Kırmızı Kitap siyaseti
Mehmet Kamış 01 Ocak 1970
“Şimdi örgütün kontrol ve denetiminde olan derneklerde arama ve el koyma işlemleri başlattık. Bugüne kadar bağış, himmet, kurban ve kurs parası adı altında örgüte yardım olarak alınan paralar söz konusu.
Amacımız, yaptıkları çalışmalara devam edememeleridir. Manisalı hayırseverler ve bu işe bugüne kadar gönül verenlerden artık dönmelerini istiyoruz. Bugüne kadar gönül verip yardım edip pişman olanları da polise bilgi ve ifade vermeye davet ediyoruz. Direnen gruplar olabilir, hodri meydan diyoruz. Birçok şeyi çok iyi biliyorum. Delillendirme safhasındayız.”
Şu sözlere bakar mısınız? Hangi hukuk sisteminde, hangi çağdaş yönetim biçiminde böyle pervasız ve küstahça sözler söylenebilir.
Bunlar hiç kuşkusuz zulmün kara tarihinde yerini alacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları ve anayasaları askıya alındı, şifahi yönetime geçtik de biz mi bilmiyoruz. Devlet erkini kullananların keyfine göre insanların tasnif edilip cezalandırıldığı bir yönetim biçimine mi evrildik?
Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru Anayasası’nın 138. maddesi der ki; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” Yine Anayasa’nın 8. maddesi, yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından ‘anayasa ve kanunlara’ uygun olarak kullanılacağını vurgular. Yani siz cumhurbaşkanı da, başbakan da, emniyet müdürü de olsanız yürütmeyi anayasanın ve yasaların size emrettiği çerçevede yapmak zorundasınız.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kurulmuş derneklere baskın yapıyorsun, kanunsuz hiçbir işlemleri olmamasına rağmen birilerini terör örgütüne mensup olmakta itham ediyorsun, insanları derdest edip tutukluyorsun. Emniyet müdürü olmak monark olmak anlamına geliyor da biz mi bilmiyoruz? Artık her emniyet müdürü sevmediği insanlara operasyon yapıp, kafasına göre birtakım suçlar isnat edip onları derdest edebilir öyle mi? Bu, bir ülkenin tam anlamıyla çivisinin çıkma halidir. Burası Emniyet Müdürü’nün muz cumhuriyeti midir?
On yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru anayasasında olmayan bir Kırmızı Kitap üzerinden bu topluma sürekli dayak atıldı. Ne olduğu, kimlerin kararıyla, kimler tarafından yazıldığı belli olmayan bu Kırmızı Kitap bütün yasakların ve dayakların gerekçesi olarak tepemizde dolandı. Yıllarca süren demokrasi mücadelesinde bu Kırmızı Kitap’tan tam kurtulduk derken bugün bakıyoruz ki Recep T. Erdoğan, Kırmızı Kitap siyaseti yürütmeye çalışıyor. Hani bütün siyasi hayatını Kırmızı Kitap’ta yazan yasaklarla mücadele ederek geçirdiğini söyleyen ve bu sayede oylar devşiren siyasetçi Recep T. Erdoğan var ya, işte o.
Eski dönemde toplumun değerleriyle mücadele edenler, anayasada yazmayan gayri hukuki uygulamalarına Kırmızı Kitap’ı dayanak yaparlardı. Bugün geldiğimiz nokta tam da bu! Yeni dönem Kırmızı Kitap siyasetinden cesaret alan Manisa Emniyet Müdürü, meşru hukuka aykırı hiçbir şey yapmamış insanları terör örgütü üyesi ilan edip onların derneklerine baskın yapıyor ve bir de oradan tehdit ediyor.
Bu insan vücudunda bir hücrenin sebepsiz yere çoğalmasıyla başlayan kanser hastalığının toplumsal versiyonundan başka bir şey değildir. Çünkü bu ülkede insanlar neyin suç neyin suç olmadığını yasalara ve evrensel hukuka bakarak anlarlar. Bugüne kadar ‘meşru’ yasaların dediğini yapanlar, bir kişinin keyfine göre terör örgütü üyesi haline getiriliyor ve anında da cezası kesiliyor. Yarın Fenerbahçelilerin, Beşiktaşlıların, Nakşibendilerin, CHP’lilerin, Ülkücülerin, birilerinin keyfine göre yok edilmesi gereken terör örgütü mensubu ilan edilmeyeceğini kim garanti edebilir?
Anayasa’nın o hükmünü bir kere daha hatırlatalım; hiç kimse ya da organ yetkisini anayasadan almayan bir yetki kullanamaz. Kullanmaya kalkarsa gayri meşrudur.