Ankara savaşı
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Ankara krizi, Ankara savaşına dönüştü. Arınç’ın çıkışı Saray’ın müdahalesineydi. Hükümetin hukukunu korumak içindi.
O yüzden Erdoğan’a ‘Hayır’ dedi. Haklı olarak sorumluluğun hükümette olduğunu hatırlattı. Sorun, ‘izleme heyeti’ ve Dolmabahçe fotoğrafıydı. Cumhurbaşkanı ‘Olmaz, yanlış’ dedi. Arınç ise ‘Kararlıyız’ diye cevap verdi. Dünyanın her yerinde bunun adına ‘kriz’ denir.
Son sözü kim söyleyecek? Saray mı, hükümet mi? Sadece bu olayın değil yarının da sorusu bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ile İstanbul’da gece yarısı bir araya geldi. Yetmedi, bir gün sonra tekrar buluştu. Her olağanüstü dönemde olduğu gibi ailecek bir araya geldiler. Davutoğlu sessiz kaldı. Müdahil olmadı. İzlemekle yetindi. Nedeni belli. Ağırlığını koysa bile krizi çözecek gücü yok. Saray’a yasal sınırlarını hatırlatacak mecali yok.
Zirveler tansiyonu düşürür ama sorunu ortadan kaldırmaz. Bir süre erteler. O kadar. Evet doğru, Saray’la Köşk arasındaki hava yumuşadı. Arınç eleştiriler için ‘Haşa ben Cumhurbaşkanı’mızı çok seviyorum’ dedi. Öfkesini Gökçek’ten çıkardı. Kendisini istifaya çağıran Melih Gökçek’e yöneldi. Siyaset tarihinin çok az gördüğü üslupla Gökçek’e yüklendi.
‘Haysiyet, havlamak, parsel parsel satmak’ gibi kelimelerle... Ve bir anda Ankara krizi, Ankara savaşına dönüşüverdi. Kimseyi yanıltmasın işin özü yine siyasi. Arınç’la Gökçek’in arası öteden beri problemli. Arınç, Gökçek’in adaylığına karşı çıktı, engellemek için her yolu denedi. Aralarında kan davası olduğu söylense yanlış olmaz. Siyasî anlamda tabii. Bu gerçeği Ankara’da bilmeyen yok.
Fırsatı değerlendirmek isteyen Gökçek, seçim döneminden kalan hesabı Ankara’nın puslu ortamında görmek istedi. Ama hiç ummadığı salvolarla karşı karşıya kaldı. Bu kadarını beklemiyordu. Cevap vermekte zorlandı. Oysa siyasî kavga en iyi bildiği işti. Siyasî ömrü, karşılıklı atışmalar ve kavgalarla geçti.
Burada konunun aslından uzaklaşarak ‘paralel’ adıyla Cemaat’in okul ve yurtlarına kaymasını yadırgamamak mümkün değil. Okul ve yurtlar için gösterilen kolaylıklar diğer vakıfların faaliyetlerinden farklı değil. Ve hukukun sınırları içinde. Hemen hepsinde de Arınç’ın, Gökçek’in payı inkâr edilemez. Her iki isim de birçoğunun açılışlarında bulundu. Arşivler ortada.
Şimdi bunu kavganın konusu yapmaları manidar. Hele buna ailelerin karıştırılması anlaşılır gibi değil. Arınç’la Gökçek arasındaki kavga kolay bitmez. Başbakan iki gün sonra memleketi Konya’dan ses verdi ve ‘Yanlış’ dedi. Her iki isme de parti disiplinini hatırlattı. Arınç’la Gökçek’i aynı kefeye koyması dikkat çekti. Arınç’ın çıkışı kendisini ve hükümetini rahatlatmak içindi.
Davutoğlu bu tutumuyla Arınç’ı yalnız bıraktı. Arınç sıradan biri değil, siyasî hareketin en eski isimlerinden. Partinin ağır abisi. Çok zor dönemlerden geliyor. Arınç, doğal olarak Davutoğlu’nun disiplinle tehdit etmesini içine sindirmez. Özellikle de siyasete veda etmekte olduğu şu günlerde.
Herhalde böyle bir final yaşamak istemez. Hareketin vicdanı diye nitelenen biri olarak daha farklı uğurlanmak ister. Bu tabloyu kabul edebileceğini sanmıyorum. Rahatsızlığını hissettirecektir. Arınç’la Gökçek arasındaki kavga da kolay kolay sona ermez. Parti disiplini tehdidi susturamaz. Belki biraz soğutur. O da siyasî sebeplerden. Seçim düşüncesinden dolayı. Kavga alttan alttan sürer. Bazen de yukarıya yansır. Hem Arınç hem de Gökçek için bu kadar ağır lafların söylenmemiş sayılması veya unutulması mümkün değil. Ok yaydan çıktı.
Sadece iki ismin meselesi değil. Kriz siyasî, kavga konusu politik. AKP’nin içinde bulunduğu halin özeti.