PKK’dan sonra sıra kimde?
Yiğit BULUT 05 Mart 2008
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kaleme alınan “tehdit” tanımlarına bakarsanız, iki ana unsur öne çıkar; bölücü terör ve irtica... TSK için Türkiye Cumhuriyeti için “en” olarak tanımlanabilecek bu iki dinamiğin de “birbirinden farkı” yoktur ve içeriden-dışarıdan hangi seviyede destek bulursa bulsun, bu unsurlara karşı “mücadeleye” ara verilemez...
Peki bu tehdit unsurları “dışarıda” nereden odaklanır ve Türkiye için en yakın “tehlike” nereden gelir? Sınır içinde yerleştikleri bölge, makam gibi detayları ayrı bir tartışma konusu olarak ayırır ve yakın çevremize bakarsak; Türkiye için “ayrılıkçı terörün” yerleştiği-yayıldığı bölge olarak “Kuzey Irak”, irticai unsurların kaynak ve destek bulduğu bölge olarak da İran tanımlanabilir...
Daha iddialı bir tanımla; Türkiye, Kuzey Irak’ı alamazsa, buradaki dinamik Diyarbakır’ı alır... Türkiye’deki rejim İran’ı durduramaz-sınırlayamazsa; İran, Türkiye “içine” yayılır...
Bu noktada bir tespit yapmam gerekli; Kuzey Irak ile orada yerleşik “Barzani merkezli” yayılmayı, İran derken orada yerleşik “şeriat” rejimi odaklı tezi kastediyorum.
Bu tespitler sonrası soralım; 2001 yılından beri Kuzey Irak’a “dur” diyemeyen Türkiye, son dönemde buranın “belini” kırarken, içeride ve dışarıda “irticai” dinamiklere karşı da aynı hareketi yapabilecek mi?
Sevgili dostlar, geçtiğimiz 4 ay içinde Amerika’nın “Kürt Devleti projesinden” kesin vazgeçtiğini sizlere aktarmış ve yaşanabilecek değişime dikkat çekmiştim. Bu bir “tutum” değişikliğiydi. Bugün size başka bir değişiklikten bahsetmek istiyorum. Bugüne kadar BOP gereği “ılımlı din devleti” modelini Türkiye’ye “uygulatma” görüşünde olan Amerika, aynen son dönemde “Barzani ile olmaz” dediği gibi “Türkiye’yi ılımlı İran’laştırma” fikrinden de vazgeçti... Yeni konsept “İran’a karşı verilecek savaşta” Türkiye ile birlikte olmak...
Bu noktada çok hayati bir soru soralım; İran’a yapılacak kapsamlı bir saldırı hatta yıllar sürecek bir savaş için Türk halkının desteği nasıl kazanılır? Cevap çok zor değil; irtica tehlikesini sonuna kadar yaşayan hatta İran olma sınırından dönen bir Türkiye, Amerika’nın “İran saldırısı” için “bulunmaz bir müttefik” haline gelir. Yukarıdaki cümle daha da anlamlı olur; Türkiye, İran’ı alamazsa, İran Türkiye’yi alır!
Sonuç 1: TSK’nın “PKK’ya karşı” verdiği mücadele ve Kuzey Irak’ı “alma” zamanlaması ile Amerika’nın “Kürtler’den vazgeçtim” zamanlaması birbirine uyuyor.
Sonuç 2: Normal şartlarda, Türkiye’de “İran etkisinin” artacağı, irticai faaliyetin “zirve” yapacağı, Türk halkının “İran” tehlikesini hissedip tepki vereceği dönem ile Amerikan’ın İran operasyonu büyük ihtimalle “eş zamanlı” olacak.
Sonuç 3: Ortadoğu’da “Türkiye’siz yapamayacağını” anlayan Amerika, bugün “Kuzey Irak’taki bölücüleri” nasıl Türkiye’nin eline terkettiyse, yukarıdaki zamanlama içinde bugün destekler göründüğü, hangi makam ve mevkide olursa olsun, irticai odakları da TSK’nın insafına bırakacak.
Son söz: Yukarıdaki analizi okuyunca şöyle bir sonuca varmayın; Amerika istiyor biz de yapıyoruz. Hayır, Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman bağımsız bir şekilde “doğru” bildiğini yapıyor. Tek fark; bugüne kadar “başka tezlere inandığı” için Amerika, “açık-kapalı” birçok yöntemle TSK’nın iki ana tehdit unsuru ile mücadelesinde zaman zaman “köstek” oldu...
Şimdi daha doğrusu belli bir süredir “Ortadoğu’da Türkiye’siz olmaz” noktasına gelen Amerika, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti tehlikesinden, içeride “irticai faaliyetin” zirve yaptığı-“din devleti” tehlikesinden dönmüş, var olanın değerini “dahi iyi anlamış” bir Türkiye’yi “yanında görmek” istiyor... Amerika’nın da TSK’nın da zamanlaması “ayrılıkçı Kürtler’den sonra” içeride ve dışarıdaki “irticai” unsurlara “sıra geleceğini” gösteriyor... “Amerika bizim arkamızda, BOP gereği din odaklı bir Türkiye istiyor” diyenlere duyurulur; Barzani gibi “kalırsınız Mehmetçiğin önünde”...