Davutoğlu’na çifte yalanlama
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Başbakan Davutoğlu ‘Ben hayatta yalan söylemedim’ diyerek anlattı Hocaefendi’yle yaptığı görüşmeyi. Pensilvanya’ya son bir ‘uyarı’ için gitmiş ve Hocaefendi’den Türkiye’ye dönmesini istemiş. Ve ‘Şimdi sırası değil’ cevabı almış. Davutoğlu’nun da bir başkasının da Pensilvanya’ya gitmesi, Hocaefendi’yle görüşmesi gayet doğal. Ne ilk görüşen Davutoğlu ne de son görüşen...
Yadırganan Davutoğlu’nun Pensilvanya’ya gidenlere kulp takması. Başbakana yakışmayan değerlendirmelerde bulunması. Şu cümle Davutoğlu’nun ağzından çıktı: ‘Pensilvanya’ya gidenler var, niye gittiğini biliyoruz, onlarla ilgili bir şeyler mi var?’ Ne varsa söylese keşke. Nedense arkası hiç gelmiyor. ‘Elimizde bilgi ve belge var’ cümlesini kaç defa söyledi. Ama ortaya ne bilgi ne belge çıktı.
Davutoğlu’na ‘Sen gitmedin mi, hem de ailecek?’ denmesinin sebebi bu olmalı. Yoksa durduk yerde niye gündeme gelsin. Uçağına aldığı Milliyet’e bin dereden su getirerek niye gittiğini izah etmeye çalıştı. Daha da battı. ‘Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dahilinde görüştüm’ dedi.
Olayın görüntüsü bile söylediklerini doğrulamıyor. Son uyarı için ailecek gidilmez. Ailenin yanında nezaket kuralları aşılmaz. Hocaefendi’nin avukatları açıklama yapmak zorunda kaldı. Çok net ifadelerle Başbakan’ı yalanladılar. ‘Söyledikleri doğru değil’ gibi klasik yalanlamanın ötesine geçerek... İki saatlik görüşmede ‘Uyarı’ yok, ‘Dön’ çağrısı hiç geçmemiş, ‘Şimdi zamanı değil’ cevabı da yok.
Şu cümle o açıklamadan: ‘Başbakan tarafından yapılan açıklamadaki tek doğru Sayın Gülen’i ziyaret ettiği ifadesidir.’ Diğer anlattıklarının tümü gerçek dışı yani. Hoş görülecek dil sürçmesi tarzında değildi Davutoğlu’nun söyledikleri. Anlattıklarının üzerine iddialı komplo teorileri ve siyasi senaryolar inşa ediyor.
Bunu yazmak insana acı veriyor ama Başbakan açıkça ‘yalan’ söylemiş. Belli ki çaresiz kaldığından kendini kurtarmak isterken yalana sarılmış. Yalanlayan sadece avukatlar olsa bu yazıyı yazmazdım kesinlikle. Davutoğlu’nu, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de yalanladı. Ama ne yalanlama. Hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde.
‘İzni ve bilgisi var.’ dediği Gül ‘Hayır, benim haberim yok.’ dedi. Ne izni alınmış ne de görüşü. Bilgisi bile yok. Gül medyaya ‘Benimle ilgili kısmında bir yanlışlık var. Ben sonradan öğrendim.’ dedi. Yalanlama çift. Hadi avukatların açıklamasına bir kulp buldunuz diyelim, Gül’e ne diyeceksiniz? Davutoğlu ile özel hukukunu bilmeyen yok. Davutoğlu’nu Ankara’ya getiren ve siyasete kazandıran o. Siyasetteki varlığını Gül’e borçlu Davutoğlu. Sonrasında bu hukuku gözettiği pek söylenemez.
Gül duymazdan gelebilirdi. Susarak geçiştirebilirdi. Geçiştirebilir, hatta hiç konuşmayabilirdi. Anlaşılan o ki siyasetin dışında kalmak için yoğun çaba harcayan Abdullah Gül yalana alet edilmekten rahatsız oldu. Ve ‘Yalanlarınıza beni karıştırmayın’ anlamına gelen şeyler söyledi. Bilinçli bir çıkış bu. Bir tepki, bir itiraz.
İki cümle ama etkisi çok büyük. Davutoğlu’nda ve tabii ki AKP’de hasara yol açtı. Ankara’da ‘Ben size demedim mi bu adam...’ diye öfkeli cümle duyuldu ama kimden geldiği anlaşılamadı. Olayın sadece ahlakî değil siyasî yönü de var. Yazı konusu yapmamın nedeni bu. Basit ve sıradan bir yalanlama değil.
Gül’e bir cevabı olur mu bilemem ama Davutoğlu’nun, kamuoyuna ve tarihe karşı bir özür borcu olduğu muhakkak. Ailecek gerçekleştirdiği bir nezaket ziyaretini bambaşka yerlere çektiği için. Hem muhatabından hem kamuoyundan özür dilemesi gerekir. O koltuk, Başbakanlık makamı da bunu gerektirir. Belki erteleyebilir ama özürden kaçamaz...