« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 May

2015

3 Mayıs Türkçülük Günü nasıl başlamıştı?

Mustafa Armağan 01 Ocak 1970

“Tabutluk” tabiri dilimize gireli 71 yıl oluyor. İşkenceler, altından lağım akan hücreler, kurbanın başının üzerine 1500 mumluk ampuller koymalar, tırnak sökmeler vs. Bunları biliyoruz ama 71. yıldönümünü idrak ettiğimiz 3 Mayıs “Türkçülük Günü” de aynı tarihe rastlıyor. İki zıt hadise nasıl olup da eş düştü? İnsanın aklına bu soru üşüşüyor ister istemez.

Aslında ikisi de iç içe. İşkenceler, o günün sonucunda geldi, o gün de işkencelere misilleme olarak 1947’den itibaren yaygınlaştırıldı.

Tek Partili yıllar. O tarihte henüz genç bir üsteğmen olan Alparslan Türkeş’in tabiriyle İnönü’nün ‘diktatörlük’ devri… Tabutlukların nasıl bir yer olduğunu önce Türkeş anlatsın:

“Tabutluk adıyle anılan veya savcı Kâzım Alöç ve Ahmet Demir tarafından ‘mutena hücre’ diye ifade edilen yer, yarım metrekarelik bir yerdir. Nihayet 40 santimetre genişliğinde ve 50 santimetre uzunluğunda ve 2,5 metre yüksekliğinde beton duvar içerisinde açılmış oyuklardır.”

Peki içeride neler olup bitiyormuş? Yine Türkeş’ten dinleyelim:

“Bu beton oyukların duvarlarından içeriye sokulanları, belinden ve kollarından duvara bağlamak için demir prangalar vurulmaktadır. Ayrıca oyuğun tepesine üç adet beşer yüz mumluk ampul konulmuştur. İçeriye kapatılan insan demir prangalarla belinden ve kolundan duvara bağlanıp 24 saat, 48 saat, hatta daha fazla aç susuz bırakılırdı. Bazı sanıkların tabii ihtiyacı için dahi kapı açılmaz ve büsbütün perişan duruma düşmeleri sağlanırdı. Buna diri diri fırına sokulma denmez de ne denir?”

Türkçüler o sırada “Türkçü” İsmet Paşa’nın kurbanları olarak tabutluklarda işkence görür, diri diri fırınlara kapatılırken hükümet milliyetçilik ve Türkçülükte üzerine zinhar toz kondurmuyordu. Daha 2 yıl önce devrin Başbakanı Şükrü Saracoğlu –ki tabutluklar onun şaheserleriydi- hükümet programını okurken Türk ırkı ve “Türk kanı” ile Türkçülük yapacaklarını bizzat Meclis kürsüsünden şöyle haykıracaktı:

“Arkadaşlar, biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal (en az) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.”

5 Ağustos 1942 günü TBMM’de konuşan ateşli hatibin alkışlarla sık sık kesilen açıklamasında sarf ettiği cümleler, Türkçü ve milliyetçi çevrelerde inanılmaz bir heyecan ve sevinç dalgasına yol açmış, ancak iki yıl bile geçmeden bu defa korkunç bir ihanet ve nankörlüğün de tetikçiliğini yapmıştır.

Hem Türkçülüğün “kan meselesi” olduğunu söyleyeceksin, hem de aynı doğrultuda ilerleyenleri Türkçülük ve Turancılık yaptıkları için yalnız hapse değil, hücrelere, tabutluklara dolduracaksın! ‘Politikanın cilveleri’ diyoruz buna, değil mi? Türkçülükte samimiyet testi de diyebilirdik; işkenceler faslıyla bu testten sınıfta kaldıkları muhakkak. O tarihte üniversite öğrencisi olan Osman Yüksel Serdengeçti şöyle anlatıyor hücresini:

“Yarı aydınlık, yarı karanlık bir koridordan yürüyoruz. Yağmur yağıyor, tavanlar akıyor, ayaklarımız su içinde. Sağımda solumda kapıları numaralanmış küçük küçük hücreler var. 13 numaralı hücrenin kapısı açıldı, fare deliği gibi bir yer, ancak küçük bir karyola sığabiliyor...”

Peki nedendi bu işkenceler?

Türkçülüğün liderlerinden Nihal Atsız Tek Parti devrinde bir ilke imza atmış ve “Orkun” dergisinde Başbakan Saracoğlu’na iki mektup yayımlamıştır. 20 Şubat ve 21 Mart 1944 tarihli mektuplarda Türkiye’deki yıkıcı hareketlerin (kastettiği komünizmdir) engellenmesinin hükümetin görevi olduğu halde meselenin üzerine gereken ciddiyetle eğilmediğini ve özellikle ‘tescilli komünist’ olarak suçladığı Sabahattin Ali’nin, devrin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından kayırıldığını ileri sürerek sert eleştirilerde bulunmuş, daha da ileri giderek Bakanın görevden alınmasını istemiştir.

Dedik ya, Tek Parti devri diye. “Orkun” derhal toplatılıp kapatılır. Mahkeme açılır. Türkçüler tepki gösterirler. Nihayet ikinci oturumun yapılacağı gün olan 3 Mayıs’ta sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen sokağa dökülürler. İstanbul ve Ankara’da komünizmi tel’in mitingleri yapılır, 12 Eylül’den önce sık sık işittiğimiz “Kahrolsun komünistler” sloganı ilk kez o gün duyulur. Eyleme katılanlar arasında Türkeş de vardır. Tabii devrin ‘baba’ Türkçüleri de.

Kimler mi? Mesela Prof. Zeki Velidi Togan, merhum mimar Turgut Cansever’in babası Hasan Ferit Cansever, Nihal Atsız, Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar, Hüseyin Namık Orkun, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan, Hikmet Tanyu, Said Bilgiç, Peyami Safa vd. İlim adamıymış, askermiş demeden türlü işkencelerden geçirilip aylarca hapis yatarlar. İşkence usulleri de bir çeşitli ki sormayın!

Günlerce aç ve susuz bırakmak, el yıkamak için bile su vermemek, Allah yarattı demeden dövmek, dövülenleri seyrettirmek, şakaklarına tabanca dayayarak tehditlerde bulunmak, içlerinden lağım geçen hücrelere kapatmak vs. Tırnaklarının çekildiği söylenen Türkeş’in tabiriyle bu dehşet idaresinin herşeyi tuz buz eden tokmağı kimsede kımıldayacak takat bırakmamıştır. Radyosuyla köleleştirdiği basınla iliklerine kadar uyuşturduğu millet, onun dilediği boyunduruğa öylesine vurulmuştur ki, hiç ekmek vermese de saltanatını sürdürebilirdi.

Yazdığı mektuplarla 3 Mayıs olaylarının tetiğini çekmiş olan Atsız ise sonunda Askeri Yargıtay tarafından beraat ettirildikleri bu eylemin Tek Parti diktatörlüğüne karşı bir ‘temizlik’ harekâtı olduğunu söyleyecektir. Bir gazetede hakkında Halk Partisi’ni temizlemeye kalktığı iddiasına karşı şunları söylemiştir: “Dünyada bir sabun buhranı yaratmadan Halk Partisi’ni temizlemenin mümkün olmadığını biliyorum. Bununla beraber mukadderatın bu partiyi temizleyeceğine imanım var.”

Atsız 1946’da “Kür Şad” dergisine yazdığı bir yazıda Türkçülükte ilk hareketi 3 Mayıs günü Ankara’da “birkaç bin meçhul Türk genci”nin yaptığını yazacaktır. “Türkçülük tarihinde bu kişilerin hususi bir yeri vardır.” 1974’de ise 3 Mayıs’ın “millî şuurun ayaklanması” olduğunu söyler. Bir dönüm noktasıdır o. Ancak bu dönüm noktası, demokrasinin de Türkiye’deki ilk sosyal tartışması olmuş, muhalif diller çözülmeye başlamış ve Tek Parti yönetimine yönelik eleştirilerin işaret fişeği işlevini görmüştür.

Türkçüler kadar Türkçü olmayanların, hatta ona karşı olanların da bu “dönüm noktası”na dikkat kesilmeleri gerektiği kanaatindeyim.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 125,88 M - Bugn : 120585

ulkucudunya@ulkucudunya.com