SİSTEMATİK SOSYOLOJİ AÇISINDAN ZİYA GÖKALP
01 Ocak 1970
Ziya Gökalp’in sosyolojik sistemi üç ehemmiyetli kavram üzerine kurulmuştur. Sistemin temelinde örf, gövdesinde hars ve üst kısmında da mefkure kavramları ve bunların muhtevaları yer alır.
Gökalp sisteminin temelinde yer alan kilit noktalarından birini meydana getiren örf kavramı mükellefiyet (yani bir işi yapmaya mecbur olmak) ve müeyyide (kanun ve nizamlara itaatsizlik cezası) kavramları ihtiva eder.
Örf’e büyük önem veren Gökalp ilkin örf ile adetin birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini ve genellikle örf ve adetin karıştırıldığını söyler. Gökalp diyor ki; “Bazı adetler örftür, bazı örfler adettir, fakat her adet örf olmadığı gibi her örf de adet değildir”. Burada şunu anlatmak istemiştir: Öyle haller olur ki davranışları ve sosyal hareket tarzlarını kontrol eden durumların bazılarında örf ön planda yer alır, fakat temeldeki adeti de görmemezlikten gelemeyiz.
Adet ile örf arasındaki farkı belirtirken Gökalp her adetin örf olmadığına işaret eder. Çünkü, adetlerin kesin olarak geçerli olanı da var, istenmemiş olanı da var.
Gökalp sisteminde adeti örften ayıran en ehemmiyetli özelliklerden birisi de budur. Yani adetlerde geçerli olanı da, beğenilmeyeni de olduğu halde örflerde bu ikili durum söz konusu olamaz.
Bir sosyal kaidenin örf olabilmesi için açık ve seçik olarak cemaatin bünyesinde ve yaşayışında ortaya çıkan sosyal vicdan ile iç içe olması gerekir. Cemaatin vicdanı örf ile yükselen güçlü bir sesi olduğu takdirde şahıs üzerinde baskısını duyurabilir. Bunu gören Gökalp örf için şunları söylüyordu: “Örf ise cemaatin tatbiki ahlakından ve yaşayışında görünen içtimaî vicdanıdır.
ZİYA GÖKALP’TE CEMAAT ANLAYIŞI
Ziya Gökalp sisteminde cemaat sosyal yapısına geçiş sosyal gerçek ile olmaktadır. Bir kaidenin sosyal olabilmesi için fertlerin hem hayati tabiatı haricinde hem de iradesi üstünde bulunmak lazımdır diyen Gökalp’e göre ferdin hayati tabiatından çıkan fiiller sosyal olamaz.
İçtimai kaideler ferdi iradelerin fevkindedir, çünkü ferdin iradesi kendi mizacının, seciyesinin bileşkesidir. Her fert ayrı bir mizaca, ayrı bir seciyeye sahip olduğu için ferdi iradelerden çıkan ameller yeknesak bir şekilde bulunamazlar ki, bir kaide maliyetini haiz olabilsinler.
Gökalp’ın da sisteminde kabul ettiği gibi, cemaat kendini meydana getiren fertlerde mevcut olmayan özel bir sosyal bünyeye sahiptir.
Tekelilerin beyan olunan halleri Hayve Türkmenlerinin son derecede müsavatçı, demokrat olduklarını gösteriyordu.
Burada görülen tabii ve canlı hukuk o cemaatin kendi bünyesinden doğmaktadır. Bu hukuk örf ile takviye olmaktadır.
Cemaat tipi sosyal yapıların muhtevası ne olursa olsun genel karakterleriyle aynıdır. Bu muhteva din olabildiği gibi, lisan da olabilir. Kader birliğini yaratan fonksiyonlarda cemaatin muhtevasında yer alır. Sonuç olarak muhteva sosyal bünyede cemaat tipi sosyal yapıyı oluşturur.
HAKİMİYETİN TİPLERİ
Hakimiyet unsurunun girdiği her yerde cemaatliğinin parçalandığı görülür. Üst ve alt tabakaların meydana geldiği andan itibaren cemaat tipi yaşamdan bahsedilemez. Hakimiyet her zaman insanları altlı üstlü bir sıralamaya tabi tutmuştur. Hakimiyet tiplerinin insanî olanı demokratik bir iradeye dayalı bulunanıdır.
Türklerdeki hakimiyet tiplerini Ziya Gökalp şu sıralamaya tabi tutar; TUDUNLUK, YABGULUK, HAKANLIK, İLHANLIK, İMPARATORLUK.
Tudunluk:
Tudun aşiret reisidir. Dağılma halleri müstesna olmak üzere, bağımsız aşiret olmadığı gibi bağımsız tudun da yoktur. Tudunluk, ekseriyetle, yabgulara tabidirler.
Yabguluk:
Eski Türklerde tudunların üstünde olan ve bütün ilin üzerinde ferdi hakimiyet icra eden siyasi reise yabgu derlerdi. Tudun boy beyi demekti. Yabgu da İl Beyi manasında idi.
Gökalp’ın izahatından anlaşıldığına göre, sosyolojide çok iyi bilenen karizmatik hakimiyet tipi ile başlayan büyük hakimiyet, daha sonra ananevi hakimiyete dönüşüyor.
Hakanlık
Hakanlıklar, ekseriyetle bir ecnebi devletinin geçim yeri ve dayanak olarak kabul ederek teşekkül ederdi.
İlhanlık
İlhan, hakanlar hakanı demektir. Hakanın haiz olduğu selahiyetleri ilhan daha fazlası ile haizdir.
İlhanlıkta kökü olan İl’e ve hakanlığa dayanır. O da hakanlık ve yabguluk gibi, demokratik ve cumhuri illerden doğmuştur.
Gökalp’in sistematiğinde, bu sistematiğin temelini Türk Devletinin ve milletinin tekamülü teşkil etmektedir ki, devlet aşiretten başlayarak gittikçe genişleyen ve iç içe kutular halinde büyüyen ilhanlık ve sultanlıklara kadar yayılmaktadır. Böylece büyük devletler, imparatorluklar doğmaktadır, daha sonra da milli devletler meydana gelecektir.
Aşiret
Türk aşiretleri gittikçe birlik ederek küçük, il, orta il, büyük il ve en büyük il safhalarından geçtiği gibi.
Oğuzlarda aşirete “öz” denilirdi. Türklerde müstakil aşiretler yoktu. Her aşiret mutlaka bir ilin içine girip onun bir uzvu olmuştur.
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılıyor ki, aşiret, devleti oluşturan bir özdür. Bu küçük cemaat tipi sosyal yapıda devletin ilk unsurları bulunmaktadır.
MİLLET
Millet, lisanca dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir.
Gökalp’te içtimai vicdandan, milli kıymetler doğuyor, çünkü içtimaî vicdan, Gökalp sisteminde aynı zamanda örf’tür.
Millet, mefkurevi bir cemiyet olup hiçbir kavimde tamamıyla tecelli edememiştir.
Millet, şahsiyetini tam olarak kazanmış bir içtimai zümredir. Milletin şahsiyeti de zaman zaman buhranlı onlarda dahilerde, büyük şahsiyetlerde şuurlu olarak ifadesini bulur. Kavim ise kavimi devlet bünyesi içinde henüz şahsiyetini bulamamış bir zümredir. Ne zaman kavim şahsiyetini kazanırsa o zaman millet olma yolunu tutmuş olur.
Netice olarak millet hakkında Ziya Gökalp şu hükme varır: “Milletler, medeniyet itibari ile tecanüse doğru gidiyorlar, fakat hars itibari ile birbirinden uzaklaşıyorlar. O halde beynelmilliyeti medeniyetle, milliyeti ise harsta aramak lazımdır.
Millî Vicdan
Kavimleri, müstemleke olma durumundan kurtararak duygu ve düşünce muhtevası milli duygunun temelinde yer alan milli vicdanda bulunmaktadır. “Milli vicdan nerede teşekkül etmişse artık orası müstemleke olmak tehlikesinden ebediyyen kurtulmuştur.
Manevi duyguların ve düşüncelerin millî kıymetlerle olduğu her yerde millî vicdan teşekkül eder.
Millî Devlet
Artık yüzlerce milletlerden mürekkep olan suni camiaların devamına imkan kalmamıştır. Bundan sonra, her millet ayrı bir devlet olacak, mütecanis, samimi, tabi bir cemiyet hayatı yaşayacaktır.
Gökalp, Türklerin millî devleti hakkında şöyle diyordu: “Mefkure, istikbalin halikidir. Dün Türkler için hayali bir mefkure halinde bulunan Millî Devlet, bugün Türkiye’de bir şe’riyet halini almıştır.”
Mefkure
Bir millet büyük bir felakete uğradığı, korkunç bir tehlike karşısında bulunduğu zaman fertlerindeki şahsiyetleri bel eder (yutar, emer): O zaman umumun ruhunda yalnız <Milli Bir Şahsiyet> yaşar, bütün kalplerde bu <Milli Şahsiyeti> idame etmek tehalükünden başka bir duygu kalmaz. Bu kargaşada fertler kendi hürriyetlerini değil, milletlerinin istikbalini düşünürler. İşte o muazzez duygu ile karışık olan bu mukaddes düşünceye mefkure denilir.
Bir millet tehlikede kaldığı vakit onu fertler kurtarmaz; bizzat millet kendi kendinin kurtarıcısı olur.
KAVRAM ANALİZİ
Kültür Nedir?
Sosyal bünyenin muhtevası olan kültür,sosyal hayat alanının prensiplerini teşkil eder. O sebeple, kültür, sosyal hayatın önemli bir kısmıdır.
İnsanın hayatı, duygu ve düşünce ile dirilir.
Kültür, fertleri bir yönden içinde yaşadıkları tabii çevreye intibak ettirirken, aynı zamanda beri yandan şahısları birbirine ve içinde yaşadıkları sosyal tabiata, başka bir ifade ile sosyal hayat alanının sosyal çevrelerine alıştırma hizmeti görür.
Tylor’a göre; “Kültür; bilgi, inanç,sanat, ahlâk, kanun, adet ve cemiyet hayatının üyesi olan insanın kazandığı alışkanlıklar ve kabiliyetleri ihtiva eden karmaşık bir bütündür.”
Bu tespit bir gerçeği belirtmektedir. O da, kültürün insan tarafından meydana getirildiğini, fakat sonra kültürün, insan şahsiyetini yarattığı hususudur.