ENDERUNLU FÂZIL (ö. 1810)
Sabahattin Küçük 01 Ocak 1970
Mahallîleşme eğilimini ileri bir safhaya götüren divan şairi.
Akkâ’da doğdu. Asıl adı Hüseyin, mahlası Fâzıl’dır. Enderun’da yetiştiği için Enderûnî veya Enderunlu diye de anılır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber küçük kardeşi Hasan’ın ölümüne söylediği tarih manzumesinin yardımıyla bunu yaklaşık olarak tahmin etmek mümkündür. Kardeşi 1201’de (1786) yirmi sekiz yaşında öldüğüne göre 1173’te (1759-60) doğmuş olmalıdır. Ondan birkaç yaş büyük olması gereken Fâzıl’ın da 1170 (1756-57) yılı civarında doğduğu söylenebilir. I. Abdülhamid zamanında devlete isyan edip 1775’te Kaptanıderyâ Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından yakalanarak öldürülen Akkâ muhafızı Zâhir Ömer’in torunudur. Babası da isyana devam ederek Akkâ’yı geri almak için harekete geçtiği sırada Şam Valisi Mehmed Paşa tarafından ortadan kaldırılan Ali Tâhir’dir. Fâzıl ve kardeşi Hasan amcaları ile birlikte Gazi Hasan Paşa tarafından İstanbul’a getirildi. Hükümdarın fermanı ile kendisi ve kardeşi 1775’te Enderun’a alındı. Bu sıralarda Fâzıl on sekiz on dokuz yaşlarında idi.
Enderun’da iyi bir eğitim görerek yetişen Fâzıl sefahate düşkünlüğü ve aşk maceraları dolayısıyla daha sonra saraydan çıkarıldı (1198/1783-84). İstanbul sokaklarında on iki yıl kadar perişan ve serseri bir hayat geçirdi. Sefalet ve geçim sıkıntısı çeken Fâzıl, bu durumunu III. Selim’e ve dönemin ileri gelenlerine sunduğu dokunaklı kasidelerle belirtmeye çalıştı. Muhtemelen bunların etkisiyle Rodos vakıflarıyla ilgili bir tevliyete nâil oldu. Bunu gelir bakımından az bulan şair hâcegânlık rütbesini istedi ve bu isteği de kabul edilerek bir süre Halep defterdarlığında bir memuriyetle, daha sonra da Erzurum ve yöresini teftişle görevlendirildi. III. Selim’e sunduğu kasidelerde, Erzurum’da çektiği sıkıntıyı ve dokuz ay kadar süren bu teftiş seyahatinden İstanbul’a borç içinde döndüğünü anlatmaktadır. İstanbul’da bulunduğu sıralarda hicivleri dolayısıyla hakkında yapılan şikâyetler üzerine 1214’te (1799) Rodos’a sürüldü.
Enderunlu Fâzıl Rodos’ta iken gözlerini kaybetti. Bunun, orada sürgün bulunan Reîsülküttâb Ebûbekir Râtib Efendi’nin idamının kendisinde meydana getirdiği şiddetli şokun tesiriyle olduğu söylenmektedir. Bundan dolayı İstanbul’a dönmesine izin verildi. Daha sonraki on yılını yatakta geçiren şairin ölümünden bir iki yıl önce gözlerinin açıldığı belirtilmektedir. Fâzıl, câize alarak geçimini sağlayabilmek için kör ve yatalak iken bile padişaha ve dönemin devlet büyüklerine kasideler sunmuştur. 1225’te (1810) ölen şairin mezarı Eyüp’tedir.
Klasik şiir XVIII. yüzyılda Nâbî, Sâbit ve Nedîm gibi ustalarla eskiye nisbetle değişik açılardan topluma, gerçek hayata ve çevreye daha fazla yönelmiştir. Bu eğilim asrın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında çok daha ileri safhaya varır.
Bunu ileri götüren şairlerin başında Enderunlu Fâzıl gelmektedir. Eserlerinde o günkü hayatı, kendi çevresini ve bu çevrede müşahede ettiklerini geniş ölçüde aksettirmiştir. Nâbî, Nedîm ve Şeyh Galib ayarında bir şair olmamakla beraber Fâzıl’da gerçek hayata yönelişin ve mücerretlikten mümkün olduğu kadar kaçışın çok daha ileri bir dereceye vardığı görülür. Klasik şiirin tekniği ve estetiği dairesinde kalarak şiirlerinde ve özellikle mesnevilerinde gerçek hayatı ve günlük yaşayışı basit ve sathî zevklerin içinden göstermesini bilmiştir. Nâbî ve Sâbit’te olan ağır başlılık ile Nedîm’deki ince zevk ve nezahet Fâzıl’da görülmemektedir. Düşünce ve duygu bakımından derinliğe sahip olamaması, zevk itibariyle bayağılığa düşmesi, ifade ve üslûptaki lâubaliliği şiirlerinin sanat değerini azaltırsa da yaşadığı hayatı ve çevreyi realist çizgilerle ortaya koyması Fâzıl’a divan edebiyatında önemli bir yer sağlamıştır.
Eserleri. 1. Divan. Hacimli bir eser olan matbu divanının ilk otuz iki sayfalık bölümü çoğu Türkçe, az bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere Allah, peygamber, dört halife ve büyük şeyhler için yazılmış münâcât ve na‘tlarla mi‘râciyyeyi ihtiva eder. Daha sonra “İbtidâ-i Kasâid” başlığı altında III. Selim ile devrin ileri gelenlerine sunulmuş kasidelerin yer aldığı 159 sayfalık bölüm gelmektedir. Enderunlu Fâzıl kasidelerinde devrinin hayatını aksettirmesi yanında kendi talihsizliğini de dile getirir. Bu şiirler öz ve anlatım bakımından klasik kaside örneklerine kıyasla daha canlı ve geniş olup günlük hayata ve çevreye daha çok yönelmiştir. “İbtidâ-i Tevârih” başlığını taşıyan elli altı sayfalık tarih manzumelerinde ise çeşitli günlük olaylara düşürülen tarihlerden başka bazı mizahî parçalar da bulunmaktadır. “İbtidâ-i Gazeliyyât” bölümündeki 164 manzumenin büyük bir kısmı Nâbî ve Nedîm’i tanzir ve taklit yolunda olan gazelleridir. Yapı ve ifadece sağlam ve düzgün olan bu şiirler arasında bazan ağır başlı, bazan da Nedîm tarzına yaklaşan samimi ve nezih olanları mevcuttur. Divanda “İbtidâ-i Şarkiyyât” adı altında verilen şarkılardan sonra az sayıda muhammes, müseddes ve kıtalarla beyitler yer alır. Bunlar arasında bir tahmîs ile bir de tesdîs bulunmaktadır. Divan 1258’de (1842) Bulak’ta ve İstanbul’da basılmıştır. Bulak baskısının son on dokuz sayfasında Defter-i Aşk mesnevisi de yer almaktadır. 2. Defter-i Aşk. Fâzıl’ın kendi aşk maceralarını anlattığı bu eseri 438 beyitlik bir mesnevidir. İlâhî aşkı tarifle başlayan Defter-i Aşk, şairin düştüğü ve sonraları pişman olup tövbe ettiği aşk maceralarını hikâye etmektedir. Eserin değeri sadece mahallî bir özellik taşımasındadır. İçerisinde yer alan bir çingene düğünü Defter-i Aşk’ın en ilgi çekici yanını teşkil eder. Eser 1286’da (1869) Hûbannâme, Zenannâme ve Şevkengiz’le beraber basılmıştır. Defter-i Aşk’ın 1253’te (1837) yapılmış bir baskısı daha vardır. 3. Hûbannâme. Kendi içinde çeşitli başlıklar taşıyan 796 beyitten ibarettir. Baş kısmında tasavvufî tarzda bir güzellik tahlilinin yer aldığı eser, zamanına göre yeni sayılabilecek coğrafî bilgiler veren bir girişten sonra Hindistan’dan Amerika’ya kadar birçok ülkenin erkek güzellerinin vasıflarından söz eder ve onlar hakkında kendi görüşlerini belirtir. Bedîî zevk ve nezahetten yoksun olan bu eserde de mahallî hayatın çeşitli renkleriyle ortaya konulduğu görülür. Ayrıca ele aldığı konunun klasik edebiyatımız için yeni bir şey olduğu da söylenebilir. Fâzıl bu eserini Reîsülküttâb Ebûbekir Râtib Efendi’ye ithaf etmiştir. Hûbannâme’nin çeşitli baskıları mevcuttur (İstanbul 1253, 1255, 1286). Eser 1255 (1839) baskısında Rakkasnâme ve Zenannâme, 1286 (1869) baskısında Defter-i Aşk, Zenannâme, Çenginâme ve Şevkengiz mesnevileriyle birlikte yayımlanmıştır. 4. Zenannâme. 1101 beyitlik bir mesnevi olan eserde çeşitli milletlerin kadınları anlatılır. Şair eserinin baş tarafında kadından söz etmek istemediğini, kadınlara karşı meyli olmadığını söyleyerek konuya girer. Hûbannâme’den daha ilgi çekici olan bu eser, kadınlar hamamı ile mahalle baskını gibi sahneleri tasvir etmesi bakımından dikkate değer bir özellik taşımaktadır. Zenannâme İstanbul’da 1253 (1837), 1255 (1839, Rakkasnâme ve Hûbannâme ile beraber) ve 1286’da (1869, Defter-i Aşk, Hûbannâme, Çenginâme ve Şevkengiz ile beraber, s. 56-102) yayımlanmıştır. Eser J. Decourdemanche tarafından Fransızca’ya çevrilerek 1879’da Paris’te neşredilmiştir. 5. Çenginâme. Dörtlüklerle tertip edilmiş otan eser Rakkasnâme adıyla da geçmektedir. Eserde o dönem İstanbul’undaki meşhur köçekler isim isim sayılarak tasvir edilmiştir. Edebî değeri fazla olmasa da Çenginâme’nin dikkat çeken yönü zamanın örf ve âdetlerini yansımasıdır. Eser Rakkasnâme adıyla 1255’te (1839, Zenannâme ve Hûbannâme ile birlikte, s 5-16) ve Çenginâme adıyla 1286’da (1869, Defter-i Aşk, Hûbannâmeve Zenannâme ile birlikte, s. 102-111) İstanbul’da yayımlanmıştır. Bu baskının sonunda Şevkengiz adında 640 beyitlik bir mesnevi daha vardır (s. 112-143).