Hırsızlar ve polis okulları
MEHMET YILMAZ 01 Ocak 1970
Merhum Başbakan Turgut Özal, uzun zamandır Emniyet Teşkilatı ile ilgili gelen şikâyetlerden bıkmıştı. Rüşvet ve işkence iddialarının ardı arkası kesilmiyordu. Polis eğitimi yapan orta dereceli ve üniversite düzeyinde okullar yıllardır vardı ama özellikle Polis Akademisi'nin eğitim kalitesi istenen seviyede değildi. Gerçi Akademi'ye dışarıdan hocalar da geliyordu ancak ilgi alanları çoğunlukla polislik olmadığı için güvenlik konularına derinlemesine girmiyor, bu alanda fazla araştırma da yapmıyorlardı.
Turgut Özal'ın aklına bir fikir geldi. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'yu makamına çağırdı. “Bu işler böyle gitmez. Polis Akademisi'ne; akademi, siyasal ve hukuk kökenli araştırma görevlileri alalım. Bunları yurtdışına gönderelim, yüksek lisans ve doktora yaptıralım. Emniyeti ancak böyle düzeltebiliriz.” dedi.
Bunun üzerine ilk olarak Akademi'ye tam zamanlı ve kadrolu birkaç öğretim üyesi alındı. Bunlardan bir kurul oluşturuldu. Polis Akademisi mezunu komiser yardımcılarından, daha sonra da siyasal bilgiler ve hukuk fakültesi mezunlarından araştırma görevlileri alındı. Bunlar İngiltere'ye gönderilerek polislik üzerine çalışmaya başladılar. 1995 yılından itibaren araştırma görevlileri doktoralarını bitirerek Polis Akademisi'ne dönmeye başladılar. Ardından Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) Emniyet Hizmetleri Sınıfı'na yurtdışında yüksek lisans ve doktora yapma imkânı sağladı. Bu defa öğrenciler daha çok Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa ve Almanya'ya gönderildi. Yaklaşık 200 kişinin yüksek lisans ve doktora yapması sağlandı.
Akademi'deki olumlu gelişmeleri gören Harp Okulu da Polis Akademisi'ne bakarak kendi içinde kadrolar oluşturdu. Harp Okulu mezunlarının yüksek lisans ve doktora yapması teşvik edilmeye başlandı.
Özal'ın gayretleri meyvelerini vermeye başlamış, Türk Polis Akademisi'nin eğitim kalitesi dünyada parmakla gösterilen bir hale gelmişti. Daha önce işkence, rüşvet iddiaları ile adı anılan Türk Polis Teşkilatı, artık çok kaliteli hizmetler sunar oldu.
Terörle eskisine nazaran çok daha etkin mücadele edilmeye başlandı.
Suçlular kısa sürede yakalanır oldu.
Daha önce aylar alan pasaport işlemleri birkaç günde neticelenir hale geldi.
Dış alımı milyonlarca dolara mal olabilecek MOBESE sisteminin kurulumu Emniyet personeli tarafından gerçekleştirildi.
Polis karakolları polis merkezlerine dönüştü.
En önemlisi de toplumla ilişkilerin ve halka sunulan hizmetlerin kalitesi hiç olmadığı kadar arttı.
Teşkilatın toplam kalitesi öyle bir düzeye yükseldi ki, Orta Asya'dan Kafkaslar'a, oradan Balkanlar'a, Ortadoğu'ya ve son olarak da Afrika'ya kadar dünyanın dört bir yanından Türk Polis Teşkilatı'na eğitim talepleri yağmaya başladı.
Türk Polis Akademisi'nde eğitim gören dost ve kardeş ülkelerin polisleri kendi ülkelerinin emniyet teşkilatlarında parmakla gösterilen kişiler olarak hizmet vermeye başladılar.
Derken Akademi bünyesinde Güvenlik Bilimleri Fakültesi ile araştırma merkezleri kuruldu. Buralarda yüksek lisans ve doktora eğitimi verilmeye başlandı. Artık Akademi hem yurtiçinden hem de yurtdışından gelen talepleri karşılayabilecek konuma gelmişti. Ülkede güvenlik alanında daha önce yapılmayan birçok araştırma burada yapılıyor, ülkenin bu alandaki problemlerine çözümler aranıyordu.
AKP, 2002'de iktidara geldiğinde önünde iyi yetişmiş, vatansever ve fedakâr bir Emniyet Teşkilatı buldu. Bu teşkilat aslında merhum Turgut Özal'ın AKP iktidarına mirası idi. Hükümet bu teşkilattan çok istifade etti. Denebilir ki, AKP, 13 yıldır iktidarını devam ettirebiliyorsa, bunda Emniyet Teşkilatı'nın sağlam durmasının etkisi çok büyük olmuştur.
2010 Anayasa referandumu ile hükümet iktidardaki gücünü iyice artırdı. Askeri vesayet geriletilmiş, kapatılma korkusu ortadan kalkmış, AKP 10 yıldır süren endişelerinden kurtulmuştu. MİT'in başına Parti'ye muzahir birinin atanması eski çekinceleri tamamen ortadan kaldırdı. Endişelerin yerini kontrolsüz bir özgüven aldı.
Yürütme üzerindeki tüm fren mekanizmaları ortadan kalkmış, iktidar her istediğini yapabileceğini düşünmeye başlamıştı.
Bu arada daha önce -farklı kaygılarla- el uzatılmayan yasak meyvelere de artık el uzatılmaya, küpler doldurulmaya başlandı. İngiliz Lord Acton'ın “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” sözü, AKP mutlak iktidarı için de varid olmaya başladı.
78 YILLIK ÜNİVERSİTE KAPATILDI
Kurt, yavruları büyüdüğünde bir gün onları ava alıştırmak üzere yuvadan dışarı çıkarır. Karşı dağda bir sürü vardır. Kurt önce çobanı gösterir. “O, bir insandır. Ona çok dikkat edin. Bize zarar verebilir.” der. Daha sonra da koyunları gösterir. “Onlar işte sizin yiyeceklerinizdir.” der. Sonra çoban köpeğini gösterir. “Bakın der o aslında bizim soyumuzdandır. Ancak en çok ona dikkat etmeniz lazımdır. Çünkü o ne yer ne de yedirir.”
AKP iktidarı kendisi haram yemeyen polislerin -kim olursa olsun- başkasına da milletin malını yedirmeyeceğini öngöremedi. Yumuşak başlılık ve demokratik itaat anlayışı yanlışa göz yumulabileceği şeklinde algılandı. Halbuki polis, babasına bile suç işlediğinde acımayacak ve onu hukukun önüne çıkaracak şekilde yetiştirilmişti.
Sonuç itibarıyla 17/25 Aralık'ta yaşananlar gerçekleşti.
AKP iktidarı kendisine "dur" diyen Polis Teşkilatı'nı, hukukun altını üstüne getirerek, sözde "darbeci" ilan ederek büyük bir intikamla yok etme hareketine kalkıştı. "Paralel yapı" ve "kumpas" iddiaları ile kendi yaptıklarını örtme çabası içine girdi. Bir de kendisine "kayıtsız-şartsız" itaat edecek polisler ayarlayarak, gerçek polislere alternatif oluşturabileceğini sandı.
Bugün, Anadolu halkının zeki evlatlarının girdiği Polis Akademisi ve Polis Koleji, bu intikam hisleriyle kurban ediliyor. Yıllarını bu okullarda başarılı şekilde geçirmiş gençler, tam mezun olup hayata başlayacakları sırada okuldan atılıyor.
Eğitim hakkı anayasa ile koruma altındayken gencecik, pırıl pırıl insanların haklarına ahlaksızca tecavüz ediliyor. Ayrıca müktesep (kazanılmış) hakları da "yok" sayılıyor.
Gençler, anneleri, babaları, kardeşleri, sevdikleri perişan. Kendi çocuklarının kılına zarar gelmesine tahammül edemeyecek milletvekilleri, çoğunluğu itibarıyla dar gelirli ailelerin çocuklarından oluşan öğrencilere hayatlarını zindan etmiş durumdalar.
AKP iktidarının ne denli vicdansızlaştığını bu çocuklara yaptığına bakarak anlayabilirsiniz. Hukukun en temel ilkelerinden biri; suçun ve cezaların şahsiliği prensibidir. Oysa bu çocuklar, ceza kanunlarında yeri olmayan bir suçtan dolayı -toplu olarak- olabilecek en ağır ceza ile cezalandırılıyorlar. Kazanılmış hakları gasp ediliyor. Meslekleri zorla ellerinden alınıyor.
Belki de ülke açısından en vahim olanı, yıllardır disiplinli bir biçimde polislik eğitimi alan bu parlak polis adaylarının yerine, sadece hafta sonlarında verilen eğitimle binlerce kişinin komiser yardımcısı yapılacak olması. Bir başka deyişle, ülke güvenliğinin paranoyakça bir yaklaşım yüzünden hiçe sayılması.
Akademi ve Kolej'in kapatılacağına dair dedikodular yayılmaya başladığında, buna kimse inanmak istememişti. 4 Nisan 2015 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kanun, ülkeyi yöneten paranoyanın artık hangi düzeyde bir hastalık haline geldiğini gösterdi.
Parti kapatmayı zorlaştıran bir zihniyet, kendilerine yapılmasını istemediği şeyin bir benzerini çocuk yaştaki tertemiz gençlere reva gördü.
"Hoca" olduğunu göğsünü gere gere söyleyen bir Başbakan, Türkiye'de 78 yıldır faaliyet gösteren bir üniversiteyi kapattı.
Tarih böyle bir tasarıyı hazırlayan, Meclis'te kabul eden, vicdanına kabul ettiremediği halde yapılan hatanın büyüklüğünü gereğince ortaya koyamayan ve en nihayetinde de bunu kanunlaştıranları asla iyilikle yâd etmeyecek. Ve elbette bu haksızlık karşısında susanları da kaydedecek.
Yayımlanan kanun pek çok yönden sakıncalı. Ancak bu kanunun çocuk yaştaki insanlara reva gördüğü muamele utanç verici.
Bu olay Türkiye'nin insan hakları defterine yeni ve büyük bir kara leke olarak kaydedilecek.
AKP iktidarı ise Türk siyasi tarihinde daima bu ve bunun gibi lekelerle anılacak.