Dava Adamlığı!
Özcan YENİÇERİ 09 Ocak 2007
Bir davanın anlayanları, gerçekleştirenleri, yönetenleri ve olana bitene hayretle bakanları olmak üzere dört tip insanı vardır. Hayret etmek değil ettirmek çok daha önemli olmasına rağmen hareketlerin seyircileri ve hayret edenleri diğerlerinden çok daha fazladır. Bunlar daha çok “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” türünden bir sadakat ile davalarına bağlıdırlar. Onların sayısının çokluğu hareketi kör topal da olsa temsil edenlerin ellerini güçlendirir. Bir hareketin gücü bu tür tavır sahibi insanların bağlılık ve bilinci ile ölçülür. Vazifenin her şart altında kusursuz yapılması gerekir ama bir şartla; gözler açık olacak.
Her davayı ya da iddiayı mutlaka birileri temsil etmek zorundadır. Kuşkusuz davaları temsil ediyor gibi görünenler değil ancak layıkıyla temsil edebilenler dava adamı sıfatına hak kazanırlar. Dava adamları hareketin insani, fiziki, ekonomik, teknik, kültürel ve sosyal kapasitesini kullanabildiği ölçüde davalarını yüceltebilirler. Kullanılması mümkün olan kaynakları kişisel ya da duygusal nedenler yüzünden israf edenler; davaları kendi hırslarına ya da kinlerine kurban ettiklerinden dolayı dava adamı değil idareyi maslahatın adamlarıdır.
Bu bakımdan bir iddianın, tezin ya da değerin önündeki kimselerin duygusal davranma özgürlüğü yoktur. İdeal iddiaları olanların duygusal karar verme, bireysel yararlarla davranma ya da alkışların oluşturduğu cazibeye tutunma gibi bir hatayı hiç işlememeleri gerekir.
Değer sahiplerinin zamana karşı takındıkları tavır da çok önemlidir. Değer adamının eylem dünyasına iyi zamanlar iyidir ama kötü zamanlar daha da iyidir, ilkesi istikamet vermelidir. Kriz anları, bunalım şartları topyekün kötü durumlar, felaket değil aksine dava adamına kendisini kanıtlamak için bir fırsattır.
Kötü zamanı, uyumsuz öğeleri ve sorunlu üyeleri örgütten uzaklaştırmak değil örgütün çıkarları doğrultusunda kullanmak dava adamlarının becerisini gösterir. Dava adamları işin kolayı ile değil en asil olanı ilgilenirler.
Dava adamı için asıl olan iyi zamanların adamı olmak değil, kötü zamanları davanın lehine çevirecek yeteneklerin adamı olmaktır. Kötü zamanda davayı bir yük gibi algılamak ve ondan taviz vermek, iyi zamanlarda ise davaya sarılmak; dava adamının yapacağı bir iş olmasa gerek. Daha da önemlisi kötü zamanlar; dava adamlarına psikolojik dirençlerini test etmek gibi bir imkânı da sunarlar. Bu bağlamda dava adamları her şeye rağmen “hapishaneler de vatan köşesidir” diyecek kadar cesaret sahibi olmalıdır.
Özelliksizlik, renksizlik, kimliksizlik ve köşesizlik dava adamı değil oportünist adamın karakteridir. El yordamıyla yöneten, olayları seyreden ya da rutini izleyenler yalnızca fırsatın adamıdırlar. Dava adamı ile sistemin adamı arasındaki fark rahata ve konfora kıyma hususunda kendini gösterir. Dava adamı görüntüsü içinde olanlar çoğu zaman sistemin sanal alkışları sayesinde sistemin adamı haline gelebilirler. Sisteme karşı durma gücünü kendinde göremeyenler birden bire onaylanmak ve bir avuç alkış adına hiç de farkında olmadan sistemin kollarına kendilerini bırakırlar.
Gerçek dava adamlarının bugünü değil geleceği yönetmek gibi bir hedefe kilitlenmiş olmaları bütün olup bitenden daha önemlidir. Onun için bu tür insanlar geçici değil geleceğe kalacak değerler peşinden koşarlar. Gelecekle randevusu olanlar konjonktürel ya da fırsat stratejilerinin peşinden koşamazlar.
Geçmişi olmayanın davası, geleceği olmayanın da ülküsü yok demektir. Dava adamının yaşam stratejisinde gelecek geçmişten daha da fazla yer tutar. Tamamen geçmişe yatmanın ya da mirastan yemenin ise bir tek sonucu vardır: geçmiş olmak!
Dünyanın her gün neredeyse yeniden inşa edildiği, sanayiler, bilim dalları, ideolojiler, dinler, ülkeler arasındaki geleneksel ilişkilerin süratle anlamlarını yitirdiği bir çağda geleceği düşünmek daha doğrusu bir anlamı düşünmek her şeyden önce bir varlık sorunudur.
Bu bağlamda dava adamlarının ‘geleceğe kalmak’ya da ‘geçmiş olmak’arasında tercih yapmak gibi acil bir görevleri vardır.