Erdoğan ne yapsın?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Sorun egoların çatışması değil. Erdoğan’ın kişisel iktidar hırsı, Arınç’ın özgül ağırlığı, Davutoğlu’nun sabrı ve sükûneti, Melih Gökçek’in kurnazlığı gibi kişilerle ve kişisel niteliklerle ilgili hiç değil. Herkes bulunduğu yer itibarıyla lanetlenmiş bir kader gibi yapması gerekeni, yani siyasetin gereğini yapıyor. Sonuç: İktidar bloku bütün aktörleriyle birlikte, çekip-çeviremedikleri siyasî sistemin çarkları arasında eziliyor ve bir çıkış yolu bulamıyor.
Kriz, uyumsuz rol dağılımı ve yanlış kurgulanan süreçlerle bir sistem krizi olarak zaten mevcuttu, şimdi yaklaşan seçimler yüzünden derinleşmesine ve içinden çıkılmaz hale gelmesine tanık oluyoruz. Kriz, yaklaşan seçim yüzünden büyüyor.
Meseleye, kişisel saiklerle başlamış ama kişisel gayretlerle çözülemeyecek bir sistem krizi olarak bakmayanların, olacaklara daha fazla şaşırması kaçınılmaz.
Siyasî sistem tepesinde, Cumhurbaşkanlığı makamında Anayasa’daki sınırlara birkaç numara bol gelen biri oturuyor. Parti onun tapulu malı, geçmişi ve geleceğiyle siyasî hareketin tartışılmaz lideri o. Çankaya Köşkü’nün bahçesinde gül fidanları yetiştirip, yeni atanan büyükelçilerin itimatnamesini kabul eden, arada sırada halkın karşısına çıkan; ama daha çok yorucu siyaset koşusuna ara verip saltanat ve şaşaa içinde sefa süren bir cumhurbaşkanı profilini, herhalde halefleri hiç beklemiyordu. Peki öyleyse?
En ters örnek üzerinden anlatalım.
Erdoğan başbakanlık ve parti genel başkanlığında kalsaydı, Köşk’e -misal olsun- Bülent Arınç, aynı oyu alarak çıksaydı, yakın zamanda döviz kurunun ok gibi fırlaması, istihbarat teşkilatınızın yolcu hanına dönmesi, çözüm sürecinin ciddiyetini kaybetmesi, şu son Hükümet- Cumhurbaşkanı atışması gibi krizleri yaşar mıydık?
Sistem krizine yol açan bir görev ve sorumluluk dağılımı var. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamından başbakanın ve parti genel başkanının yetkilerini kullanmaya kalkıyor. Halbuki ne hükümetin ne de partinin kurumsal yapısının bir parçası olması mümkün değil. Olmaya kalkınca sistem aksamaya başlıyor.
Davutoğlu’nun başbakanlık ve parti liderliği yapmak dışında başka bir alternatifi yok. Ya üstlendiği görevin ve sorumluluğun hakkını verecek, ya da rüzgarın önünde savrulup çok uzaklara düşecek. Fiilen güçlü bir lider ve anayasal sorumluluğu üstlenen bir genel başkan ve başbakan; çatışma kaçınılmaz. En canalıcı soru: Kimin milletvekili olacağına kim karar verecek?
Erdoğan prestijli ama sembolik cumhurbaşkanlığı ile fiilî gücü elinde bulunduran başbakanlık ve parti liderliği arasında, bugün artık kendisinin de fark ettiği üzere yanlış bir seçim yapmış. İşte bu yanlış seçim Türkiye’de sistematik bir yönetim krizini tetikledi ve sonunda kronik hale getirdi. Arınç’ın meydan okuması, tam da Erdoğan yöntemi ile bu sistematik hale gelen krize bir başkaldırıydı. Erdoğan kriz çıkartarak ağırlığını hatırlatmaya kalktı, Arınç krizi büyüterek sahibine iade etti.
Arınç’ın çok iyi planlanmış, kelimeleri cımbızla seçilmiş ve sahnelenmiş resti, Cumhurbaşkanı’nın eskisi gibi kriz yönetme yeteneğinin kalmadığını kanıtladı. Muhtarlar Meclisi’nde anlaşılamamaktan şikayet etmesi ve tartışma konusu olan Dolmabahçe sözleri için “eleştiriyorsam bunu barış için yapıyorum” mazeretine sığınması, Bülent Arınç’a göre çok daha kritik bir geri adım anlamına geliyor.
Erdoğan, çözüm süreci gibi hassas bir konudan devşirdiği krizle, gücünü hatırlatıp hükümete ve partisine nizam verecek ve listeler üzerindeki tekelini ilan edecekti. Hamlesi Arınç tarafından boşa çıkartıldı. Sistem krizi iktidar partisindeki sarsıntılarla sürüyor ve çözüm mümkün görünmüyor. Davutoğlu siyasete veda ederse kriz şimdilik kaydıyla çözülebilir ama sistem aksamaya devam eder. Erdoğan ne yapsın? Anayasa’da tanımlandığı şekilde bir cumhurbaşkanlığı mı? Umudunuz var mı?