B.k mu var Amerika’da Diyarbakır’a git…
Soner Yalçın 01 Ocak 1970
Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, AKP’nin “Yeni Türkiye” projesi için “B.k kurarlar” demesi günlerdir konuşuluyor. Yıllar önce benzer sözü, dünyada en tanınmış bilim insanlarımızdan biri etmişti: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu!.. İki kere Nobel’e aday gösterilen, henüz 26 yaşında ABD Yale Üniversitesi’nde profesör olan, Türkiye’de bilimin gelişmesi için mücadele vererek ODTÜ, Boğaziçi üniversiteleri ile TÜBİTAK’ın kuruluşlarında yer alan ve geçen hafta kaybettiğimiz Oktay Sinanoğlu bakın bu sözü kim için neden söyledi…
Sanatçı Esin Afşar, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun kız kardeşiydi.
Ağabeyi Oktay’ın en yakın arkadaşlarından Şener Aral ile evliydi ve tek oğulları Aydıncan dayısına özenip kimya okumuş Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmişti; ABD’de master yapmak istiyordu.
Hikayeyi, Esin Afşar’ın “Yaşamımdan Esintiler” kitabından özetleyeyim:
“ABD’de ‘Türk Einstein’ı olarak tanınan ağabeyimin referans mektubu çok önemliydi. Telefon açıp, Aydıncan için referans mektubu yazmasını istedim. O sıralar Yıldız Üniversitesi’ndeydi. Telefonda bu dileğimi söyleyince, ‘Sen karışma, biz aramızda hallederiz’ dedi. Eşim de ben de mektubu yazacağına kesin gözüyle bakıyorduk…
Oğlum, Yıldız Üniversitesi’ne söylediği saatte gitti. Bir saat sonra geldi, yüzü öfkeden kıpkırmızı idi. Anlattıkları karşısında kulaklarıma inanamadım…
Üniversitedeki odasına girdiğinde masasının çevresinde öğrenciler onun anlattıklarını dinlemekteymiş. Oğlum kapıyı vurup girdiğinde, hiç istifini bozmadan, onu görmezlikten gelerek konuşmasına devam etmiş. Neden sonra, ‘Haa sen mi geldin. Amerika’ya gitmek istiyorsun değil mi? B.k mu var Amerika’da? Diyarbakır’a gitsene’ demiş. Ertesi gün oğlumun odasına girdiğimde dayısının Timedergisindeki kapak olan çerçeveli resmini yerinde göremeyip ne olduğunu sorduğumda, çöpe attığını söyledi…”
Sonra ne oldu peki?..
Naylon modası
Oktay Sinanoğlu…
Ankara’da TED Yenişehir Lisesi’nde yatılı öğrenci.
1950’li yıllar…
Herkeste Amerikan malı merakı var; naylon kemer, naylon çorap…
Amerikalı askerler eskilerinden ordu pazarı/bit pazarı kuruyor; malları kapışılıyordu.
Artık okulda öğretmenler arasında yabancılar vardı. Birdenbire öğretmenlere bir takım broşürler gelmeye başladı; milli davaların yerine, Birleşmiş Milletler/demokrasi gibi kavramlar moda yapılıyordu.
Oktay Sinanoğlu…
Atatürk’ün öğrencilerinden… “Kurtuluş Savaşı’nı niye yaptık? Biz sömürge olacağız” diyordu sürekli…
Arkadaşlarının aksine Amerika’yı sevmiyor. Aklında tek bir fikir var; AÜ Fen Fakültesi’nde kimya okumak. Fakat…. Tüm sınıfları okul birincisi olarak geçti. İki kız öğrenci ile birlikte Amerika’ya gönderileceğini öğrendi.
Ne yapacaktı; Türkiye’yi bırakıp Amerika’ya gitmeyi vatan hainliğine eş değerde görüyordu!
Ailesi ve okul baskı yapıyor; “gideceksin!”
Bir gün okul müdürünün odasına çağrıldı.
“Türk Aynştaynı” kitabında şöyle anlattı:
“Gittim Mümtaz Tarhan‘ın makamına. Büyük masada oturuyor, arkasında da Türk Bayrağı ve Atatürk’ün resmi var. Ben baktım, Türk Bayrağı, Atatürk karşımda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. İçimden yemin ettim, dedim ki:
Gideceğim ve kısmetse orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzluklarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsamAmerika’nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika’nın efendisi olur, buraya gelip onlarla da rahat mücadele ederim. ‘Tamam’ dedim, gidiyorum.”
Türk deha
ABD’ye gittiğinde 17 yaşında…
Cebinde 20 dolar var; bir de annesinin cebinin içine diktiği beş liralık altın!
Columbia Missouri Üniversitesi‘ndekimya mühendisliği öğrencisi oldu.
“İlk girdiğim derste, ‘ya bunları biliyoruz basit’ dedim. Beni 3. sınıfın dersine aldılar.”
İlk haftasında araştırma yapmak istediğini söyledi. Dalga geçtiler. Ancak yaptığı çalışmaları görünce herkes şoke oldu.
Birkaç ayda 3 yıl atladı…
En çok Nobel’i alanlar o üniversiteden çıktığı için California Berkeley‘e geçti. Nobel ödüllü solcu Oppehheimer, Nobel ödüllü sağcı Edward Teller gibi dahiler ile çalıştı.
Öğrenci iken, okulun kimya fakültesi dekanı Kenneth S. Pitzer‘a asistan oldu!
Berkeley’i birincilikle bitirdi. Adına, üniversiteye bronz plaket astılar.
Mühendislik bölümüyle meşhur MIT‘den büyük burs geldi; master için bu üniversiteyi seçti. İki yıllık masterı yedi ayda bitirdi! Berkeley’e döndü ve doktoraya başladı. Çalışmaları “Proceedings of Royal Society” gibi dünyanın önemli bilim dergilerinde yayınlandı.
Her başarısının ardından evine gelip yüksek sesle Dumlupınar Marşı‘nı söyledi:
“Ey gelincik nedir tasan/ Sevgilinden ırak mısın/
Şehitlerin al kanından/ Yaratılmış bayrak mısın…/
Nobel adayı
John Hopkins’den Washington Üniversitesi’ne kadar her yerden davet aldı.
Yale Üniversitesi‘ni tercih etti.
DNA’yı keşfeden Nobel ödüllü James Watson ve Francis Crick en yakın arkadaşları oldu.
Profesör oldu; New York Times, Time, Newsweek, Der Spigel gibi yayın organlarında”Bilimin Harika Çocuğu” başlığıyla haberler çıktı. 300 yıldır Batı’da ilk kez bu kadar genç yaşta biri profesör olmuştu; 26 yaşındaydı…
“Profesör oldum, biraz keyfime bakayım yok; hiçbir gevşeme yok. Bilakis daha çok hızlandım.”
Harward Üniversitesi’nde ders veriyordu arada; Avrupa’dan da davetler geliyordu.
Kimi zaman yaptığı teorileri meslektaşlarına çaldırdı. Anladı ki, bilim dünyasında tek başınaydı. Sonraki buluşlarını notere gidip kaydettirdi.
Kimya’ya ilk kez matematiği soktu! Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörü oldu. “J. Mathematical Chemistry” adlı bilim dergisinin çıkmasına neden oldu.
Beş büyük kuramı vardı:
- Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı (1961)
- Çözgeniter kuramı (1964)
- Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı (1974)
- Mikrotermodinamik (1981)
- Değerlik kabuğu etkileşim kuramı (1983)
İki kez Nobel’e aday gösterildi. Çok fazla evrak istedikleri için gerekli belgeleri toplayıp göndermedi! “Japonya’ya gidiyoruz, ‘ya şu Nobel’i alsana artık’; Hindistan’a gidiyoruz, ‘Nobel’i almanı bekliyoruz’. Türkiye’de de halktan böyle diyenler oldu. Asya’da birkaç millet, ‘Ya senin canın istemiyorsa bizim için al’ dedi. Ne bileyim, Nobel ne demek? İnsanın bu cihanda yapıp yapmadıkları yalnız Nobel’le mi ölçülür?”
Hayatı boyunca çok ödüller aldı ve hiçbirini pek umursamadı… Nobel’i hep siyasi buldu; buna uygun davranmayı, konuşmayı hiç kabul etmedi…
Dönüş yılı
Bilim dünyasına çok değerli bilim adamları yetiştirdi. Ama…
Aklı Türkiye’deydi…
ODTÜ ile Boğaziçi üniversiteleri ile TÜBİTAK‘ın kuruluşunda yer aldı.
Türk diline aşık bilim adamıydı; “Türkçe eğitim yapılmazsa bilim olmaz” diyordu. Türk okullarında yabancı dil egemenliğine karşı çıkıyordu.
Bir gün…
ODTÜ‘ye konuşma yapmak için davet edildi. İngilizce konuşması beklenirken, konuşmasını Türkçe olarak yaptı. Rektör yanına gelerek “burada Türkçe yasak, İngilizce konuş” dedi. İtiraz etti ve Türkçe anlatmaya devam etti.
Yaşamı boyunca Türkçe için, Türkiye bağımsızlığı için mücadele etti. Bu mücadeleyi vermeseydi, kuşkusuz dünyada ve Türkiye’de el üstünde tutulurdu. Ve mutlaka Nobel’i alırdı. Hiç geri adım atmadı.
1994’te Türkiye’ye döndü. Önüne her türlü engeller çıkarıldı ve bıktırıldı.
Yine de… Öğrencilerine hep şu öğütleri verdi:
“Türkiye’nin şerefli, refahlı, itibarlı ve bağımsız geleceği için Atatürk yolumuzu çizmiştir.
Dış ülkelerden, onların yerli kuyruklarından medet ummayın. Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türk adını tarihten silmektir…
Dünyanın neresinde olursanız olun; kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih bilincini, binlerce yıllık gelenek ve inançlarınızı kaybetmeyin…
Türkiye’yi yeniden Kuvay-ı Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır.”
Oktay Sinanoğlu….
19 Nisan 2015’te hayata gözlerini yumdu…
Bu arada…. Baştaki soruyu unutmadım…
Esin Afşar’ın oğlu Aydıncan kendi çabalarıyla ABD’ye gitti. Florida Üniversitesi’nde beş yıl kaldı. Bir gün…
Elinde kırmızı karanfil ile dayısı Oktay Sinanoğlu’nun kapısını çaldı; “haklıydınız” dedi ve Türkiye’ye döndü…
ATATÜRK’ÜN KONSOLOSUNUN OGLU
Oktay Sinanoğlu…
İtalya’nın Bari kentinde 25 Şubat 1935’te doğdu.
Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu…
Rumelili Türk ailesinden; Kavala ve Selanik’te büyüdü. Ailesi tütün tüccarıydı.
Çok erken yaşta yazı yazmaya başladı. Kabiliyetliydi; 16 yaşında yayınladığı kitap dolayısıyla Selanik’teki validen ödül kazandı.
Galatasaray‘da öğretmenlik yaparken Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçip Atatürk ile çalıştı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk, Başkonsolos olarakBulgaristan/Sofya‘ya gönderdi. Bulgaristan’da Türk nüfusu fazlaydı ve Nüzhet Haşim’in asıl görevi onları örgütlemek, orada bağımsız Türk Devleti ilan etmelerini sağlamaktı. İstanbul’da“Yücel” adlı edebiyat dergisi çıkarmıştı. Sofya’da “Deliorman” adında Türkçe gazete çıkardı. Bulgar Hükümeti durumu anlayınca Nüzhet Haşim’i geri gönderdi.
Nüzhet Haşim bu kez Atatürk tarafından yine özel bir görevle İtalya/Bari‘ye gönderildi. Çünkü Bari’de, Mussolini’nin, Türkiye’ye yönelik bir radyosu Türkçe yayın yapıyordu. Mussolini’nin niyeti, Antalya civarını almaktı.
Atatürk, bunun farkındaydı ve neler olduğunu öğrenmesi için Nüzhet Haşim Bey’i Bari’ye konsolos olarak göndermişti.
Nüzhet Haşim, Mussolini’nin faşist devlet sistemini inceleyip Ankara’ya sürekli raporlar gönderdi. Sonradan o raporlar “Faşizm ve Onun Devlet Sistemi” adlı kitapta toplandı. Dünyada faşizmi devlet sistemi olarak inceleyen, araştıran belki de belli başlı kitaplardan biriydi bu.
İtalya’da 12 yıl kaldılar…
Oktay Sinanoğlu, 5.5 yaşına kadar İtalya’da kaldı. İtalyanca ve Fransızca öğrendi.
Nüzhet Haşim, edebiyata tutkundu.
Türkçe olarak ilk Latin Edebiyatı Antolojisi kitabını çıkardı.
İtalyan Rönesans Edebiyatı’nı inceledi, “Grek ve Romen Mitolojisi” isimli kitabı yayınladı.
Devlet Tiyatrosu’nda yıllarca oynanan İtalyan Goldoni’nin “İki Efendi’nin Uşağı” adlı tiyatro oyununu çevirdi. Çoğu kitapları 1930’larda, 1940’larda yayınlanan Nüzhet Haşim Sinanoğlu, Dante‘nin “Divina Komedia” (İlahi Komedya) kitabını ilk çeviren kişiydi. İtalyanca, Latince ve Fransızca biliyordu.
1941’de 43 yaşında kalp krizinden vefat etti…
Oktay Sinanoğlu’nun annesi Rüveyde Hanım, Karacabey Ailesi’ndendi…
Karacabey, Selçuk Ahi’lerden beri Türk soyu bir aileydi ve Ankara’nın yerlisiydi.
Fransızların Jean d’Arc Okulu‘ndan mezundu. Fransızcası ve İtalyancası sayesinde Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başlamıştı. Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerindi. Basın Şeref kartı sahibiydi; bir dönem Akşam Gazetesi‘nde köşe yazarlığı yaptı. Çeviriler yaptı.
Oktay Sinanoğlu ile Esin Afşar sadece iki kardeş değildi.
Babalarının ilk evliliğinden üç ağabeyleri vardı:
Prof. Dr. Samim Sinanoğlu, Prof. Dr. Suat Sinanoğlu ve Avrupa Konseyi’nde uzun yıllar görev yapmış olan Aydın Sinanoğlu…
Beş kardeşten hiçbiri bugün hayatta değil…
Hepsi aydınlık bir Türkiye için mücadele etti…