‘Nasıl iseniz!’
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Enes b. Malik, Efendimiz’in (sas) hizmetinde bulunmuş büyük sahabelerden biridir; hicretten on sene önce doğmuş ve yüz yaşına kadar yaşamıştır.
Bir gün Basra’da Cuma namazına gidiyor; hutbeyi zulmüyle meşhur Haccac okuyor. Haccac hutbeyi uzatınca, Enes b. Malik dayanamıyor, ayağa kalkıp onu ikaz etmek istiyor. Çocukları, torunları ve yakınları ona mani olmaya çalışıp “Sakın böyle bir şey yapma; bu hem sana hem de bize zarar verebilir” diyorlar. Bunun üzerine Enes b. Malik camiyi terk ediyor, atına binip giderken de “Vallahi, dine bakıyorum da ‘lâ ilâhe illâllah’ dışında Hz. Peygamber (sas) devrinden hiçbir şey kalmamış?” diyor. Çevresindekiler ona, “Namaz da mı kalmamış?” dediklerinde “Evet.” cevabını veriyor. Enes bin Malik, bugün bizim halimizi görseydi değil camiyi, dünyayı terk ederdi.
Emevi halifelerinden Abdülmelik, bilgi sahibi bir zalimdi. H. 75/695 yılında Medine’de, hac zamanında okuduğu hutbede şunları söylüyor: “Ben, Osman gibi biçare, Muaviye gibi yumuşak, Yezid gibi fikri kıt bir halife değilim. Ben, bu ümmeti, bana karşı davranışınızı düzeltinceye kadar ancak kılıçla tedavi edebilirim. Siz, bize ilk Muhacir sahabenin işlerini öğretiyorsunuz ve diyorsunuz ki, ‘onlar gibi hareket edin’. Bize Allah’tan korkmayı emrediyorsunuz; peki, siz Allah’tan korkuyor musunuz? Bizim takva üzere hareket etmemizi istiyorsunuz; peki, sizin hayatınız takva üzere mi? Vallahi kim benden böyle takva üzere hareket etmemi isterse, onun boynunu vuracağım; çünkü bunu söyleyenin kendisi takva üzerine değildir.”
Emevi halifeleri ve valileri zalimdi, ama yozlaşma ve bozulma sadece tepede değil, piramidin aşağı tabakalarına doğru da yayılmaya başlamıştı. “Nasıl iseniz, öyle yönetilirsiniz!” yasası hükmünü icra ediyordu, bu yüzden Cebriyeciler, Emevi zalimlerinin “Allah’ın kaderi” olduğunu söylüyorlardı.
İşte bu bozulmaya karşı, birtakım insanlar dini, sünneti ve ümmeti kurtarmak üzere yeni yollar aramaya koyuldular. Hadis ve fıkhın tedvini yanında zühd ve takva hareketi olarak tasavvufun çıkışı bu amaçla oldu. Bugün de Nur talebeleri öncelikle iman, ahlak, ibadet ve iyi insan yetiştirmenin işin başı olduğunu söylüyorlar.
Modern zamanlarda demokrasinin yerleştiği düşünülen ülkelerde de siyasetin sivil-medeni talepler yönünde şekillenmesi, devletin toplum üzerindeki etkisinin azaltılması ve kamu kaynaklarını dağıtma yetkilerini demokratik yollarla ele geçiren yöneticilerin keyfî uygulamalarının önüne geçilebilmesi için sivil toplum büyük mücadeleler vermektedir. Nüfuzuna oranla nüfusu az STK’lar dışında nüfuzu nüfusundan zayıf asıl sivil toplumun ana gövdesini cemaatler ve tarikatlar oluşturmaktadır.
Asıl sivil güç olan cemaat ve tarikatların siyasete ilgilerinin iki hayati önemi var: Biri, toplumu manevi-ahlaki ve sosyal yönden güçlendirip siyasal talebi manevi-ahlaki yönde şekillendirmeleri; diğeri siyasilerin aşağıdan tazyik altında kalacakları zamanı beklemeden karar süreçleri ve karar mekanizmaları üzerinde etkili olmaya çalışmaları. İlkini Nur hareketi iman ve hizmet olarak formüle etmiş, bu hizmet Dr. Şerafettin Pektaş’ın işaret ettiği üzere (Zaman, 13 Nisan 2015) toplumsal ve kamusal hayatın temelini oluşturur. Bu manevi ve ahlaki temel yoksa siyasiler toplumun aynası olur; Haccac ve Abdülmelik gibi zorbalara müstahak olurlar.
Geriye şu sorular kalıyor: Toplumun ıslahı için sadece manevi-ahlaki temel yeter mi? Toplumun olgunlaşma oranı yüzde 60-70’e varıncaya kadar iman eksenli çalışırken sosyal ve kamusal politikaların tayin ve tespitini laik demokratlara, liberallere bırakmak ne kadar doğru? İman hizmetine kendilerini adayanlar bir yandan hizmetlerine devam ederlerken, diğer yandan siyasi alanda hizmet veren Müslümanlarla iyi diyalog kurmaları, onları usulüne göre uyarmaları ve böylece karar süreçleri üzerinde etkili olmaya çalışmaları daha doğru olmaz mı?