DHKP-C eyleminin düşündürdükleri
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı öldüren DHKP-C bilinmeyen ya da izlenmeyen bir örgüt değildi. Üstelik bir süredir çeşitli eylemlerle adını daha fazla duyurmaya başlamıştı:
1) Dolmabahçe saldırısı (1 Ocak 2015): Dolmabahçe Sarayı’nı koruyan polislere el bombası atıldı. Bomba patlamadı. Çok şükür şehit vermedik. Olaydan sonra sağ olarak ele geçirilen terörist Fırat Özçelik’ti. 12 Aralık 2014’te, -saldırıdan yaklaşık 20 gün önce- Twitter üzerinden “İsimsiz 111” rumuzlu bir şahıs, gerçekleşecek eylemin haberini vermişti. Tweet’inde şöyle diyordu: “DHKP-C, kanlı eylem talimatı verdi. Bilgiyi Emniyet’e ilettik. Güvenlik görevlilerini, konsolosluklar ve AK Parti binasını hedef gösterdi. DHKP-C, bu eylem için Fırat Özçelik denilen örgüt üyesini kullanacak. Eylemin adı ‘Feda Eylemi’ olarak belirlendi. Uyumayın!”
Demek, istihbaratın, terör ve organize şubelerinin suikastçının Fırat Özçelik olduğundan haberi vardı ama hiçbir önlem alınamadı ya da kasten alınmadı.
2) Sultanahmet saldırısı: 6 Ocak 2015’te Sultanahmet Turizm Şube Müdürlüğü’ne bir canlı bomba saldırısı düzenlendi. Bir polis şehit oldu. DHKP-C eylemi üstlendi: “Feda savaşçımız Elif Sultan Kalsen tarafından Berkin Elvan’ın katillerinin cezalandırılması ve AKP’nin rüşvetçi, hırsız bakanlarını koruyan faşist devletten hesap sormak için, feda eylemi gerçekleştirilmiştir.” Sonradan, canlı bombanın Kalsen değil, Rus uyruklu Riana Ramazova olduğu anlaşıldı. DHKP-C de yaptığı açıklamayı geri aldı.
3) Taksim saldırısı: DHKP-C’nin sözünü ettiği Elif Sultan Kalsen, 31 Ocak 2015’te, Taksim’de ortaya çıktı. Polis noktasına yaylım ateşi açtı; sonra kaçarak oradan uzaklaştı. Hâlâ Kalsen yakalanamadı.
***
Gördüğünüz gibi, hem Fırat Özçelik hem de Elif Sultan Kalsen’in kimlikleri biliniyordu. Fakat Tayyip Erdoğan tarafından hallaç pamuğuna çevrilen, bütün terör ve istihbarat birikimi kaybolan Emniyet, gerekli önlemleri alamadı.
Bakalım İçişleri Bakanı istifa edecek mi? Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü sorumluluklarının bilincine varacaklar mı? Görünüşe göre böyle bir gelişme beklenmemeli. Zira, Tayyip Erdoğan kendisinde hiçbir kusur görmezken, polisi “başarılı operasyondan” dolayı kutladı. Peki bu operasyon başarısız olsaydı, gene 3 kişi ölmeyecek miydi?
Cumhurbaşkanı, avukatlara karşı da daha sıkı önlemler alınacağını belirtiyor. 2 teröristin adliyeye elinde cüppeyle ya da takım elbiseyle girip girmediği tam olarak belli olmadı. Kaldı ki, cüppe bir kimlik değil. Filigranlı kimlik kartına mutlaka bakmak gerekirdi.
Tabii Erdoğan’a göre, fotoğrafları yayınlayan medya da suçlu. Nitekim Savcı Kiraz’ın cenazesinde bile akreditasyon uyguladılar. Doğan Medya, İpek Medya ve Cihan Haber Ajansı’nı camiye almadılar.
Tayyip Erdoğan’a bir ayna göndereceğim. Başkalarını suçlayacağına biraz kendisine baksın. Berkin Elvan üzerinden nasıl kutuplaştırıcı bir siyaset icra ettiğini, insanları birbirine karşı nasıl düşmanlaştırdığını hatırlasın, ders alsın ve ülkeyi felâkete götüren o yolunu değiştirsin.
Danıştay saldırısından bugünlere
17 Mayıs 2006’da Danıştay saldırısı gerçekleşmişti. Alparslan Aslan’ın önce “laiklik karşıtı” bir kişi olduğu ve eylemi, Danıştay’ın başörtüsü kararı yüzünden gerçekleştirdiği açıklanmıştı. Şu anda cezaevinde bulunan Ali Fuat Yılmazer’in gayretleriyle cinayetin derin devlet ilişkisi ortaya çıkarıldı. Muzaffer Tekin’in, Veli Küçük’ün, Kemal Kerinçsiz’in yakalarına yapıştı devlet. Bu, askeri vesayetin geriletilmesinin ilk adımını teşkil etti. Danıştay saldırısından sonra askerlerin katılımıyla düzenlenen kalabalık cenaze töreninde AK Parti’ye karşı sloganlar atılmış, “Devlet laiktir laik kalacak” sözleri yeri göğü inletmişti. Sonradan bunun bir provokasyon olduğu anlaşıldı.
Ama bugünkü şartlarda, olayı aydınlatacak kimse kalmadı. İstihbarat ve terörde uzman kişiler cezaevine gönderildi. Önleme dinlemesi diye de adlandırılan “istihbari dinlemeler” suç gibi kamuoyuna takdim edildi. Oysa, İstihbarat bir eylem gerçekleşmeden, sadece şüphe üzerine, sürekli e-maillere ya da telefonlara girip çıkıyor, iz sürmeye çalışıyordu. Suça ilişkin veriler elde ettiği takdirde, konu savcılığa intikal ettiriliyor, somut bir bulguya ulaşılamazsa, 10 gün içinde konuşmalar imha ediliyordu. Biliyorsunuz Amerika’da NSA de herkesi sıkı takibe almış durumda.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu, İstihbarat Daire Başkanlığı’nda bulunan DEVA’nın bir fişleme programı olduğunu iddia etti. Bütün istihbaratçıları zan altında bıraktı. Oysa DEVA bir analiz programıydı ve Türkiye çapında suça ilişkin bütün verileri, tek bir ekranda kesiştirerek sonuca ulaşmayı sağlıyordu. Sözgelimi, Savcı Kiraz’ı katleden Şafak Yayla, 2011’de, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi akademik yıl açılışında Tayyip Erdoğan’ı protesto edenlerin arasındaydı ve gözaltına alınmıştı. Ağabeyi Bulut Yaylada 2014 Mart ayında Hollanda’ya giden Erdoğan’ı protesto etmiş, o da gözaltına alınmıştı. Sonra serbest kaldılar. Bütün bu bilgiler hemen Emniyet Genel Müdürlüğü’ne intikal ediyor ve arşiv tutuluyor. Emniyet Genel Müdürlüğü de bu arşivi, kendi birimleriyle paylaşıyor. Tabii İstihbarat Daire Başkanlığı’yla da. Öte yandan başka yerden gelen bilgiler ya da ihbarlar da mevcut. Meselâ DHKP-C’nin daha önce Dolmabahçe ya da Taksim’de gerçekleştirdiği eylemler, eylemciler, istihbari dinlemelere takılan suç unsuru konuşmalar, hepsi DEVA’nın ekranında görünüyor ve ehliyetli bir polis, yaptığı analiz sayesinde, eylemcilere ya da eylem yapmaya teşebbüs edenlere süratle ulaşıyor. Ama siz istihbarat toplamayı suç sayarsanız, herkesi cezaevine gönderirseniz, sadece bir birikimi yok etmekle kalmaz, aynı zamanda, endişe ve korkuya kapılan görev başındaki polislerin de elini kolunu bağlarsınız.
Nasıl olsa hırsızlardan hesap sorulacak. Keşke Türkiye ağır bir bedel ödemeden bunu başarabilse.