Komplo teorileri ve geri zekâlılar
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Hidayet Karaca’nın ve polislerin tahliye kararının uygulanmaması, tam bir hukuk katliamı. Hepimiz, Türkiye ne hale geldi diye üzüldük. Ama meselenin bir de mizahi yönü var. Daha doğrusu güleriz ağlanacak halimize!
Meğer tahliye talimatını, bir hafta önce Fethullah Gülen, herkul.org sitesinde yayınlanan bir dua ile vermiş. Gülen’in o sözleri şöyle:
* Allah’ım, medrese-i Yusufiye misafirlerini salıver ve onları en çabuk zamanda sevdiklerine kavuştur!..
* Bazılarınız çeker, bazılarınız da onların çektiğini paylaşır, onların ızdıraplarını ruhunda duyar; yapılması gerekli olan şeyler mevzuunda bir küheylan gibi şahlanır, bir üveyk gibi kanatlanır. Allah’ın izni inâyetiyle; işte o zaman paylaşıyor demektir.
* Evet, birileri içeride medrese-i Yusufiye yaşarlar; berikiler de dışarıda oturur kalkar onlara dua ederler: 'Onları en çabuk zamanda, çok rahatlıkla salıver Allah’ım!'
Haydi bu iddiayı bazı troller dile getirdi… Ya koskoca Başbakan’a ne dersiniz? Ahmet Davutoğlu, Gümüşhane Zafer Meydanı’nda düzenlediği mitingde bu konuya değindi. Aynen şöyle dedi: “ Meydanı Pensilvanya’dan gelen talimatlarla hareket eden hâkimlere, savcılara bırakmayız. Bu memleket sahipsiz değil. Bir hafta önce Pensilvanya’dan talimat aldılar, 'hapishaneden çıkarılsınlar' talimatı. Kayıtları var bizde. Yargıyı yönlendirmeye kalkışanlara karşı her zaman yargının tam bağımsızlığı ve tarafsızlığı dedik. Seçimlere giderken ‘hâlâ buradayız’ demenin çabası içindeler. Size biri yurtdışından ‘şöyle, böyle yap’ talimatı verir ve siz de buna kulak verirseniz, bu toprakların temel değerlerine ihanet etmiş olursunuz.”
Şimdi bütün millet, Davutoğlu’ndan bu kayıtları yayınlamasını bekliyor. Acaba tahmin ettiğim gibi herkul.org’daki duayı “tahliye emri” gibi mi sunacak? Yoksa gerçekten elinde “Hidayet Karaca ile polisleri salıverin” şeklinde bir ses kaydı mı var? Bence birinci şık geçerli. Zira Tahşiye davasında ya da MİT TIR’larında aynı şeyi yaptılar. Tahşiye operasyonu için, “Gülen, dizi senaryosuyla polisi harekete geçirdi” dediler. MİT TIR’larında ise vaazında sarf ettiği “Müslümanlar’ın terörist olamayacağına, İslam’ın hiçbir terör eylemine izin vermediğine” dair sözleri, “operasyon emri” olarak Selâm Tevhid dosyasına girdi.
Diyelim ki, gerçekten bir operasyon talimatı verilmek isteniyor. Devletin her hücresine sızdığı söylenilen ve çok sayıda sahte belge hazırlayarak, teknolojiye ileri derecede hâkim olduğu belirtilen bir “örgüt”, talimat vermek için böyle ilkel vasıtalar mı kullanır? Sümeyye Erdoğan’ın öldürüleceğini ya da CHP’ye büyük maddi fonlar tahsis edileceğini Fuat Avni’nin Doğrudan Mesajı (DM) üzerinden Umut Oran’a haber veriyorlar. MİT TIR’larına yönelik o büyük operasyon, “İslâm’la şiddet bağdaşmaz” cümlesi içine sığdırılıyor. Tahşiye için, dizi senaryosunu kullanıyorlar…
Akla ziyan ama hâlâ bu komplo teorilerine inan geri zekâlılar var.
Hukuk skandalı
Reddi hâkim talebine niçin 29. Asliye Ceza Mahkemesi baktı? Bunun cevabını 3. Sulh Ceza Hâkimliği’nin kararında bulabilirsiniz. Aynen şöyle deniliyor: “İstanbul Sulh Ceza Hâkimleri’nin ayrı ayrı reddi talep edilmişse de Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 26. madde ve devamı maddelerinde, hâkimin reddi isteminin mahkemelerce yapılabileceği ve mahkemelerce karar verilebileceğinin belirtildiği, bu kapsamda Sulh Ceza Hâkimlikleri’nin mahkeme olmadığı, dolayısıyla reddi hâkim isteminin Sulh Ceza Hâkimlikleri’ni kapsamadığından, reddi hâkim talebinin reddine…”
İstanbul’da 10 Sulh Ceza Hâkimliği var. CMK’nın 27/2 maddesine göre, Sulh Ceza Hâkimleri’nin reddi kararına, Asliye Ceza Mahkemesi bakıyor. Sulh Ceza Hâkimlikleri kurulurken, reddi hâkim düzenlemesine ilişilmedi. “Torba Yasa” telâşında bu nokta herhalde gözden kaçtı. CMK 27’nci maddede bir değişiklik yapılmadı. Zaten 3. Sulh Ceza Hâkimliği de bu maddeye istinaden reddi hâkim taleplerinde kendilerinin yetkisi bulunmadığını söylüyor.
CMK’nın 27’nci maddesinin 4’üncü fıkrasında ise “Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir” deniliyor. 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin yaptığı da bu. Mahkeme, önce İstanbul’daki 10 adet Sulh Ceza hâkiminin reddini kabul ediyor. Ardından da tahliye taleplerini değerlendirmesi için 32. Asliye Ceza Mahkemesi’ni görevlendiriyor. Gerçi tahliyelerde, kanunen Sulh Ceza Hâkimlikleri yetkili ama tarafsızlıklarını kaybettikleri gerekçesiyle ve 29. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararıyla onlar devre dışı kalınca, bir üst mahkeme (32. Asliye Ceza) bu değerlendirmeyi yapıyor ve sanıkların tahliyesine hükmediyor.
Bundan sonra kıyamet kopuyor… 10. Sulh Ceza, bir üst mahkeme olmasına rağmen, 32. Asliye Ceza’nın kararının “yok hükmünde” olduğunu beyan ediyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu devreye giriyor, “Tutukluluk hali devam ediyor” şeklinde bir yazılı açıklama yapıyor. Ayrıca, sadece posta ifa etmesi gereken savcılık, tahliye müzekkeresini cezaevine göndermemekte direniyor. Sonuçta, bir hukuk katliamıyla, tahliyeler engelleniyor.
Oysa yasal süreç belli. Karara itiraz varsa, konu Yargıtay’a intikal eder ve oradan sonuç alınır. Bu arada tahliyeler gerçekleşir. Kaldı ki, zaten tutuksuz yargılama esastır. Bunu, darbe yaptığı ileri sürülen askerler döneminde sık sık tekrarladık. Tutuklulukları eleştirdik. Ama bugün bakıyorum da sadece havuz medyasının değil, -BUGÜN, Cumhuriyet, Taraf ve Zaman haricinde- diğerlerinin de dili tutulmuş.
Böyle başa böyle tıraş… Gazetecisi ve gazetesi sindirilmiş kıtalara dönen bir ülkede adalet mi bekliyorsunuz?
Sizi buraya tıkan kuvvet…
27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada’da bir mahkeme kuruldu. Hâkimler tek tek darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi tarafından seçildi. O sözde mahkemede, Demokrat Partili milletvekilleri yargılandı. Onlardan biri de Samet Ağaoğlu idi. CHP’nin haksız elde ettiği malların müsaderesine dair 1950-54 arasında çıkan kanunlarla ilgili sorguda söz alan Samet Ağaoğlu, “Bu kanunun o zaman lehinde olduğumuz ve bu hususta oy kullandığımız için mi muhakeme ediliyoruz? Eğer yalnız bu kanundan dolayı muhakeme ediliyorsak, o hâlde bu mevzuda yalnız değiliz, bizimle beraber kanuna oy verenler vardır. Kanunun sözcülüğünü yapan Fethi Çelikbaş’ın yükünü ben neden çekeyim” deyiverdi.
Fethi Çelikbaş, 1954 seçimlerine kadar Demokrat Parti’nin milletvekili ve bakanlarındandı. Daha sonra istifa ederek Hürriyet Partisi’ne girmişti. Dolayısıyla 1954 öncesi çıkan kanunların tümüne oy vermişti. İşte Samet Ağaoğlu bunun hesabını soruyordu.“Anayasa’ya aykırı bulunan bu kanunlardan dolayı niçin Fethi Çelikbaş bizimle birlikte yargılanmıyor” diyordu. Yassıada’da kurulan mahkemede Başkan Salim Başol, hiç unutulmayan cevabını bu soru üzerine verdi: “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor…”
Aradan yıllar geçti… Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, meğer bir arpa boyu mesafe alamamışız.