« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Eki

2007

TÜRKİSTAN`DAN OSMANLI DEVLETİNE: TÜRK-İSLAM KULTÜRÜ ÜZERİNE BAZI İZAHATLAR

Dr.Baymirza HAYİT 01 Ocak 1970

Oğuzların Kaya boyu, Batıya doğru hareket etmeden önce Balkaş gölünün Batı tarafında yaşamaktaydı. Osman Bey idare ettiği bu boy 1070 tarihinde Anadolu’nun Van-Gölü bölgesinin Kuzey-Batı topraklarına yerleşir.

Seyhan(=Sirderya) nehrinin Aral-Gölüne yakın bir bölgede Oğuzların Kınık boyu yaşamaktaydı, Oğuz harbi birliğinin komutanı(Su-Başı) Selçuk beyin yönetiminde bu boy, 903`de Oğuzların başkenti Yenikent şeherinden çıkmaya mecbur olur ve Seyhan nehrinin orta akımındaki Cand şehrine gelir. Selçuk bey, 1035`e kadar Ceyhan(=Amuderya) çevresine doğru sefere çıkar, nehirin çevresini ve batı tarafını ele geçirir. Selçuklular, Sultan Alparslan komutanlığında 1071'de Malazgirt’de Bizans ordusu ile karşılaşır ve savaşı kazanır. Böylece, Türkistan’dan Batıya doğru göç eden Selçuklular adını taşıyan Türkler Anadolu’nun Türkleşmesi için temeli atmışlardır. İşte, Anadolu’da Selçuklu devletini kuranlar, Türkistanlı Türklerdirler. Anadolu’ya Türkistan'dan gelen Kaya boyunun Osmanlı aşireti de 1299'da Osmanlı devletini teşkil edebildi. Türkistan’dan yola çıkan bu iki Türk kavmi çok hızla Anadolu’nun hakimiyetini ele geçirebilmiştir. Fransız tarihçisi Rene Grousset’e göre

Türkler 20 yıldan daha az bir sürede (1064-1081 yılları) içinde Anadolu yarımadasında yeni bir Türkistan teşkil edebildiler.

Böylece, Yeni-Türkistan 'a Türkler kendilerinin eski Türkistan kültürünü de beraber getirmişlerdir.

Osmanlı devleti, Selçuklular gibi, Türkistan’daki harp usullerini devamlı olarak kullanmışlardır. Türk savaş kültürü; insan, at, kılıç ve cesaret esasında teşkil edilmişti. At, Türkler için günlük hayatın bir parçası ve harbî faaliyetlerinin kaynağı olmuştur. Eski Türkler,Türkistan'da bayrakların tepesine At-Kuyruğunu takarlardı. Osmanlılar da bu adeti devam ettirdiler.

Anadolu ve Osmanlı imparatorluğunda Türk kültürünün önemli bir kanıtı mimarîdir. Türk mimarîsi Türkistan’da meydana gelmiş, gelişmiş ve buradan Anadolu'ya geçmiştir.
Türklerde haberleşme usulü Türkistan’da başlanmıştı. Türkistan’daki Türkler, habercilerini Eşkinci sözüyle çağırıyorlardı. Bu söz, haber getiren, haber alan, günümüzün Postacı anlamınını taşımaktaydı. Osmanlı devletinde Eşkinci tam manasıyla haberleşme için kullanılmıştır. Osmanlılar bunun yanında, Çapar ve Ulak sözlerini de Eşkinci sözüne ilâve etmiştir. Çapar ve Ulak kavramları Türkistan Türklerinde; Çaparlar - At üstünde.acele haber götürenler, Ulaklar ise ulamak fiilinden gelmiş ve bağlayıcı olarak anlaşılmıştır. Osmanlılar Postacılık hizmetlerinde Türkistan kökenli bu üç kavramı kullanmışlardır.

Osmanlılar, Kervancılık hayatını da Türkistan’dan getirmişlerdir. Şâhıslar ve devletler arasındaki iktisadi bağlar, kervancılık yoluyla devam ettirilmiştir. Selçuklar ve Osmanlılar kendi devletleri içinde veya dış ülkelerde iktisadi temaslarını yani ticareti kervanlar vasıtasıyla devam ettirmişlerdir. Türkistan, İpek-Yolununortasında bulunması sebebiyle kervancılık hayatının düzenli bir şekilde devam etmesine çok önem vermişti. Kervanların rahatça hareket etmeleri için istirahat evleri kurulmuştu. Bu konukevleri genişletilerek kervansaray adıyla Kervan-tüccarlarını himaye eden bir merkez olmuştur. Selçuklular ve Osmanlılar kervansaray inşaatına önem vermişlerdir. Tabii ki, kervansarayların sayısındaki bu artış beraberinde kervanların çoğalmasını getirmiştir. Sonuç olarak, ilk kervansaray inşaatları kökeni Türkistan'da görülmüştür. Osmanlı devleti ve imparatorluğunda da böyle bir cemaat müessesine ayrı bir önem verilmiştir. Türkistan’daki ve Osmanlı devletindeki kervansaraylar; ticaret, haberleşme ve insanların bir birine yakınlaşmasının sağlayan bir merkez olarak hizmette bulunmuştur.
Türkistan’da sanat derecesinde yapılan Çadırcılık, Osmanlıların hayatında da büyük rol oynamıştır. Türk ordularının ve göçebe ahalisinin seferleri, Türkistan’daki çadırcılık kültürünü bir bölgeden başka bir bölgeye taşınmasına sebep olmuştur. Bilindiği gibi, çadırlar yalnız ordu seferleri için değil, göçebe Türklerin hayatı için de mühim idiler.

Osmanlılar, Türkistan’da harbî kanun olarak bilinen savaş sonrasında insan haklarını koruma anlayışını yaşamayı da devam ettirmişler. Türkistanda Gök-Türkler devrinden beri devam ettirilen bu anlayışa büyük önem vermişlerdir. Türkler, zapt edilen bölgenin ahalisine hoşgörü anlayışını esas alarak münasebette bulunmuştur.

Ordu, zaptedilen topraklardaki yerli ahalinin günlük iktisadi yaşantılarına dokunmamıştır. İşgal edilen bölgelere kontrol için Türk boylarını göndermişlerdir. Türkistan’da harbin ahlaki kuralı olarak; işgal edilen toprakların ahalisinin dini, dili ve örf-adetlerine karışmamışlardır. Böyle bir adet esasında Selçuklu ve Osmanlı ordusu da hareket etmiştir. Osmanlılar zapt edilen bölgelerde devlet hakimiyetini korumuşlar, ancak hiç bir vakit ahali arasında milli şovenizm siyasetini kullanmamışlardır. Türkistan’daki Türk devletleri gibi Osmanlı devleti de savaşta teslim olan ahaliye karşı ırkçılık- siyaseti kullanmamışlar. Kendi ırkını başka ırklardan yüksek tutmak düşüncesi tarihte Türk dünyasının hiç bir yerinde görülmemiştir. Tabii ki, Türk hükümdarları kendi devletleri içinde ve işgal edilen ülkelerde Türklerin şan-şereflerini himaye etmişlerdir.

İslam ruhu ve ilminin çok tesirli müessesi olarak ortaya çıkan medreselerin anavatanı da Türkistan’dır. İslamın ilk devrinde mektepler olmasının yanında Yüksek dereceli tahsil devri ilk defa 10. asırda başlamıştır. İslamın ilk medresesi 937’ci yılda Buhara şehrinde teşkil edilen Paracek-Medresesi idi. Wilhelm Bartold'a göre, Buhara’ da teşkil edilen ilk medrese, Orta Şarkta teşkil edilen medreseler arasında en eskisidir. Buhara da teşkil edilen medrese, bütün İslam dünyası için örnek olmuştur. Bu esasta Osmanlı devletinde medreseler faaliyetlerde bulunmuşlardır. Selçuklular XII asırda Anadolu'da ilk defa medreseleri teşkil etmişlerdir. Medreseler kurma ananesini Osmanlılar da devam ettirdiler. Medreseler, sadece İslam ilahiyatı öğretimiyle meşgul olmamış, ayrıca dünyevî ilimlerini de öğretmişlerdir. Bu medreseler yanı zamanda ilmi araştırmalar merkezi de olmuşlardır.

Türkistan, Ortaçağda dünyanın meşhur alimlerini yetiştirmiştir. Bunların arasında 795-857 yıllarda yaşayan Abdulcabbar Muhammed İbn Musa Al-Harezmî vardır. Bu alim, dünyada ilk defa cebir (Algebra) ve Logoritma ilmini keşfetmiştir. Abdul Nasir Farabî (873-950) dünya felsefecileri arasında Aristothales ’den sonra, Ustaz-i Sani olarak tanılan âlimidir. Abu Ali ibn Sina (980-1037) kendisinin Kanun al-tıbbiye adlı eseri ile dünya tıp ilminde şerefli bir yer almıştır. Onun tıp sahasındaki bu eseri yalnız İslam dünyasında değil, hatta Avrupa’da da bile 600 yıla yakın tıp okullarında okutulmuştur. Türkistan’da doğan ve burada yüksek tahsil alan, ilmiyenin büyük bir siması Abul Rayhan Muhammed Al-Birunî (937-1051) felsefe, tıp, fizik, riyaziyat, astronomi, meteoroloji, jeoloji ve tarih ilmi hakkında 100’den fazla eser yazmıştır. Hindistan tarihini dünyada ilk defa yazan da Al-Birunî ’dir. O, yalnız İslam dünyasının değil, belki dünyanın alimi olarak tanınmıştır. Al-Birunî, Türklük tarihinde ilk defa 12 senelik Türk takvimini yazan alimdir.

15. asırda Semerkant ’da Astronomi ilminin 3 büyük siması Türk-İslam kültürünün yükselmesinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunlardan birisi, Salahaddin ibn Muhammed Kadızâde Rumî ‘dir. Bu alim Uluğ Bek 'in yıldızlarını araştırma geleneğini ve talimatını devam ettirmiştir.

Dünyanın ilk türkologu Mahmut Kaşgari, kendisinin Luğat-it Türk eseri ile günümüze kadar kıymetini kaybetmeyen alim, Türkistan’da yetişmiştir. Yusuf Has Hacib Balasuğun’lu kendisinin Kutadgu Bilig eseriyle Türk sosyoloji ilmini yaratmıştır.

İslam dünyasına değerli katkılar yapan, Türklerin unutulmaz simaları da Türkistan`da ortaya çıkmıştır. İsmail Buhari (810-870) ismi İlsmi ilimlerin başında gelmektedir.. Buharî ‘nin topladığı hadisler alimler tarafından Sahih-i Buharî olarak tanınmıştır. Onun bu eseri, Kur’an-ı Kerimden sonra, güvenili hadis külliyatları içinde saygın bir yer kazanarak, zamanımıza kadar hizmet etmiştir.

Türkistan’da İslam ilminin büyükleri arasında Burhaneddin Al-Fargani Al-Maraginanı(ölümü 1197'de ) bulunmaktadır. Onun 7 ciltli "Hidaye" konulu eseri zamanımıza kadar İslam şeriyat mahkemelerini kaynak eseri olarak yaşamaktadır. Abu İsa Muhammed Tirmizi (ölümü 889?) kendisini Cami-al Sahih isimli eseriyle İslam dünyasına tanıtmıştır. İslami ilimlerin önemli alimlerinden birisi de Seyyid Burhaneddin Tirmizi (ölümü 1240/41)dir. Bu alim Mevlana Celaleddin Rumi'nin atabegi ve Piri idi. Burhaneddin Tirmizi, 1231'de Konya’ya gider ve orada Mevlananın mürüdlerinin dini terbiyesiyle meşgul olur. Mevlana Celaleddin-i Rumi Türkistan’ın Merv ve Tirmiz şehirlerindeki medreselerinde tahsil almıştır. Onun Türkistan’daki Türk-İslam ruhunun Anadolu’da yayılmasındaki hizmetleri bugüne kadar unutulmamıştır.
Dini hayatın diğer çok tanılan siması Hoca Ahmet Yesevi(ölümü:1166)dir. Pir-i Türkistan olarak tanılan kişidir. İlk Türk Sufisi ve şairi olarak tanınan Ahmet Yesevi “Hikmet” isimli eseriyle meşhur olmuştur .Aynı zamanda Türkistan’da yaygın olan Yeseviyye tarikatının da kurucusudur. Onun talimatıyla Buhara `da Muhammed Bahaddin Nakşibend (ölümü:1389`de ) tarafından teşkil edilen Nakşibendiye tarikatı tekamül etmiştir. Yesevi tarikatının dili Türkçe idi. Merhum İbrahim Kafesoğluna göre:

Yesevilik Türkistan`dan , kuzey bozkırlarından başka ,Altınorda sahasında , Afganistan`da , Horasan bölgesinde yayılırken, bir yandan da Maveraünnehir`de Nakşbendilik ve Anadolu`da Bektaşilik ve benzeri tarikatların ortaya çıkışlarını hazırlamıştır.

Bütün İslam tarikatları içinde Nakşibendi tarikatı Anadolu, Mısır,Kafkaslar,Hindistan gibi geniş coğrafyalara yayılmış bir tarikat olarak mevcuttur. Dr. Müjgan Cumbur hanımın ifadesine göre:

Yesevinin doğudaki hikmet geleneği, Batıda asırları ve nesilleri birbirine bağlayan Yunus geleneği olarak devam etmiştirHoca Ahmet Yesevi Türk-İslam Mutasavvıf edebiyatının temelini atmıştır. Onun Hikmet isimli eseri zamanımızda da geçerliliğini korumaktadır.

Türkistan`dan Osmanlı devletine gelen önemli müesselerden birisi de sosyal hayatta önemli rol oynayan Vakıf kurumudur. Vakıf müessesesi Osmanlı İmparotorluğunda halk tarafından teşkil edilen kültür, ilim ve sosyal hayatın kaynağı olmuştur.

Türkistan`dan Osmanlı Türk topraklarına müzik aletleri (Ney, Saz, Tambur, Çang, Giccak, Boru, Karney, Surney) ve Türkü söylemek sanatı girmiştir. Osmanlılarda ev içi bezeme sanatı, Düğün-cenaze merasimleri Türkistandaki klasik merasim uygulamaların aynıdır.

Emir Timur ordusunun Osmanlı devletini Ankara savaşında yendikten sonra Bursa ve İzmir şehirlerini zaptetmiştir. Böylece, Ege bölgesi Türk Beyleri hakimiyetine girmiştir. Bu,ise Osmanlı hakimiyeti altında bulunmayan Ege bölgesinin Türkleşmesine yol açmıştır.

Osmanlılarla Türkistan Hanlıkları arasındaki siyasi ve askeri temaslar Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar devam etmiştir. Türkistan ile Osmanlılar arasındaki kültürel ve diplomatik temaslar gelişmesinde 19. Asırda İstanbul Üsküdar, Sultanahmet ve Tarsus’taki Türkistanlar tarafından kurulan tekkeler önemli rol oynamıştır. Türkistanlı hacıların toplanma yerleri olarak hizmet etmiş olan bu tekkeler, Türkistan Türkleriyle Osmanlı Türkleri arasındaki dostluk ve hoşgörünün devam etmesinde önemli rol oynadılar.

Üsküdardaki Nakşibendiye tekkesinin Şeyhi Süleyman Buhari 1882/83(hicri 1298) de kendisi tarafından yazılan Lugat-i Çağatay ve Türk-i Osmani eserlerini yayınlamıştır. Bu eser, Çagatayca ve Osmanlı Türk lehçelerinde konuşan insanlara birbirini kolay anlamak için yol açmıştır.

19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında Osmanlı devletinden subayların Türkistan`a gittiklerini görüyoruz. Bunlardan en önemlisi olan Enver Paşa, Türkistan milli mücadelesinin Başkomutanı görevini savaşlarda idare ederken ,4 Ağustos 1922 de şehit edildi. Enver Paşa ile birlikte Türkistan mücadelesinde komutanlık hizmetinde bulunan bu Osmanlı subayları, Osmanlılarla Türkistanlılar arasındaki tarihi ve organik bağların gücünü yeniden isbat etmiştir.
Kurtuluş savaşı başlamasıyla birlikte, Üsküdardaki Nakşibendiye tekkesi binası milli ruh taşıyan Osmanlı subaylarının ve devletinin bazı siyasi hadimlerinin Anadolu'ya gizli geçişine köprü olmuştur. 200 yıla yakın Türkistanlı Türklerle Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin temasları için hizmette bulunan tekke binası 1980’li yıllarda Amerikalılara satılmıştır. Şimdi bu tekke binası ve arazisi Amerika Birleşik Devletlerinin Kültür-Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Türkistandan Osmanlı devletine doğru gelen bu Türk-İslam kültürü hakkında kısa izahatlar vermenin maksadı,uzak geçmişten beri Türkistan Türkleriyle Osmanlılar arasında devam eden kültür, din, düşünce bağlantılarının görünüşlerini göz önüne getirmek idi. Geçmişdeki ve günümüzdeki bazı şartlar, Türkistan kültür hayatıyla Osmanlı kültür hayatının tarihini yegane bir akım olduğunu gösteren araştırmaların için imkan vermedi. 1960-70`li yıllarda Umum Türk Kültür tarihini yazmak meselerinde Türkiye de ve Uluslararası Türkologlar arasında tartışmalar devam etti. Ama, günümüze kadar böyle bir temel eser yaratılmadı. Böyle bir eseri yaratmak yoluyla,Türk illerindeki kültürün birbirine bağlı olduğunu önce Türklere ve bununla birlikte ilim yoluyla bütün insanlara anlatmak, Türklük araştırmalarının zaruri görevlerinden birisidir.
Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere teşekkür ederim.

Ziyaret -> Toplam : 125,38 M - Bugn : 140970

ulkucudunya@ulkucudunya.com