“Hırsızlık haberi yapılmayacak!”
Abdülhamit Bilici 01 Ocak 1970
Türkiye’yi AB standartlarında bir demokrasi haline getirme sözüyle iktidar olan Erdoğan’ın en büyük siyasi sermayesi, bir şiir yüzünden hapse girmesi ve içinden çıktığı dindar kesimin mağduriyetleriydi.
Başörtülü kızların eğitimde maruz kaldığı muamele, imam hatip öğrencilerine ayrımcılık, cemaat ve tarikatlara baskılar, dindarların medyasına uygulanan akreditasyon gibi yasaklar ve “yeşil sermaye“ diye yaftalanan işadamlarının karşılaştığı zorluklar birer hukuksuzluktu. Mağduriyetleri sayıp dökerek bunun üzerinden siyaset yapan Erdoğan, tek parti döneminde dindarlara yapılan baskıları da sürekli hatırlattı.
Bu mağduriyetlerden en az birkaçına maruz kalmış bir Türkiye vatandaşı olarak bunların insanları nasıl yaraladığını bizzat biliyorum. Dolayısıyla siyasi bir ekibin, toplumun geniş kesimlerini yaralayan bu sorunları çözmek için ortaya çıkması ve bu yönde adımlar atması olumlu bir gelişmeydi. 2-3 sene öncesine kadar izlenen politikalar ve özellikle AB sürecinde yapılan reformlar da bu yöndeydi. Yapılanlar, sadece dindar kesime değil, tüm vatandaşlara yarıyordu. Gayrimüslimlere ait vakıfların iade edilmesi veya sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesi yönündeki adımlar gibi.
Demokrasi çizgisinde devam edilseydi, ülkemiz İslam dünyasında, Batı’da ve Doğu’da umut ışığı haline gelecekti. Ama bu yoldan gitmek yerine dün zenci muamelesi görmüş bu ekip, farklı toplum kesimleri üzerine baskı kurmayı seçti. Çoğu dindarın desteğini alsa da geniş kitlelerin nefretini kazandı.
Yoldan çıktıktan sonraki dönemde, iktidarın demokrasi vizyonunu anlamak için yeni kurulan bir partinin Ankara’da toplantı için salon bulamaması örneğine bakılabilir. Yolsuzluk dosyalarını yargıya müdahaleyle kapatması, mahkeme kararlarını takmaması, hoşuna gitmeyen karar veren yargı mensuplarını cezalandırması gibi örnekler ise Erdoğan ve yeni AKP’nin hukuka bakışına dair fikir veriyor. Medya özgürlüğünden ne anladıklarını görmek için ise oluşturdukları havuz medyasına, hiçbir ahlaki sınır tanımayan yayınlarına, hapsedilen gazetecilere, anket sonuçlarından televizyon altyazılarına kadar her şeye Erdoğan’ın bizzat müdahale ettiğini gösteren “Alo Fatih” hattına ya da 80 yaşındaki işadamı Demirören’in İmralı Zabıtları haberi için fırça yiyip ağladığı telefon konuşmasına bakmak yeterli.
“Alo Fatih” deşifre olunca Cüneyt Özdemir’in programına katılan Fatih Altaylı, iktidarın medyaya uyguladığı baskının geldiği vahim boyutu şöyle özetlemişti: “Medyanın tümünün aynı baskıyla karşı karşıya olduğu sır değil. Yarın diğer medya yöneticileri ile iktidar arasındaki görüşmeler ortaya çıkarsa kimsenin durumunun benden farklı olmadığı görülecek.”
Hürriyet Gazetesi’nde Ankara temsilciliği ve genel yayın yönetmenliği gibi kritik görevlerinde dönemin şahitlerinden Enis Berberoğlu’nun söyledikleri de aynı duruma işaret ediyor: “Gezi oluyor, 17-25 Aralık ve Soma’yı manşet yapıyorsun, adamların dövmediği kalıyor. Her olay kendi istediği gibi, oy kaybını önleyecek şekilde yazılsın, algı yaratılsın istiyor… Erdoğan’ın istediği gazete şöyle başlıyor: 1. sayfada kendi fotoğrafı, kendi haberi. 2. sayfada kendi fotoğrafı, kendi haberi. 3. sayfada ailesinin, 4. sayfada yakınlarının, 5. sayfada partisinin fotoğrafı.” (Aksiyon Dergisi)
Gerçek bu kadar çıplak iken hâlâ mağduriyetlerden ve tek parti döneminden bahsetmesi yersiz. Adına “Yeni Türkiye” deseler de tek adamlık eğilimi, devlet kurumlarının parti örgütüne dönüştürülmesi, yeni bir devlet ideolojisi oluşturma çabası ve çarpık hukuk ve medya anlayışıyla modelleri eski Türkiye. Benzerliği görmeniz için 1940’larda iktidarın medyaya geçtiği bazı talimatlarını hatırlatayım:
“Hatay’da 15 haydut, 3 otomobil soymuş, 1 polisi öldürmüş. 15 bin lirayı gasp edip kaçmıştır. Bu haber yazılmayacaktır.” (29.8.1941)
“Mebus General Kazım Karabekir’in Meclis’te yaptığı beyanat gazetelerimizde hiçbir suretle derc dilmeyecek ve bu beyanattan bahsedilmeyecektir.” (23.12.40)
“Reisicumhurumuz Milli Şef İsmet İnönü’nün yapacakları seyahatler için Anadolu Ajansı’nın haberlerinden başka neşriyat yapılmaması...” (29.8.1941)
“Vergilere yapılması mutasavver zamlar hakkında hiçbir neşriyatta bulunulmaması...” 19.3.1941
“Yabancı devlet reisleri ile icra heyetleri başlarında bulunan zevat hakkında itidalli karikatür yapılması.” (22.5.1940)
AB standartlarında demokrasi beklerken hangi yöne gittiğimizi anladınız mı?