Enerji bakanı istifa!
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
Geçen salı günü Türkiye’de ciddi bir yönetim, daha doğrusu yönetimsizlik sorunu yaşandığına işaret eden üç olay yaşandı.
Bunlardan başta geleni, başka ülkelerde belki hiç yaşanmayan, burada 15 yıl sonra tekrarlanan olaydı. İran’dan elektrik sağlayan bir iki il dışında kalan bütün ülke saatlerce elektriksiz kaldı. Elektrikle çalışan toplu ulaşım araçları durdu, trafik ışıkları yanmayınca kent içi ulaşımda karmaşa yaşandı. Sağlık hizmetleri aksadı. Birçok yerde sanayi üretimi durdu. Bir hesaba göre maddi zarar 700 milyon dolar. Saatler süren sıkıntının neden olduğu manevi zararın ise hesabı yok.
Peki, bütün bir ülke neden saatlerce elektriksiz kaldı? En tepedeki yöneticiler uzun süre bunun cevabını veremediler. Başbakan “terör saldırısı olabileceğinden” söz etti; Enerji Bakanı “terör mü, siber saldırı mı, teknik arıza mı” bilmediğini söyledi. Sonunda bir gerçek ortaya çıktı ki, Türkiye’nin elektrik tedarik sistemi, bir veya birkaç santralda arıza meydana gelmesi veya üretimin durması halinde, bütünüyle işlemez hale gelebilecek ilkelliktedir, sigortalardan yoksundur. Bunun sorumlusu kimdir? Bu yüzden ülke ekonomisinin uğradığı büyük zararın, çekilen sıkıntının sorumlusu kimdir? Hiç kuşku yok ki, birinci derecede sorumlu, Enerji Bakanı’dır. Bakanın, en azından kendisine saygısı olsa, istifa etmesi gerekir. Ama bakan tedbirsizlik yüzünden yaşanan bütün katliam niteliğindeki maden kazalarına rağmen istifa etmediği gibi, bu defa da etmeyecektir. Neden? Çünkü bu, yönetimde zaafın kabulü anlamına geleceği için, istifa hükümetçe kabul edilmeyecektir. Bu da artık Türkiye’nin hesap vermeyen bir hükümetle yönetildiğinin açık resmidir.
Yine salı günü İstanbul Adliyesi’nde çok trajik bir olay yaşandı. İki terörist binanın 6. katındaki odasında oturan bir savcıyı rehin aldılar; Berkin Elvan’ın ölümünden sorumlu polislerin açıklanması başta, birtakım talepler ileri sürdüler. Sonunda polis müdahale etti ve maalesef, savcı şehit düştü, teröristler öldü. Eylemciler silah, bayrak, flamalarıyla ellerini kollarını sallayarak adliyeye nasıl girebildi? Kriz müzakereyle aşılabilir miydi? Ve tabii, Berkin’i öldürenler niçin hâlâ belirlenemedi? Bu soruların cevaplarını şimdilik bilmiyoruz, yahut da hiç bilemeyeceğiz. Ama maalesef, tek başına bu olay da Türkiye’nin giderek büyüyen bir yönetim sorunu olduğuna işaret ediyor. Her durumda şunları tekrarlamak gerekiyor: Terör, lanetlenecek bir insanlık suçudur. Terörizmle kararlılıkla mücadele edilmelidir. Ama terörün, giderilemeyen kimi sıkıntıların bir ifade şekli olduğu bilinmelidir. Türkiye’de ayrımcılığa, haksızlığa uğradıklarını düşünen, çeşitli dertlerine çare bulunamayan Aleviler arasından, ne yazık ki terör eylemlerine meyleden gençler çıkıyor. Çözüm bekleyen ciddi, derine inen bir Alevi sorunu olduğu muhakkak.
Yine geçen salı İstanbul’da, Anayasa Mahkemesi kararıyla yeniden görülmekte olan Balyoz askeri darbe girişimi davasında savcılık, delillerin “delil vasfını haiz olmadığı” gerekçesiyle, mahkûmiyetleri kesinleşmiş 236 sanık hakkında beraat istedi. Mahkeme talebe uydu, ayrıca sahte delillerle ilgili suç duyurusunda bulundu. Bu karar, şüphesiz ki, Balyoz darbe girişiminin olmadığı anlamına gelmiyor. Ama iki anlamı var: Birincisi, sanıklar arasında emir alan – veren ayrımının yapılmadığı, uzun tutukluluk sürelerinin cezaya dönüştüğü, savunma haklarının saygı görmediği bir dava tersyüz olabiliyor. İkincisi, 17 / 25 Aralık büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmesinden bu yana artık AKP iktidarı ile Balyoz ve Ergenekon sanıkları arasında siyasi ittifak var. Bu nedenle karar muhakkak ki daha önce mahkumiyetleri onaylayan Yargıtay tarafından da onaylanacak.