Yargının ruhuna el Fatiha
Emin Çölaşan 01 Ocak 1970
Sevgili okuyucularım, çok bilinen bir fıkradır ama bir kez daha kısaca anlatayım.
Birkaç yüzyıl önce İngiltere’de bir uygulama var. Ünlü bir lord ölünce ahalinin haberi olsun diye Londra’daki büyük kilisenin çanları bir kez, bir devlet yöneticisi öldüğünde iki kez çalınıyor.
Kral veya kraliçe öldüğü zaman çanlar üç kez çalınıyor ve herkes ölüm haberlerini bu yolla alıyor.
Bir gün İngiliz mahkemesi yasalara tümüyle aykırı bir karar veriyor…
O gün kilisenin çanları tarihte görülmemiş bir biçimde tam dört kez üst üste çalıyor. Böyle bir uygulama o güne kadar hiç olmamış.
Ahali merak içinde, herkes birbirine soruyor. Bilge rahip’e heyetler gönderiliyor:
- “Ölen kim?.. Kral bile ölünce üç kez çalınan çanlar bugün niye dört kez çalındı? Yoksa kraldan daha önemli biri var da o mu öldü?..”
Bilge rahip yanıt veriyor:
“Mahkeme bugün verdiği kararla ülkemizde adaleti öldürdü. Çanları o yüzden, adalet öldü diye dört kez çalmak zorunda kaldık. Adaletin ölmesi kralın ölmesinden çok daha vahimdir. Kral ölünce yerine yenisi seçilir ama adalet ölünce yapacak bir şey yoktur.”
* * *
Bizde adalet çoktaaan öldü, yargı çoktaaan teslim alındı!
Hıristiyan olmadığımız için çan çalmıyoruz ama alarm zilleri çalıyor…
Ve hep birlikte “Adaletin ve yargının ruhuna el Fatiha” demekle yetiniyoruz.
Bir ülkede olabilecek en kötü şey adaletin siyasete alet edilmesidir.
Hakimlerin ve savcıların bir bölümü bile iktidarın, cemaatlerin, siyasi görüşleringüdümüne ve emrine girdiği takdirde yapacak bir şey kalmaz.
Ülkemizin bugün içine sürüklendiği durum, ne yazık ki işte budur.
* * *
Yaşanan şu son olaylara bir bakınız, böyle bir şey diktatörlükler dışında dünyanın neresinde yaşanabilir!
- Hükümet günün birinde karşıtlarını yargılasın, hukuku çiğnesin ve en acımasız cezaları versin diye özel yetkili mahkemeler kuruyor. Sonra işlerin çığırından çıktığını görünce bunları kapatmak zorunda kalıyor.
- Ama bizde çare tükenmez!
Onların yerine her türlü tutuklama ve salıverme yetkisi verilen sulh ceza hakimliklerikuruluyor. Bunlar istediklerini tutukluyor, istediklerini bırakıyor. Yetkileri Ağır Ceza mahkemelerinden bile çok daha fazla. İddialara göre bu hakimliklere iktidara en yakın duran hakimler atanmış durumda.
- Yargıda patlayan AKP-cemaat kavgası olanca hızıyla sürüp gidiyor.
- Yargıyı yeterince ele geçiremeyen hükümet, yaptığı çok sayıda yeni atamalarla Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarını birer birer ele geçirdi.
- Bu olayların temelinde Türkiye’nin bugüne kadar tanık olduğu en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonları yatıyor. Hükümetin dört bakanı ile onların yakınlarının büyük rüşvetler aldığı belgelenmiş ve soruşturma başlatılmıştı.
Hükümetin başına işte o zaman duvardan saksı düştü.
Bu operasyonları düzenleyen savcı ve polislere karşı işlemler başlatıldı, savcılara işten el çektirildi, polislerin tamamına yakını ya tasfiye edildi, ya tutuklandı.
Amaç ortada:
“Bizim pisliklerimize dokunmayacaksın kardeşim, dokunan yanar!”
* * *
Şu son olaya bakınız… İstanbul’da bir Asliye Ceza Mahkemesi, cemaatçi olarak bilinen 67 polisin tahliye edilmesine karar veriyor.
Karar doğrudur, yanlıştır, hukuka uygundur ve veya değildir, biz onu bilemeyiz…
En uzman ceza hukukçularının bile aralarında anlaşamadığı bir konu olduğu ortaya çıktı ve üzerinde fikir yürütmek bizim haddimizi aşıyor.
Ama şu sürece bakınız!
Mahkeme tahliye kararı veriyor, iktidar telaşlanıyor.
Türkiye’de ilk kez savcılık, mahkeme kararını uygulamıyor ve geri çeviriyor.
Sulh Ceza hakimi, Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın yok hükmünde olduğunu bildiriyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, mahkeme kararını uygulamasın diye nöbetçi savcıya gecenin yarısında emirler yağdırıyor.
Son aşamada ise AKP’nin arka bahçesi olarak kullanılan HSYK devreye sokuluyor ve tahliye kararlarını veren hakimler acele görevden alınıyor.
* * *
İş bununla da bitmiyor!.. Sadrazam Ahmet pazar günkü mitinglerinde “Bizim bu olacaklardan bir hafta önce haberimiz olmuştu. O mahkemelere talimat Pensilvanya’dan (Fethullah’tan) geldi. Kayıtları bizde. Yargıda darbe yapmaya çalıştılar…” diyor.
Bunlar ağır suçlamalardır… Peki kanıtı var mı?
Yok, yine masal okuyor!
* * *
Adaleti ve yargıyı el birliği ile şamar oğlanı yaptılar.
Gelen vuruyor, giden vuruyor.
Yargıyı böldüler, paramparça ettiler. Yargı mensuplarını, hakim ve savcıları birbirlerine düşman ettiler.
Yargıda resmen iç savaş başlattılar.
Verilen karar işlerine gelince “Biz karışamayız ki, yargı bağımsızdır!..”
İşlerine gelmeyince “Vay namussuz hakim, vay alçak savcı!.. Bunlar cemaatçi!”
* * *
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde AKP’ci veya cemaatçi olmayan milyonlarca insan yaşıyor.
İşi yargıya düşen, ille de onlardan birine mi sığınmak zorunda?
Hele gariban, sıradan vatandaş bu durumda ne yapacak? Vatandaşın hakkını kim koruyacak?
Bu nasıl bir demokrasidir (!), nasıl bir hukuk sistemidir ki, yargı yargıya düşman edilmiştir.
Böyle bir yargıdan “Adaletli” kararlar çıkar mı?
Yargı günlük dedikodu ve kulislerle, tepeden gelen talimat ve emirlerle yönetilmektedir.
İşte, 13 yıllık iktidarları sürecinde yargıyı ve adaleti içine düşürdükleri durum…
Kına yaksınlar!
Ancak bilsinler ki bu oyun çok tehlikelidir. Günün birinde ters teper, oynayanları eşekten düşmüş karpuza benzetir.