Bir garip seçim psikolojisi
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Gariplik iktidar kanadında. Muhalefet partileri kendi kulvarlarında yüksek bir özgüvenle ipi göğüslemek için hamle üzerine hamle yapıyor; İktidar’ın temsilcileri ise sürekli bocalıyor. Erdoğan’ın, karşısında uslu uslu oturan Barlas’a söyledikleri çok erken yaşanan bir bozgun psikolojisini ele veriyor.
Yenilgiyi önceden açıkça itiraf ediyor ve seçimde her kaybedenin yaptığı gibi kabahati peşinen seçmene atıyor. Kamuoyu araştırması sonuçlarına propaganda amaçlı müdahaleler yapıldığı için pek güvenilir değiller. Erdoğan’ın yüzü, hem kamuoyu araştırmalarının gerçek halini hem de çekirdekten yetişme tecrübeli bir politikacının okuduğu seçim sonucunu yansıtıyor. Erdoğan’ın yüzünde AK Parti için yüzde 40’ı aşan bir oy oranı gören var mı?
İktidar seçime Amok Koşucusu gibi gidiyor. Zweig’in bu çarpıcı hikâyesi akıl sermayesini tüketmiş olan adamın ölüm koşusunu anlatır. Koşucu sonunda mutlaka ölür, ama uzun koşusu boyunca önüne çıkan her şeye zarar verir. Döviz kurunu düşük tutmak için kamu rezervlerinin tüketilmesinden, Konya’daki gibi peş peşe yürütülen algı operasyonlarına ve hukuk katliamına kadar ortaya çıkan büyük tahribat bu çılgın Amok koşusunun eseri. Maddî-manevî her değeri tahrip edip tüketiyorlar. Son olarak Anayasa Mahkemesi’nin Sulh Ceza Hakimliği hakkında verdiği kararın gerekçesi, Türkiye’de hukukun tükendiğinin ilanından başka bir şey değil. Bu uzun koşuya eşlik etmek zorunda bırakılan Anayasa Mahkemesi’ne yazık değil mi? İktidar yolsuzluk soruşturmalarından sıyrılmak ve hırsızlığın peşindekileri ve bilcümle muhalefeti susturmak için, İstiklal Mahkemeleri gibi kapalı devre işleyen bu hakimlikleri oluşturdu. Asliye Ceza Mahkemesi kararı için Ağır Ceza’ya itiraz ederken, aynı kanun maddesi içinde (m. 268) bu hakimler için yine bu hakimlere müracaat ediyorsunuz. Bu durumu hukuka uygun bulan Anayasa Mahkemesi’nin hukukla bir bağlantısı, adalet arayanlar için bir itibarı kaldı mı?
Can havli ile sığınılan son çareler de işe yaramıyor. “Zırhlı Mercedes” gündemini, “zirvede tükeniş hikâyesi” olarak takip edebilirsiniz. Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanı için lüks araba, üstelik “zırhlı” lüks araba ısrarı seçim öncesi siyasî değil duygusal bir boşluğu doldurmak için. Şeyhülislâm’a “gel benim israf ve debdebeme ortak ol” çağrısı, duygusal olarak belki de rahatlatıcı, ama seçim öncesi hiç akıllıca değil. Burada “zırh” sadece “daha pahalı” anlamına geliyor; yoksa Diyanet Başkanı’nın güvenliği için değil. Halbuki ağır zırhlar, herkesin hareket kabiliyetini azaltır. Hukuk alt-üst edilerek sağlanan koruma ile varlığını sürdürenlerin, ağır zırhları yüzünden doğru dürüst ayakta bile duramayan özenti silahşörden farkı kalmaz. Dokunur ve yıkarsınız. Mehmet Şimşek’in makam araçları için verdiği 3 milyar 300 milyon rakamı hiç de dediği gibi “çerez” değil. Kamu araç alımlarında vergi ödenmediğini hatırlarsanız, bu rakam korkunç bir israfın resmî ağızdan itirafı. Gözde vezirine özel harasından binek hayvanı hediye eden padişah gibi, cumhurbaşkanı bir kamu görevlisine makam aracı tahsis edemez. Demokrasilerde kimse halkın cebinden ihsan-ı şahanede bulunamaz. AK Parti, onca medya ve propaganda gücü, kamu imkânı, iktidar tecrübesi ve paraya rağmen çok kötü bir seçim kampanyası yürütüyor. Konuştuğum AK Partililerin hepsinden aynı şikâyetler geliyor. İktidar partisi moral üstünlüğünü tamamen kaybetmiş durumda. Sebep “zırhlı Mercedes” gibi gündemler üzerinden korkunç israf ve üstü kapatılamayan yolsuzluk iddiaları ile seçime giden topal ördek misali İktidar ile halkın çektiği yoksulluk arasındaki korkunç tezatta aranmalı. Bu tezadı hiçbir propaganda kapatamıyor; çünkü AK Parti’nin kampanya savaşını iki farklı karargâh yürütüyor. İki komutanla savaşa giren ordunun kazanması imkânsızdır.
13 yılın özeti: “Kendimi yakarım”dan “her yeri yakarım”a hızlı bir geçiş ve işte gelen cevap: “Zaten her şeyi yok ettin; buyur elinden geleni ardına koyma.” Garip, çok garip bir seçim psikolojisi.