Terör Bizden Ne İstiyor?
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Adliye Baskını’ndan sonra AK Parti Kartal ilçe binasına İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gerçekleştirilen silahlı saldırılar Türkiye’nin ciddi bir terör dalgası ile karşı karşıya olduğunun gösterisi. Saldırılar münferit değil, anlık gelişmiş hiç değil… Demek ki ortada planlı ve örgütlü bir saldırıdan bahsediyoruz. Bu durumda teröristler ne yapmak istiyor. Bizden, ülkemizden istedikleri ne?
Terörizm (terrorism) sözlüklerde şöyle tanımlanıyor:
“Siyasi hedeflerine ulaşabilmek için, şiddet kullanımı veya şiddet kullanma tehdidi yoluyla yoğun bir korku ve panik havası oluşturmak”.
Dolayısıyla teröristler terör saldırısı esnasında kurbanlarına verdikleri zararı değil, onların ötesinde olayları izleyen kitlelere ve/veya hükümetlere bir şeyleri yaptırmayı hedeflerler. En son olaya dönecek olur isek, katledilen Savcı Kiraz veya Vatan Caddesi’nde nöbet bekleyen güvenlik görevlilerine zarar vermek azmettirici teröristlerin asıl hedefi değildir. Nihai hedef, kurbanların düştüğü durum üzerinden toplumda ve siyasette dehşet oluşturabilmek, korkuyu tüm topluma yaymak ve onlardan belli bir doğrultuda davranmalarını beklemektir.
Bu durumda en son saldırılarda, tetikçiler değil ama azmettiriciler bizden ne istemektedirler, nasıl bir tepki vermemizi arzu etmektedirler?
TERÖR, HÜKÜMET ÇEVRELERİNDEN NE BEKLİYOR?
İlk olarak, terörün Hükümet’ten ve onu destekleyen medya ile kitlelerden beklediği gerilmesi, daha sert güvenlik politikalarına yönelmesi, panik halinde karşısındaki grupları suçlamasıdır. Yetkililerin olayın sıcaklığı ile duygusal konuşmalar yapması, ortamı daha da germesi, toplumu ayrıştırması da yine beklenenler arasındadır.
Bu arada Adliye Saldırısı ile tüm yurtta yaşanan elektrik kesintisinin aynı güne denk gelmesini bir tesadüf olarak görmenin güçlüğünü de hatırlatmak isterim. Elektrik kesintisi tüm taraflar için sinirleri daha da geren, terörün hedeflerine ulaşması için zemin oluşturan bir etki yaptı.
Bu olayda bir diğer hedefin toplumu belli bir inanç ve siyaset grubuna karşı hınçlandırılmak istendiği de söylenebilir. Ortadoğu’da yaşanan mezhepler çatışmasını Türkiye’ye taşımak için her iki inanç grubu da kışkırtılmakta, birbirilerine karşı tepkisel hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada resmi yetkililerin bu gruplardan bir lehine taraf haline getirilmesi, en azından tarafmış gibi gösterilmesi bu hedefi gerçekleştirmede teröristlerin en çok önemsedikleri hedefleridir.
Peki, Hükümet ile onu destekleyen medya, ona oy veren kitleler terörün istediğini yapıyor mu, yoksa tam tersi bir istikamette mi davranıyor?
Ne yazık ki bu soruya iyimser cevap vermekte zorlanıyorum. Özellikle Hükümete yakın basında yangına körükle gitmek deyimi bire bir gerçekleşiyor. Bir gazete saldırıyı ‘Geziciler’e, elektrik kesintilerini ise ‘paralel’e yıktı bile. Oysa ki her iki olayın da detayları henüz ortaya çıkmadı ve bu tür suçlamalar terörün ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü siz Gezi protestolarına destek verenleri ‘suçlu’ hatta ‘terörist’ ilan ettiğiniz zaman bunun içerisine milyonlar giriyor. Yani terörü ve korkuyu milyonlarla çarpmış oluyorsunuz, gerilimi daha da tırmanıyor.
Ne yapmalı derseniz, öncelikle ortamı sakinleştirmek gerek. Kanaat önderlerinin devreye sokulması, siyasilerin bir araya gelmesi ve teröre karşı bir ittifakın inşa edilmesi gerek. Siyasilerin terörden istifade etme girişimi ise başımıza gelebilecek asıl büyük felaket olacaktır.
TERÖR, MUHALİFLERDEN NE BEKLİYOR?
Terörün ilk beklentisi bir örgütün saldırılarını kullanarak bir mezhebi radikalleştirmek ve sokağa çekmek. Burada Gezi olaylarındaki kitlesel gerilimi, kitlesel enerji şiddet içeriği arttırılarak yeniden yakalanmak isteniyor. Hatta daha da ötesine geçilerek belli bir mezhep, sokağa kendi devletine ve diğer mezhep gruplarına karşı direnmek için kışkırtılıyor. Kısacası arzu edilen Türkiye’de büyük bir mezhep çatışmasını alevlemek. Bunu bölgemizde ve dünyada kim ister diye düşünmek gerekiyor. Yani olayın sadece iç bağlantıları olduğu kanaatinde değilim. Şu sıralar Türkiye bölgesinde kime meydan okuduysa, kiminle ciddi sorunlar yaşıyorsa bu saldırılar üzerinden o başkentten gelen sinyalleri de doğru okumak gerekir.
Pek, o mezhep grubu bu kışkırtmalara gelir mi derseniz bu biraz da bizlere bağlı. Toplum gerilmeye, kutuplaşmaya devam ederse sadece onlar değil, herkes yanlışlar yapabilir.
AVUKATLAR ARANMALI MI?
Adliye’ye baskın düzenleyen 2 terörist avukat cüppeleriyle binaya girmişler ve bu nedenle aranmamışlar. İşte, Hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanı diyor ki ‘bu saldırı avukatlar aranmadığı için oldu’. Metin Feyzioğlu ve Ümit Kocasakal gibi pek çok baro başkanı geçmişte avukatların üstlerinin aranmamasını, bunun hukuka zarar vereceğini iddia etmişlerdi. Şimdi tartışma buraya odaklandı.
Ancak bence meselenin özünü kaçırmamalıyız. Sorun avukatların üstlerinin aranması değil, entegre bir güvenlik sisteminin bulunmayışı.
Örneğin teröristlere avukatlık kimlikleri sorulmuş mu? Adliye’de giriş çıkışları takip eden bir yüz tanıma sistemi var mıydı? Güvenlik güçleri giren çıkanı ne kadar tanıyordu? Yargı kurumlarının güvenlik kameraları nasıl çalışıyor?
Sorularımızı arttırabiliriz. Hatırlayacaksınız, 17 Mayıs 2006 Alparslan Arslan adlı bir avukatDanıştay’ı bastı, bir üyeyi öldürdü, dördünü yaraladı ve elini kolunu sallayarak binayı terk ederken son anda yakalandı. Üstelik Arslan binaya girerken cüppe bile giymemişti, istediği kata rahatça ulaşmıştı. Olaydan sonra anlaşıldı ki o gün güvenlik kameraları bile doğru çalışmamış.
Ortada bir güvenlik açığı olduğu kesin. Türkiye’nin pek çok önemli binasına unvanınızı söyleyerek rahatça girebiliyorsunuz. Sadece siz değil, otomobiliniz hatta minibüsünüz bile girebiliyor. Burada alınacak önlemler vardır ve bu önlemler içinde avukatların, savcıların, hâkimlerin ve diğer yetkililerin de aranması olabilir. Ancak asıl sorun aranmak değil, aşağılanmaktır. Türkiye’de asıl sorun ölçünün tutturulamaması, insanları gerekecek uygulamalara başvurulmasıdır.
Bunun da ötesinde Türkiye için asıl sınavın İç Güvenlik Yasaları’nda ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Muhtemeldir ki en son saldırılar Hükümet’in endişelerini daha da arttıracak, katı güvenlik önlemlerini bir an önce devreye sokmak konusunda onu zorlayacaktır. Oysa ki toplumda bu düzenlemelere karşı aşırı tepkili geniş bir kitle var. Dahası, uygulamada ciddi sorunlar yaşayan güvenlik güçleri artık eskisine göre daha geniş hareket alanına sahip olduklarını düşündüklerinde daha sert olacaklardır ve bu da toplumsal gösterilerde daha vahim hataları beraberinde getirecektir.
Daha önce defalarca yazdık, sokağa ne kadar polis çıkarmak zorunda kalıyorsanız güvenliğin altını o kadar oyuyorsunuz demektir. Sayıları ve yetkileri ne olursa olsun hiçbir ülkede iç güvenliği güvenlik güçleri sağlamaz. Siyasi ve toplumsal sorunları kriminal araçlarla çözmeye çalışırsanız sonuç tam anlamıyla bir felaket olur. Bu nedenle terör mücadele etmek isteyen yetkililerin ilk yapması gereken toplumsal gerilimi azaltmaktır. Diğer önlemler ondan sonra gelmelidir.