Kefen edebiyatı
Murat Belge 01 Ocak 1970
Türkiye tarihinin en gerilimli dönemlerinden birinden geçerek bir seçime doğru ilerliyor. Bu gerilimin böylesine artmasının çeşitli nedenleri var; ama en önemli nedenlerinden biri Tayyip Erdoğan –onun var olma ve siyaset yapma üslûbu. Gerilim, Tayyip Erdoğan’ın besini.
Erdoğan bir süreden beri bir “kefen edebiyatı”na sardırmış durumda. Olur olmaz her yerde, her fırsatta, “Kefenimizi giydik geldik” diye bir diskur tutturuyor. Bir da “yankı”sı var Tayyip Erdoğan’ın –Ahmet Davutoğlu adında. Erdoğan “kefen” dedi mi Davutoğlu’ndan da bir kefen yankısı geliyor hemen.
Böyle bir dil elbette gerilime katkı yapar; daha doğrusu, gerilimi yaratır. Nitekim yaratıyor.
Herhangi bir medeni memlekette böyle bir siyasi söylem düşünebiliyor musunuz? Amerika’nın cumhurbaşkanının White House’la Pentagon arasında kefenine sarınmış olarak gidip geldiğini hayal edebilir misiniz? Herhangi bir Avrupa ülkesinde bir siyaset adamının bu gibi kelimeler ve imgelerle konuşacağı havsalanıza sığar mı?
Ama Tayyip Erdoğan iki günde bir kefenine bürünüp çıkıyor karşımıza. O böyle konuştukça adamları da coşuyor. Biri celallenip mermi saymaya başladı, bir başkası onu geçmeye kalkıştı. Sanırsınız Mohaç Meydan Muharebesi’ne hazırlanıyorlar.
Meydan Muharebesi falan yok. Bir seçim olacak. Muhtemelen birinci parti olarak çıkacaksınız, önemli oranda oy kaybetseniz de. Ne oluyor? Neyin korkusu bu? Nedir bu kefen edebiyatı?
Başımızı çevirip “memleket ahvali”ne baktığımızda, bu “kefenli zevat”ın birtakım kurumları ele geçirme manevralarını görüyoruz. Yargı kurumları, güvenlik güçleri hukuku filan bir yere bırakmış, iktidarın olmadık taleplerini karşılamakla meşgul.
Bir yanda hukuk ya da sağduyu sınırı tanımayan bir iktidar kullanımı, bir yandan da mağduriyet edebiyatı ve “kefen” söylemi!
Söylenenle gerçekte olan arasında gittikçe açılan bir makas var. Bu, şüphesiz, bir mugalata, bir demagoji. Ama bir politikacı demagoji yapıyorsa, demagojiden bir beklentisi vardır, onun için böyle yapmaktadır. Nedir Tayyip Erdoğan’ın beklentisi?
Tayyip Erdoğan Türkiye’nin geçmişini kullanıyor. “Kefenimi giydim de geldim” sözlerini telaffuz ettiği zaman, bu toplumda yaşayan insanların Menderes’i, Zorlu’yu, Polatkan’ı hatırlayacağını tahmin ediyor, hatırlamalarını bekliyor. O günleri kendi gözleriyle izlemiş ve görmüş olanların sayısı azalsa da, bu anılar kuşaktan kuşağa aktarılıyor, dolayısıyla hatırlanıyor.
12 Mart’ı hatırlayan elbette daha çok, 12 Eylül’ü hatırlayan daha da çok, 28 Şubat’ı hatırlayan daha daha çok.
Ama oralara dönmek bile o kadar gerekli olmayabilir. 2002’de AKP’nin seçimden birinci parti olarak çıkıp hükümet olmasıyla Tayyip Erdoğan’ın “İpler artık benim elimde” dediği an arasında geçen olayları izlemiş olmak da yeterli. Cumhurbaşkanı seçiminde gerekli oy üstüne yapılmış “hukuk” yorumlarını, parti kapatma davalarını hatırlamak yeterli. Daha iki gün öncesine kadar genel gündemi belirleyen bu olayları izlemiş biri –bir AKP taraftarı– gözünde, zihninde, Tayyip Erdoğan’ın “kefen edebiyatı” birtakım somut olgulara hemen dayanıyor, bir yankı buluyor.
Ve tabii yakınımızda olanlar, Mısır’da olanlar, Tayyip Erdoğan’ın seçtiği bu “mağduriyet” dilini destekleyen bir başka etken oluyor.
Türkiye’nin geçmişinde bunların olmuş olması ya da yakınımızda Mısır’da bunun olması Tayyip Erdoğan’ın ve silahşorlarının bu söylemini demagoji olmaktan çıkarmıyor. Çünkü Türkiye’nin bugünkü yapısında bu söylemi haklı gösterecek bir şey yok. Olmadığının en sağlam kanıtı da AKP’nin on üç yıldır süren iktidarı ve bu sürenin son yıllarında bizzat Tayyip Erdoğan’ın davranışları. Tayyip Erdoğan sınır, kural, hukuk, mantık dinlememekte eski sıkıyönetimlerin en keyfî uygulamalarını, en karakuşi kararlarını solladı geçti. Yaptığı işlerle ve yaptığı edebiyatla meşruiyetin dibini herkesten fazla oyan da o.