Kafatasçı kim?
HASAN ÜNAL 09 Ocak 2007
BAŞBAKAN Erdoğan sık sık kendilerinin etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçilik yapmadıklarını ve yapmayacaklarını söylüyor. Ama partisi, toplumda yükselen milliyetçilik karşısında ‘kurban olam ayına, yıldızına’ diye de afişler yaptırıyor ve bu konuda kendisini eleştiren MHP yönetimiyle polemiğe girebiliyor. Ve bu polemikde ‘bizim kafatasçılıkla işimiz yok’ gibisinden laflar edebiliyor Başbakan Erdoğan.
Gerçi MHP cenahı kendisine ‘kafatasçı arıyorsa, aynaya baksın’ diyerek cevap verdi; ancak bu mesele yeteri kadar aydınlatılmadı. Yani kim kafatasçıdır, kim değildir konusu sadece karşılıklı suçlamalarda kaldı. Oysa bu hususun ayrıntılı bir şekilde ele alınması lazım. Son söyleyeceğimizi baştan söylemek gerekirse, Türkiye’de yakın zamana kadar hiç kimsenin kafatasçılık ve ırkçılık yapmadığını; MHP ve ülkücü çevrelere bu tür ithamlar yapılmasına rağmen o çevrelerde ve merkez sol milliyetçi-ulusalcı hiç bir ciddi toplulukta ırkçılık yapılmadığını belirtmek gerekir.
Bunun sebebi de Türkiye’nin toplumsal yapısıdır. Bizim tarihimiz, dini kültürümüz ve içinde yaşadığımız coğrafyanın dikte ettiği pek çok husus ırkçılık temelli milliyetçilik yapılmasına izin vermez. Çünkü bizim toplumsal yapımızın başlangıç malzemesi din birlikteliğidir ve azınlıklar din esası üzerinden belirlenir. Yani Müslümanlar tek millettir ve Müslüman olmayanlar azınlık sayılırlar. Lozan’da gayri müslimlerin azınlık sayılmış olmaları da bu sebepdendir.
Türk siyasal kültürü ve milli devlet süreci bu birliktelik üzerine inşa edilmiş; daha sonraki aşamalarda buna ortak dil, ortak idealler, ortak siyasi bilinç ve ortak ekonomik çıkarlar ilave edilmiştir. Bu açıdan Türkiye’deki milli devlet süreci tam bir başarı öyküdürür. 1974 yılında Türkiye Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunduğunda, ülkenin her yerindeki askerlik şubeleri gönüllü askere gitmek isteyenlerin akınına uğramış; aynı şekilde Diyarbakır da Hakkari ve güneydoğunun diğer şehir ve kasabaları da bu bilinçle hareket etmişlerdir.
Din birliği üzerinden milletleşme süreçleri sadece bize özgü değildir. Bugünkü Yunanistan’ın muhtemelen dörtte biri, belki daha fazlası, Arnavut kökenli Hıristiyan Ortodoks unsurlardan oluşur. Hatta 1821’deki Yunan isyanının lider kadrosunun pek çoğu da Hıristiyan Ortodoks Arnavutlardan oluşuyordu. Osmanlı’yı savunanların da büyük bir bölümü Müslüman Arnavutlardı. Etnik ve ırkçı bir gözlükle bakıldığı zaman, buna bir tür Arnavut iç savaşı demek mümkün olabilirdi.
Diğer Balkan ülkelerinde de durum bunun aynısıdır. Bu şekilde kurulmayan ve ırk-dil birliği üzerine oturan bu bölgedeki tek istisnai yapı Arnavutluk devletidir. Bundan dolayıdır ki, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan ve başka yerlerden yüzbinlerce hatta belki de milyonlarca Müslüman, Türk kökenli olup olmadıklarına bakmaksızın Anadolu’ya akın etmişlerdir. Zaten onları o bölgelerden söküp atanların gözünde Müslüman olmak Türk olmakla eşdeğer olduğu için bu insanlar kendi evlerinden ve yurtlarından sürülmüşlerdir. 1920’lerde bütün bu insanlar Anadolu’daki ahaliyle birlikte etnik köken farkı aramaksızın Milli Mücadele’yi örgütlemişler ve Türklüğü onur verici bir kimlik olarak benimsemişlerdir.
Bizim Türklüğümüzün etnik temelli olmadığını söylemeye bile gerek yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz de etnik ve ırk temelli değil; tamamen kültürel muhtevalıdır. Bu yüzden Türkiye’de ne merkez sağ ve muhafazakar çevrelerde, ne de merkez sol ve kemalist çevrelerde etnik ve ırk kökenli milliyetçilik veya ulusalcılık yapılmamıştır; çünkü yapılamaz. Buna karşılık Alman milletleşme süreci etnik ve dil kökenli olduğu için ırkçıdır. Türkiye’ye ırkçılığı Kürtçüler getirmişlerdir ve tek ırkçı grup yakın zamana kadar onlardı. Kürt ırkçılarına son yıllarda bir de AKP polit bürosu eklendi.
Başbakan Erdoğan ve AKP polit bürosu yaptığı açıklamalarla, Türkiye’de bazen 56, bazen de 36 etnik grup olduğunu söylüyor ve Türkiye’nin sadece Türkler’in memleketi olmadığını söylüyor. Bu tanımla Türklüğe etnik bir muhteva veriyor. Oysa, bunun böyle olmadığı hem bizim tarihimiz hem sosyal yapımız hem de dini kültürümüz itibariyle açıktır. Erdoğan’ın bu söylemi her manada ırkçıdır ve kendi tabiriyle kafatasçıdır. Kendisinin yetiştiğini iddia ettiği İslam kültürüne de aykırıdır.
Çünkü bizim Müslüman kültürümüz, Müslümanlar’ın tek millet olduğu esasına dayanır. Onları laboratuar tahlillerine tutarak; Almanlar’ın ve Avrupa Birliği’nin ırkçı tasnifiyle bölmek bizim Müslüman kültürümüze temelden aykırıdır. Bu yaklaşım tümüyle ırkçı Avrupa’nın yaklaşımlarıyla örtüşür. Eğer etnik merkezli bir toplum yapımız olsaydı, milyonlarca insan milyonlarca karışık evlilik yapar mıydı? Kosova’daki Arnavutlarla Sırplar neden karışık evlilikler yapmadılar yüzyıllar boyunca?
Böyle bir tefrika anayasamıza da aykırıdır. Anayasamızın ilgili maddesi Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğunu belirtir. Erdoğan’ın sık sık bu konuyu açmasının bölücülük suçu ile alakalandırılması bile mümkündür ve Yargıtay Başsavcısı’nı ilgilendirir. Ama bilmemiz gereken bir şey varsa, o da şudur: Erdoğan ve AKP polit bürosu her manada ve her yerde Lozan’ı yıkmaya çalışıyor. Bu ırkçı tanım da aynı gerekçelerle yapılıyor. AB belgeleri de ‘Lozan dışında azınlıklar oluşturulmasına izin veren düzenlemeler yapılabilmelidir’ demiyor mu?