İslamcılığa itirazlar!
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
“Kur’an ve Sünnet’e dönüş”ü; “içtihat kapısının açılması”nı; (sömürgecilerin ve işgalcilerin İslam yurdundan çıkarılması ve sosyo-ekonomik canlanma motivasyonu anlamında) “cihad ruhunun uyandırılması”nı referans alıp belli bir âlem tasavvurunu ve dünya görüşünü; belli bir sosyo-politik düzeni ve İslam birliğini gaye edinen “İslamcı” akımlara yöneltilen birkaç itiraz var.
Söz konusu itirazlar aynı zamanda modern zamanlara mahsus olmak üzere bize Batı’nın “Kilise-devlet çatışması”ndan intikal etmiş olan “din-siyaset” ilişkisi konusunu da yakından ilgilendirmektedir. Batı Hıristiyanlığının işlediği suçların faturasını bugün İslam ödemektedir. İtirazları şu birkaç noktada toplamak mümkün:
1) “İslam” kelimesinin başına “cı” ekini getirmek, din olarak İslamiyet’i sıradanlaştırır; İslamcılık, dini siyasette pazarlanan bir metaa dönüştürür.
2) Fikri, toplumsal ve siyasi bir akım olarak İslamcılık, bir ve beraber olması gereken Müslümanları “İslamcı” ve “İslamcı olmayan” olmak üzere iki kampa ayırır. Bundan bölücülük türeyebilir.
3) İslamcılık veya siyasal İslam doğası gereği siyaseti ve toplumsal hayatın siyasi boyutunu öne çıkardığından, çok yönlü, çok boyutlu bir din olan İslamiyet’i salt siyasete indirger.
4) İslamcılık, İslamiyet’i bir ideolojiye indirger. İdeolojiler ise beşeri zihinsel etkinlikler, siyasi ve ekonomik çıkarlar amaçlıdır. Yüzlerce ideoloji içinde İslamiyet’in ideolojileştirilmesi dinin ruhuna, evrensel mesajına aykırıdır.
5) İslamcılık, İslamiyet’i bu dine inanmayan, hatta İslamcı olmayanlar üzerine baskı kurma siyasetidir. Devlet aygıtının maddî ve hukukî araçlarını eline geçirdiğinde otoriter-totaliter rejim kurmaya yönelir.
6) İslamcılık, dinin siyasette istismarıdır.
Söz konusu altı itiraz noktası da üzerinde durmayı hak eder. İtirazı yapanın niyeti ne olursa olsun, bize düşen; edeb dairesi içinde meramımızı anlatmaya çalışmak olmalıdır. Ben kısmet olursa pazartesinden itibaren bu itirazlara kendi zaviyemden cevaplar vermeye çalışacağım. Ancak belirtmeliyim ki her altı itiraz noktası da giderek kangrenleşen sorunlarımızın özüyle ilgili değildir. Sorun, Müslümanların modern ve postmodern dünyada kendi asli kaynaklarından hareketle ve tarihte yaşadıkları tecrübelerden azami ölçüde istifade etmeye çalışırken tarihin tekrarına düşmeden bugünün sorunlarına tatminkâr cevaplar bulmaları; din-siyaset ilişkisinin hem varlık yapısını hem kültürel etkilere karşı kurucu teorisini geliştirmeleri; kendi aralarında ve başkalarıyla hangi sosyo-politik zeminde bir arada yaşayabileceklerine ilişkin zamana bağlı siyasi modeller geliştirme becerisini göstermeleri, buldukları çözüme en başta kendileri inanmaları ve başkalarını inandırmaları sorunudur.
Kesin olan şudur: Müslümanlar olarak acınacak vaziyetteyiz. Beşeriyetin dünya ve ahiret mutluluğu ve kurtuluşu için vaz’edilmiş bir din, şahsî veya grup çıkarlarının aracı olmuş, birbirimizle süren iktidar mücadelelerinde silah olmuş, içi boş bir retoriğe, kitleleri cahilce motive ve mobilize eden siyasilerin ve ‘dinî’ liderlerin dilinde zehirleyici bir söyleme dönüşmüş. İslam âlemi derin bir kriz yaşıyor. Bu krizden böyle çıkamayız!