DHKP-C ve güvenlik zaafı
Emre Uslu 01 Ocak 1970
İstanbul’da adliye binasında bir savıcı kendi odasında eli silahlı teröristler tarafından rehin alınıp öldürülüyorsa bunun tek açıklaması vardır:İstanbul’da büyük güvenlik zaafı vardır. Gelişmiş memleketlerde, onurlu yöneticililerin olduğu ülkelerde böylesi bir skandaldan sonra yöneticiler istifa eder. Bizde onur ile yöneticilik kavramları henüz birbirine yanaşmadığı için şimdilik istifa beklemek bize lüks.
Emniyet’te yapılan tasfiyeler güvenlik zaafının en önemli nedeni. Ocak 2014’te bu duruma dikkat çekip “Terör örgütleri bu aralar eylem planları yapmıyordur umarım. Emniyet’teki tayinler ciddi güvenlik zaafı oluşturuyor…” yazınca havuz medyasının saldırısına uğradım.
İstanbul’da güvenlik zaafının ne kadar büyük olduğunu anlamak için elimizde üç önemli veri var. Bunlardan ilki Sultanahmet’te turizm polisine yönelik yapılan Diana Ramazanov’un tuhaf saldırısı. İntihar saldırısı denilen ama aslında ne olduğu bir türlü bulunamayan o saldırı güvenlik zaafının ne kadar büyük olduğunu gösteren ilk veriydi. O saldırıyı yaptıranlar bulunmadı. Belki de bulunmak istenmedi. Zira o saldırı tam anlamıyla bir istihbarat operasyonu gibi görünüyordu.
İkinci saldırı Taksim’de yapıldı. Gündüz vakti bir kadın çıkıp polise 50 kurşun sıktı sonra yaya olarak kaçtı ama devletin polisi kadını yakalayamadı. Hâla Taksim saldırısı aydınlatılmış değil. Düşünün ki bu polis sadece DHKP-C örgütüyle mücadele etmek için birimler kurmuş durumda. Bir kadın terörist gündüz vakti o kadar mobese kamerasının ortasında polislere 50 kurşun sıkıp kaçıyor ve bu kadın bunca sürede yakalanamıyorsa bunun iki nedeni vardır: 1) Yakalanmak istenmemiştir. 2) Devlet çöktüğü için bulamıyor yakalayamıyorlardır…
Üçüncü saldırı savcıya yapılan saldırıydı. Yine bir gündüz vakti adliye basıp savcı öldüren iki terörist daha önce gözaltına alınmasına rağmen, o birimlerde çalışan polisler tarafından yüzü maskeli olduğu hâlde tanınıyor olmasına rağmen, polisin kontrolünden kurtulup adliyede eylem yapıyorsa o zaman ya devlet çökmüştür ya da o eyleme göz yumulmuştur.
Polisin çalışma yöntemini bilmeyen okuyucular için anlatayım. Türkiye’de çok örgüt vardır ama PKK hariç silahlı eylem yapacak militan sayıları oldukça azdır. Bu yüzden istihbarat birimleri örgütleri ve eylemcilerini isim isim bilirler. Potansiyel eylemci militanların hayat hikâyelerini çok yakın arkadaşlarının hikâyelerinden bile daha iyi bilirler. Nitekim savcının rehin alındığı fotoğraflar medyaya düşer düşmez daha önceden sol teröre bakan, hırsızları yakaladıkları için cezalandırılan Emniyet Amiri Kadri Cemil Yiğit eylemciyi teşhis edip eylemcinin adını Twitter’den yazdı.
Meslekten atılmış bir polis bile DHKP-C eylemcisini hâlâ tanıyor, biliyorken, İstanbul Emniyeti’nde görev yapan polisler bu teröristleri nasıl oluyor da ellerinden kaçırıyor? Bunları takip etmiyorlar mı? Polislerin bildiği tanıdığı, üstelik birkaç ay önce gözaltına alınıp serbest bırakılan bir eylemci, elini kolunu sallaya sallaya adliyeye silah sokup savcı rehin alıyorsa buna ne diyeceğiz? Kimse kusura bakmasın buna zaaf bile denmez. Bir hukuk insanı burada kasıt arar. Bilip takip ettiğin, en azından takip etmek zorunda olduğun bir terörist eylem yapıyorsa sen ne iş yapıyorsun diye sorar o polislere.
Daha önce de yazdım yeniden hatırlatayım. Türkiye’de bilinen örgütler normalde güvenlik kuvvetleri tarafından sıkı takip edilir. Bu yüzden DHKP-C gibi örgütler daha eylem yapmadan sıklıkla yakalanır ve eylemleri önlenir. Ola ki elden kaçtı ve bir eylem yaptıysa o eylemci ve eylemi yapanlar en fazla bir hafta içinde yakalanır. Çünkü polis ve istihbarat muhtemel eylemcileri zaten takip edip kontrol ediyordur. Eğer bir eylemci eylem yaptıktan sonra bir hafta içinde yakalanamadıysa devlet istemediği için yakalanamamıştır, ya da devlet çöktüğü için yakalanamamıştır. Son zamanlardaki durum bana ikinci ihtimalin daha yüksek olduğunu düşündürmeye başladı. İstanbul’daki güvenlik zaafı devletin çöktüğünün en belirgin göstergesi…