filosu Karadeniz’de zorla hâkimiyet kazanmalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede bulursanız harp ilan etmeksizin hücumu ediniz.” (s.137) gizli emrine rağmen imha etmemiştir. Rus Çarı 2. Nicholas ordusuna moral vermek için geldiği Sarıkamış’ta teftişten dönerken rast geldiği Türk birliği önünden geçerken ateş etseler savaşı anında bitirecekken “gerek olmadıkça ateş açmayın” emrine sığınan (s.145) asker zihniyetidir ki Enver Paşa’nın üstüne yıkılan başarısızlık yaftasının arka taraftaki sebepleridir.
Sarıkamış’ın bütün vebali Harbiye Nazır vere Başkomutan vekili Enver Paşa’ya yüklenirken üç ay sonra başlayan Çanakkale zaferinin başarısı Enver Paşaya bağlanmaz. Bu hususta Mustafa Armağan’dan “Enver Paşa’nın ismi yakın tarihimizin yalnızca olumsuz olaylarına yamanır da Çanakkale Zaferi’nin yanına zinhar yaklaştırılmaz.” (s.177) tespitini naklederek haklı bir hususa temas etmiş ancak bu yorumu yapan kişinin bu niyetinin Enver Paşa’ya hakkının teslimi değil de Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale zaferinde gösterdiği yararlıkla öne çıkarılması dolayısıyla Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığından kaynaklanan bir perdeleme olduğunu görememiştir. Ayrıca belirtmek gerekmektedir ki Enver Paşanın başarı hanesinde zikredilmeyen ve yıllarca Türk kamuoyundan da gizlenen Enver Paşa’nın bir yaş küçük amcası Halil Paşa tarafından kazanılan Kut’ül Amare zaferi de (s.183) bir Enver Paşa başarısıdır.
Osmanlı Devletinin doğuda Ruslarla yürüttüğü savaşta devlet güvenliği açısından önemli, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bir devlet olmasında mübadele ile birlikte nüfus yapısında etkin olan ve Kurtuluş savaşının kazanılmasında doğu sınırlarının güvenli olmasını temin eden Ermeni Tehciri (s.186-191) ile ilgili değinilmiş ve Enver Paşa’nın ne kadar uzak görüşlü birisi olduğu üzerinde hiç durulmamıştır.
Enver Paşa bir masa başı adamı değildir. Harbiye Nazırı olmasına rağmen o asker mesleğine başladığı günden beri hep sahada ve cephede olmuştur. Selanik’te isyan ederek Bulgar ve Sırp çetelerine karşı dağ çıkarken de, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı savaşırken de, Sarıkamış Harekâtında ordusunu dağlardan aşırırken de, Çanakkale’de de, Osmanlı topraklarından uzakta Polonya’nın Galiçya cephesinde de (s.192), savaşın son demlerinde Osmanlı askerinin bulunduğu Hicaz, Lübnan, Kudüs, Mekke, Medine (s.198) hatta I. Dünya savaşında yenik sayılmaları üzerine gittiği Türkistan’da bile hep askerinin başında ve olayların içinde olmuştur.
I.Dünya savaşında itilaf devletleri İngiltere öncülüğünde Boğazları geçip Ruslara yardım götüremeyince soğuk geçen 1916-1917 kışı zor günler geçiren Rus halkına hayatı daha da zorlaştırmış, bu zorluklara bir de açlık ve yakacak bulamam eklenmiş ve halkı yöneticilere karşı Almanların desteklediği Lenin önderliğinde Bolşevik bir isyan başlamış ve 7 Kasım 1917’de ‘Ekim Devrimi’ denen devrim olmuştur (s.210). Alam desteği ile Bolşevik ihtilali yapan Vladimir Lenin savaştan Rusları çekmiş ve 3 Mart 1918 de Rusya ile Almanya arasında Brest Litovsk Barış Anlaşması imzalanmıştır (s.211). Almanlarla Ruslar arasında imzalanan anlaşma Alman müttefiklerini de kapsamaktadır. Lenin ve Bolşevikler Rusya’da tutuna bilmek için halklara özgürlük vereceğini ilan etmişlerdir. Bu söze güvenen Azerbaycan’daki Mehmet Emin Resülzade önderliğindeki bir kısım Türk, Bakü’nün bağımsızlığı için Enver Paşa’dan yardım istemiş, Enver Paşa da Kardeşi Nuri Bey’i Kafkas İslam Ordusu komutanı olarak görevlendirerek bir takım Osmanlı subaylarını da Azerbaycan vatandaşlığına geçirterek Bakü’nün özgürlüğü için asker ve silah yardımı yapmıştır. Enver Paşa’nın amcası Halil Kut Paşa da Tebriz üzerinden Azerbaycan Türklerine yardım etmiştir. “Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu, 5 Ağustos 1918’de yaptığı ilk Bakü Harekâtı’nda başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır.” (s.215) Enver Paşa’nın talimatları ve asker, silah takviyesi yapılan Kafkas İslam Ordusu her türlü engellemelere rağmen “15 Eylül 1918’de Bakü’ye girecek ve şehri fethedecektir.” (s.216) “Osmanlı Devleti, Azerbaycan’ı kurtarma harekâtına başladığından beri Sovyet Rusya’yı, Ermenistan’ı, Gürcistan’ı, Azerbaycan Ermenilerini, İngiltere’yi ve müttefiki Almanya’yı müşterek bir cephe gibi karşısında bulmuştur.” (s.215) Almanya Bakü petrollerini Azerilere ve Osmanlıya bırakmak istemiyordu. Bakü petrollerini %70 Azeri Türklerinindir. “Azerbaycan Cumhuriyeti uzun süreli olamamış ve 45 gün gibi kısa süre varlığını sürdürerek I. Dünya Savaşı sonunda ortadan kaldırılmıştır.” (s.218)
Enver Paşa yurdu terk etmek zorunda kaldığı halde gitmeden yurdun kurtuluşlu için tedbirler almayı ihmal etmez. “Enver Paşa, yurdu terk etmeden önce Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Bakanlığına getirilmesini istemiştir.” (s.224) Celal Bayar’ın aktardığına göre Talat Paşa hükümetinin istifasını da istemeyen Enver Paşa hükümetin istifa etmesi üzerine “O halde kuvvetli bir kabine lazımdır. Orduyu Mustafa Kemal Paşa’dan başkası idare edemez.” (s.225) diyerek Atatürk’ü işaret etmiştir.
1917 yılı Nisan ayında ABD yeni ve zinde bir güç olarak İtilaf devletlerinin yanında I. Dünya Savaşına girer, ABD Başkanı Wilson 8 Ocak 1918’de “Wilson Prensipleri” adı verilen savaşın sonucunda yapılması gerekenleri dikte eden prensipleri yayınlar (s.219). 3 Temmuz 198’de Osmanlı Padişahı Sultan Reşat Han vefat eder, yerine Şehzade Mehmet Vahdettin geçer. Talat Paşa hükümeti 8 Ekim 1918’de istida etmiş yerine Ahmet İzzet Paşa hükümeti kurulmuştur. 1 Kasın 1918’de İttihat ve Terakki Partisi bir kongre yaparak kendisini fes edecektir (s.220). 30 Ekim 1918’de Halil Kut Paşanın esir aldığı İstanbul’da ikamet eden İngiliz General Towsend’in aracılığıyla Limni Adasının Mondros Limanında bulunan İngiliz gemisinde “Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalanır (s.221).
“Tarihler 1 Kasım 1918’i gösterirken gece saat 23.00 sularında İstanbul Boğazında Balıkçı Tekneleri dışında bir hareketlik daha vardır. (…) Yat yeniden hareket eti, birkaç yüz metre ilerideki Tarabya’ya uzandı ve koyun önünde demirli duran Alman bayraklı bir torpidoya R-01’e yanaştı.” (s.223) Yat’tan Torpidoya bine yolcular ise daha düne kadar Osmanlı İmparatorluğunun en muktedir insanlarıydı.“Yolcular dokuz kişiydi: İmparatorluğun yine üç hafta öncesine kadar sadrazamı olan Talat, Başkumandan Vekili ve Harp Nazırı Enver, … Bahriye Nazırı Cemal Paşalar ile Beyrut’un eski valisi Cemal Azmi, İstanbul eski emniyet müdür Bedri ile İttihat ve Terakki’nin en güçlü isimlerinden Doktor Nazım, Bahattin Şakir ve Dr. Rüsuhi Beyler.” (s.224) Alman Denizaltı Torpidosu yolcularını Kırım’ın Gözleve Limanına ulaştırmıştır (s.231). Alman yetkililer yolcuları Berline götürmek üzere Kırım’ın Akmescit şehrinde hazırlanan tren götürüleceklerdir. Gözleve’den hareket eden tren Akmescit yolunda ilk istasyonda bir gece bekleyecektir ancak hareket edildiğinde trende Enver Bey yoktur (s.232).
Enver Bey “Rusya kıyısına varınca arkadaşlarından ayrılmış. Kafkasya’ya geçip Nuri Paşa ile bir müdafaa cephesi kurmak istemiş. Bir takaya binerek denize açılmış. Fakat Karadeniz’de fırtına patlamış. Günlerce fırtına devam etmiş. Nihayet gemi Kırım kıyılarına sürüklenmiş.Oradan Berlin’e gitmiş….” Berlin’den bir an önce Moskova’ya girmek ister. 8 Ekim 1919’da Bahattin Şakir ile birlikte beş kişi uçağa binmişliler (s.236).13 Ekim’de Litavanya’da istihbarat 10 gün gözaltına aldı(s.237). Tekrar Berlin’e dönmek zorunda kaldı. Kırım’dan Kafkasya’ya geçme teşebbüsü ile üçüncü olan ancak Berlin’den hareket esas alınınca ikinci sefer Moskova’ya gidiş teşebbüsünde bulunmuş ancak uçak düşmüş ve burnu ile kuyruğu parçalanmıştır (s.237). Enver paşa dördüncü Berlin’den üçüncü Moskova’ya gitme teşebbüsünde Letonya sınırında mecburi iniş yapmak zorunda kalmışlar, komünist propagandacısı oldukları zannedilerek Riga’da tutuklanıp cezaevine koyarlar (s.239). Bu deneme de başarısız olunca tekrar Berlin’e dönmek zorunda kalmıştır.
Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan İstanbul’da Damat Ferit hükümeti sıkıştırmaktadır. İtalyan işgal kuvvetleri başkanı olan Kont Caprini’nin görevlendirdiği Mimar Denari’nin yardımı ile 1.5 yaşındaki kızı Mahipeyker ve henüz on aylık kızı Türkân (s.241) ile bir İtalyan Vapuruna binerek Roma’ya gelir (s.242). Berlin’de olduğunu bildikleri Enver Bey’in yanına gitmeyi düşünürler. Ancak Enver Bey Berlin’den dördüncü ama Kırım’dan teşebbüs ettiğiyle beşinci teşebbüsüyle Moskova’ya gitmeyi başarmıştır.
Tedavi olmak için Almanya’nın Bad Kissingen şehrindeki kaplıcalara giden Naciye Sultan’ın Almanya’da olduğunu öğrenen 11 Temmuz 1920 tarihinde Bag Kissingen’e gider ve eşi ile buluşurlar. Birlikte Berlin’e gelerek bir villa kiralarlar (s.243). Berlin’deki birliktelikleri sırasında Naciye Sultan oğulları Ali Enver’e hamile kalır. Enver Paşa tekrar Moskova’ya gider.
Enver Bey bu Moskova’ya geliş gidişlerinde Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde başlamış olan Kurtuluş hareketine de maddi yardım temin edilmesi için çabalar. Bu hususta Mustafa Kemal, Enver Bey’le yaptığı yazışmalarda kendisine yaptığı hizmetleri için minnet duygularını bildirmiş, Panislamist hareketlerle meşgul olarak Rusları ve İngilizleri de meşgul ederken şüphelendirmesi konusunda ricacı olmaktadır (s.247).
Yunanlıların Eskişehir ve Ankara önlerine doğru gelmeleri üzerine Batum’dan Türkiye’ye girmeye teşebbüs etmiş olsa da Sakarya Savaşı ve İnönü Savaşlarında sağlanan başarı sonucunda Asya içlerine doğru Türkistan’a hareket eder.
4 Ağustos 1922 Enver Paşa 41 yaşında şehit olmuştur. Eşi Naciye Sultan’a yazdığı mektup da 4 Ağustos 1922’de eline ulaşır. Ancak mektupta güvenli hareket edebilmek için bir müddet öldüğünü yayacağını yazmıştır. Naciye Sultan bu yüzden Enver Paşa’nın şehit olduğuna bir müddet inanamaz. Hep bir gün geleceğini düşünür (s.306).
Zafer Tekin Enver Paşaya yönetilen eleştirilerin çok da tutarlı olmadığını “İmparatorluğun Son Kurşunu Enver” adlı kitabında göstermeye çalışmıştır. Anlattıklarından sadece Sarıkamış Harekâtı ele alacak olursak, bu harekâttaki tutum ve davranışlarıyla, plana uymaları ve başına buyruk hareketleriyle Hafız Hakkı Paşa, Hasan İzzet Paşa, Albay Şerif İlden Bey, İhsan Paşa, Albay Şerif Baytan (s.159) gibi daha nice ordu mensuplarının inanmışlık ve harekâtın başarılı olacağına inanmamaları, insanların bezginliği, yorgunluğu, Osmanlı devletinin ikmal ve lojistik yetersizliği, siyasi çekişmeler gibi nedenler göz ardı edilerek neticede sadece Enver Paşaya yüklenen sorumluluk ve başarısızlık. Hâlbuki bir devleti yöneten bütün devlet adamlarının ve devletin tebaasının topyekun neticeden sorumlu olması gerekmektedir. Çünkü Enver Paşanın aldığı kararlalar istisnasız ve tartışmasız uygulanmış değildir.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.