Peyami SAFA (1899-1961)
Beşir Ayvazoğlu 01 Ocak 1970
Romancı, gazeteci ve fikir adamı.
2 Nisan 1899’da İstanbul Gedikpaşa’da doğdu ve ismi Tevfik Fikret tarafından konuldu. Babası Trabzonlu köklü bir aileye mensup olan şair İsmâil Safâ, annesi Server Bedia Hanım’dır. Bir buçuk yaşındayken babası sürgünde bulunduğu Sivas’ta öldü ve ağabeyi İlhami ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi. İlk öğrenimine devam ederken sağ kolunda ortaya çıkan kemik veremi yüzünden kendini çok küçük yaşta doktorların, hasta bakıcıların ve ilâç kokularının arasında buldu (1908). 1910’da başladığı Vefa İdâdîsi’ni bu hastalık ve ailesinin geçim zorlukları sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. Babasının yakın arkadaşlarından Abdullah Cevdet’in hediye ettiği Petit Larousse’u ezberleyerek başladığı Fransızca’sını ilerletirken edebî eserlerin yanı sıra tıp, psikoloji ve felsefe kitaplarına ilgi duydu. Tiyatro eğitimi almak için Dârülbedâyi imtihanlarına girdi, fakat başarılı olmasına rağmen devam edemedi (1914). Savaş şartlarında geçim sıkıntısı artan annesinin yükünü hafifletmek için Posta-Telgraf Nezâreti’nde göreve başlatıldı. Ardından Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihad Mektebi’ne muallim olarak girdi (1917) ve bir süre Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’nde çalıştı (1918).
Mütareke döneminde öğretmenlikten ayrılıp ağabeyi ile birlikte Yirminci Asır gazetesini çıkardı. Bu gazetede “Asrın Hikâyeleri” başlığı altında yayımlanan küçük hikâyeleriyle dikkatleri çekti ve ilk kalem kavgasını Küçük Beyler adlı adapte piyesini eleştirdiği Cenab Şahabeddin’le yaptı (1919). Alemdar gazetesinin açtığı hikâye yarışmasında derece alınca devrin yazarları tarafından teşvik edildi. Yirminci Asır kapandıktan sonra Tercümân-ı Hakîkat ve Tasvîr-i Efkâr (1922), Cumhuriyet’in ilânının ardından Son Telgraf, Son Saat ve Son Posta gazetelerinde çalıştı. Halil Lutfi (Dördüncü) ile birlikte Büyük Yol adlı kısa ömürlü bir gazete çıkardı (1925). Aynı tarihlerde hem Server Bedi hem Peyami Safa imzasıyla Cumhuriyet’te de yazıyordu. Bu gazeteyle ilişkisini fıkra yazarı ve edebiyat sayfası yöneticisi olarak aralıklarla sürdürdü (1928-1940). Hilâl-i Ahmer dergisinde çıkan “Yeni Edebiyat Cereyanları” başlıklı yazısı Ahmed Hâşim’le kalem kavgasına girmesine yol açtı (1928).
Peyami Safa, Cumhuriyet’in edebiyat sayfasını yönetmeye başladığı günlerde çıkarılan af kanunundan faydalanmak amacıyla Türkiye’ye dönen ve tutuklanan Nâzım Hikmet’in (Ran) affedilmesini sağlamak için onun “Yanardağ” şiirini yayımlamıştı. Ancak gazete ertesi gün bu şiirin ve altındaki imzanın kendi görüşleriyle hiçbir alâkasının bulunmadığına dair bir açıklama yaptı. Bu olay üzerine gazeteyle arası açılan Peyami Safa bir süre sonra işinden ayrılıp Nâzım Hikmet’in de yazdığı, Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan Resimli Ay mecmuasında çalışmak zorunda kaldı. Hareket dergisinde de Nâzım Hikmet’le birlikte yazı yazan Peyami Safa’nın bu derginin ilk sayısında çıkan “Varız Diyen Nesil” başlıklı yazısı genç edebiyatçı neslin görüşlerini yansıtan bir beyannâme niteliği taşıyordu (1929). Bu nesil Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) tarafından Milliyet gazetesinde eleştirilince basın tarihine “Saman Ekmeği Kavgası” diye geçen ünlü kalem tartışması başladı. Aynı yıl Resimli Ay’da başlatılan “Putları Yıkıyoruz” kavgasında da Nâzım Hikmet’le beraber hareket eden Peyami Safa bu yüzden sık sık Bolşeviklik’le suçlandı, fakat kendisi her seferinde bu iddiayı reddetti. Nâzım Hikmet ve çevresiyle ilişkilerini Resimli Ay kapandıktan sonra da sürdürdü. 1930’ların başında Ağaoğlu Ahmet’in çevresinde oluşan fikir hareketine katılarak liberalizme kaydı (1932). Bu arada keşfettiği Cahit Sıtkı’yı (Tarancı) Cumhuriyet gazetesinde üç yazıyla kamuoyuna tanıttı. Aynı yıl annesini kaybetti. Daha sonra ağabeyi İlhami ile birlikte Hafta adlı magazin dergisini çıkardı (1934-1936). Bu arada Nâzım Hikmet’in de yazdığı Tan gazetesinde köşe yazılarına başladı (2 Ağustos 1935). İki yazarın aynı sayfada önce ima yoluyla birbirini eleştirmesi daha sonra büyük bir kavgaya dönüştü. Bu çatışma, Peyami Safa’nın ömrünün sonuna kadar sürecek antikomünist mücadelesinin başlangıcı oldu. Hafta dergisinin ardından yirmi bir sayı çıkarabildiği Kültür Haftası (1936) kapanınca Avrupa seyahatine çıkan Peyami Safa, yaklaşık bir ay süren seyahat izlenimlerini Cumhuriyet gazetesinde tefrika ettikten sonra Büyük Avrupa Anketi adıyla kitap halinde yayımladı (1938). Kemalist inkılâbın felsefî temellerini kurmaya çalıştığı Türk İnkılâbına Bakışlar da aynı yıl neşredildi.
Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra (9 Ağustos 1940) Yeni Mecmua’da yazmaya başlayan Peyami Safa ardından Tasvîr-i Efkâr’a geçti. Bu arada Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç tarafından çıkarılan Çınaraltı mecmuasına milliyetçilik anlayışını temellendirdiği yazılar veriyordu. Almanya’yı desteklediği ve ırkçılık yaptığı iddiasıyla aleyhinde Rıza Çavdarlı imzasını taşıyan bir broşür yayımlandı (1943). Çalıştığı Tasvîr-i Efkâr gazetesi bir süre sonra kapatıldı (1944). Irkçılık-Turancılık konusunda hazırlanan bir raporda kırk yedi kişi arasında adı geçti, fakat yargılanan yirmi iki kişi arasında yer almadı. Ziyad Ebüzziya’nın 1945’te Tasvîr-i Efkâr yerine çıkarmaya başladığı Tasvir’de yazmaya devam etti. Aynı yılın kasımında yayımlanan Büyük Doğu’nun ikinci dönem yazı kadrosuna katıldı. Öteden beri tek partiye ve millî şefe muhalif olan Ziyad Ebüzziya çok partili sistemi ve demokrasiyi, dolayısıyla Demokrat Parti’yi desteklemeye başlayınca bu gazeteden ayrıldı. Savunduğu görüşlerin tabii bir sonucu olarak demokrasiye karşı olduğu için Nisan 1946’da yeni bir hamle yapan Vakit gazetesinin kadrosunda yer aldı ve Demokrat Parti aleyhinde yazılar yazdı. Savaş yıllarında ilgi duymaya başladığı mistisizm, parapsikoloji ve metapsişik merakını da yeni gazetesine taşıdı. Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakınlaştığı için Necip Fazıl Kısakürek tarafından eleştirildi, bu yüzden aralarında büyük bir kavga çıktı. Demokrat Parti’ye muhalefeti dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarının dikkatini çekince o sırada milletvekili olan Yusuf Ziya Ortaç tarafından Mart 1948’de yayın hayatına yeniden başlayan Çınaraltı’na davet edildi ve Ulus gazetesinde yazmaya başladı (1949-1953). Bursa’dan milletvekili adayı olduysa da seçimi kazanamadı (1950).
Demokrat Parti’ye kuruluş döneminde sosyalistlerle iş birliği yaptığından muhalefet eden ve 1950’de Nâzım Hikmet için açılan af kampanyasına şiddetle karşı çıkan Peyami Safa bir süre sonra Türk Düşüncesi dergisini yayımlamaya başladı (Aralık 1953) ve Milliyet gazetesi yazı kadrosunda yer aldı (1 Ekim 1954). Demokrat Parti’nin antikomünist kimliği belirginleştikçe bu partiye ve liderine ilgi duymaya başladı. Milliyet’teki “Objektif” adlı köşesinde Aziz Nesin ve Çetin Altan ile kalem tartışmalarına girdi (1958). Yönetimin sola yakın bir kadronun eline geçmesi üzerine bu gazeteden ayrılarak Tercüman’a geçti (Mart 1959). Büyük Doğu’da da yazılarına yeniden başlamıştı; fakat bir süre sonra Necip Fazıl ile ikinci büyük kavgasını yaparak yollarını ayırdı. Çok geçmeden yazı işleri müdürüyle anlaşamadığı Tercüman’dan da çıkarıldı (29 Nisan 1960). 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra Türk Dil Kurumu ve Türk Edebiyatçılar Birliği ile ilişkisi kesildi. Türk Düşüncesi’nin yayımına ara vererek Havadis gazetesine geçti (21 Temmuz 1960). Bu gazetedeki yazıları yüzünden aleyhinde protesto gösterileri yapıldı. Düşünen Adam dergisinde (5 Ocak 1961) ve Son Havadis gazetesinde (10 Mart 1961) yazmaya başladı. Bütün bu olaylar sırasında çok yıpranan Peyami Safa oğlu Merve’yi kaybedince (27 Şubat) büsbütün sarsıldı. 15 Haziran 1961 tarihinde Çiftehavuzlar’da bir dostunun evinde öldü ve iki gün sonra Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Peyami Safa’nın edebî hayatı on bir yaşında iken yazdığı Piyano Muallimesi adlı hikâye ile başladı. On üç yaşında iken Eski Dost adlı bir roman denemesi yaptı. Aynı yıllarda şiir de yazıyordu, fakat -dedesi, babası ve amcaları şair olduğu halde- şiirde ısrar etmedi. Bir Mekteplinin Hâtıratı / Karanlıklar Kralı (1913) adlı ilk kitabını Vefa İdâdîsi’ndeki öğrenciliği sırasında çıkardı. Rehber-i İttihad Mektebi’n-de öğretmenlik yaparken Servet-i Fünûn ve Fağfur gibi dergilere hikâye, makale ve tercüme denemeleri gönderen Peyami Safa, ismini Yirminci Asır’da bir kısmı imzasız yayımlanan Asrın Hikâyeleri’yle duyurdu (1919). Abdullah Cevdet’in etkisindeki ilk gençliğinde fikirleri henüz tam şekillenmemiş bir Garpçı olarak Beyoğlu, Şişli, Harbiye gibi semtlerde yaşanan hayatın cazibesine kapılan ve sosyal baskıya isyan eden Peyami Safa’nın ilk hikâye ve romanlarında tatmin edilmemiş gençlik arzularıyla millî idealler arasında yaşadığı bocalama açık biçimde görülür. Mütareke yıllarında tereddütleri artmakla beraber pozitivist ve materyalist eğilimleri henüz devam ediyordu. Nitekim o yıllarda imzasına birçok arkadaşının yer aldığı Dergâh vb. dergilerde değil İctihad’da rastlanmaktadır. İlk uzun hikâyesi olan Gençliğimiz’de (1922) ve aynı yıl yayımlanan Sözde Kızlar adlı ilk romanında Mütareke İstanbulu’ndaki ahlâkî çözülmeyi eleştirdi. Bu arada geçinebilmek için Server Bedi imzasıyla aşk ve cinayet romanları da yazıyordu. 1924’te Maurice Leblanc’ın Arsen Lupin’ini örnek alarak yarattığı Cingöz Recai tipi beklenmedik bir ilgiyle karşılandı. 1924-1928 arasında onar kitaplık Cingöz Recai’nin Harikulâde Sergüzeştleri ve Cingöz Recai Kibar Serseri dizileri çıktı.
Mütareke döneminde Hürriyet ve İtilâf Fırkası saflarında yer alan ve İngiliz mandasını savunan Abdullah Cevdet’ten temel meselelerde yavaş yavaş uzaklaşan Peyami Safa’nın fikirleri, belirgin çizgilerini I. Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında kazandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarını kendi neslinden birçok aydın gibi derin şüphe ve tereddütler içinde geçirdi ve koyu bir bohem hayatına daldı. Bu arada felsefeye ilgisi artarak devam ediyordu. Başta Mustafa Şekip (Tunç) ve Hilmi Ziya (Ülken) olmak üzere birçok felsefeciyle yakın dostluklar kurmuştu. Türk Felsefe Cemiyeti’nin 1931’deki ikinci kuruluşunda aktif biçimde yer aldı ve cemiyetin tartışmalı konferanslarının ilkinde felsefe ve diyalektik konulu bir bildiri sundu (12 Ocak 1933). Bu tarihlerde rasyonalist olan Peyami Safa, Kültür Haftası’nda yayımlanan “Seziş, Tahlil ve Riyâziye” başlıklı yazısında bu konudaki görüşlerini açıkladı.
Doğu’nun geriliği, Batı’nın ileriliği ve riyâziye kafası gibi bir yığın meseleyle dolu olarak gittiği Avrupa’dan fikirlerini kendince test etmiş olarak dönen Peyami Safa, Büyük Avrupa Anketi’ni yazdıktan sonra muhtemelen bazı bölümlerini daha önce kaleme aldığı Türk İnkılâbına Bakışlar’ı tamamlayarak Cumhuriyet gazetesinde tefrika etti. Aynı yıl kitap olarak da basılan eser Mustafa Şekip Tunç’un ifadesiyle “inkılâbımızın felsefî monografisi” niteliğini taşıyordu. Bu eserinde Avrupa medeniyetini “riyâzîleşmek” ve “siteleşmek” kavramları etrafında açıklayan Peyami Safa şu tezi savunuyordu: Ortaçağ’da Türk-İslâm düşünürleri Yunan felsefesini devam ettirip Avrupa’ya aktarmışlardır; bugünkü akılcı ve tabiatçı Avrupa kafasının ilk çatısını kuran Türk mütefekkirleridir. Ancak ciddi bir mukavemetle karşılaşmış olsa da Garp’ta yaşama alanı bulan ve Rönesans’ı hazırlayan Türk-Arap rasyonalist felsefesi asıl büyük direnişi Şark’ta görmüş, mistik ve ilâhiyatçı fikrin galebesiyle yarı yolda kalmıştır. Başlangıçta İslâm felsefesi, bir yandan Fârâbî ve İbn Sînâ ile dünya bilgisi olmaya doğru giderken öte yandan bunun tam zıddı bir yönde ilerlemiştir. Birinci kol olan akılcı ve tabiatçı felsefe hıristiyan Garp’ı etkilerken imancı ve ilâhiyatçı kol müslüman Şark’ta yaygınlık kazanma eğilimi göstermiş, daha açık bir ifadeyle hıristiyan Garp akılcı ve tabiatçı düşünceyi müslüman Şark’tan alırken müslüman Şark imancı ve ilâhiyatçı düşüncede yavaş yavaş hıristiyan Garp’ın tesir sahasına girmiştir. Mistik düşünceyi ve ahlâkı kudretle temsil eden Gazzâlî, Hıristiyanlığın tesiri altındaydı. Müslüman Şark’ın yarı yolda kalışında Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi şahsiyetlerin ve Eş‘arî kelâmının “meş’um” roller oynadığını ileri süren Peyami Safa, bu düşüncelerini eleştiren İsmail Hakkı İzmirli ile polemiğe girmiştir.
Türk İnkılâbına Bakışlar’da Kemalist milliyetçi olarak görünen Peyami Safa dünyadaki gelişmeleri ve Almanya’nın yükselişini dikkatle takip etmiştir. 1930’ların başından beri verdiği antikomünist mücadelenin bir sonucu olarak savaş sırasında fikren Almanya’yı, buna bağlı olarak tek şefliliği desteklemiştir. Türkçü bir politika takip eden Çınaraltı dergisindeki yazılarında ferdiyetçi liberalizmin mekanik görüşünün yıkıldığını iddia ediyor, anti-Marksist ve antiliberal bir dünya görüşü olan korporatizmi savunuyordu. Millet ve İnsan (1943) adlı kitabında bir araya getirilen Çınaraltı yazılarıyla gazetelerdeki yazılarında savunduğu bu görüşler yüzünden Marksistler’in hedefi haline gelen ve aleyhinde broşürler yayımlanan Peyami Safa, 1940’ların başında Almanya’ya sempati duymakla beraber Türkiye’nin kendi millî, ekonomik ve jeopolitik bünyesinin özellikleri dolayısıyla Hitlerizm’in bazı prensiplerine çok yabancı olduğunu ve yabancı kalması gerektiğini açıkça ifade etmişti. 1961’de Nasyonalizm adıyla yeniden yayımladığı Millet ve İnsan’da bazı bölümlerin çıkarılması dışında ciddi bir değişiklik yapmaması onun milliyetçilikte ve korporatizmde sonuna kadar ısrar ettiğini göstermektedir. Türk İnkılâbına Bakışlar’ın 1959’daki ikinci baskısında değişiklik yaparak tezini Kemalist sıfatından arındıran Peyami Safa bu kitabında savunduğu, Doğu-Batı sentezi diye özetlenebilecek görüşlerine de sonuna kadar bağlı kalmıştır.
Peyami Safa’nın 1914-1961 yılları arasında gerçek ismiyle ve Server Bedi, Çömez, Serazad, Safiye Peyman, Bedia Servet gibi takma adlarla yazdığı süreli yayınlar şunlardır: Gazete: Büyük Yol, Cumhuriyet, Havadis, Milliyet, Son Havadis, Son Posta, Son Telgraf, Tan, Tasvir, Tasvîr-i Efkâr, Tercüman, Tercümân-ı Hakîkat, Ulus, Vakit, Yirminci Asır. Dergi: Aydabir, Aydede, Bozkurt, Büyük Doğu, Çınaraltı, Düşünen Adam, Edebiyat Gazetesi, Fağfur, Hafta, Hareket, Hayat, Heray, İctihad, İslâm Mecmuası, Kültür Haftası, Resimli Ay, Resimli Şark, Seksoloji, Servet-i Fünûn, Türk Dili, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu, Türklük, Yedigün, Yeni Çağ, Yeni İstiklâl, Yeni Mecmua, Yeni Türk Mecmuası.
Eserleri. Eksiksiz bir bibliyografyası henüz hazırlanmamış olan Peyami Safa’nın irili ufaklı kitaplarının sayısı 500’e yakın olup yazılarının sayısını ise tahmin etmek bile zordur. Bu inanılmaz yazı faaliyeti onu Türkçe’yi en güzel kullanan ve bir meseleyi en kısa yoldan, en çarpıcı biçimde anlatmanın sırrını bilen yazarlardan biri haline getirmiştir. Hikâyeleri. 1. Gençliğimiz (1922). Peyami Safa’nın hikâyeden romana geçişini sağlayan bu uzun hikâyede kadın ve evlilik meselesi ele alınmış, geleneklerin ve aile baskısının yanı sıra Celâl Nuri İleri’nin “Monmartr ahlâksızlığı” dediği İstanbul’un yüksek tabakasında yaşanan ahlâkî çöküntü de eleştirilmiştir. 2. Siyah Beyaz Hikâyeler (1923). 3. Ateş Böcekleri (1925). 4. İstanbul Hikâyeleri (tarihsiz). 5. Hikâyeler. İlk Defa Bütün Hikâyeleri Bir Arada (1980). Asrın Hikâyeleri’yle Siyah Beyaz Hikâyeler, Ateş Böcekleri ve Resimli Ay mecmuasının 1930 yılında verdiği Resimli Hikâyeler ilâvesindeki hikâyeler Halil Açıkgöz tarafından bir araya getirilmiştir.
Romanları. 1. Sözde Kızlar (1922). Serazad takma adıyla Sabah gazetesinde tefrika edilen, gazete kapandığı için yarıda kalmış olmakla beraber geniş yankı uyandıran bu romanda devrin İstanbul sosyetesinde yaşanan hayatla Anadolu’da verilen büyük mücadele arasındaki tezat vurgulanır. 2. Şimşek (1923). 3. Mahşer (1924). 4. Bir Akşamdı (1924). 5. Cânan (1925). 6. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930). Nâzım Hikmet’e ithaf edilen, yazarının hastalıkla boğuştuğu çocukluk ve ilk gençlik yıllarının izlerini taşıyan bu küçük roman büyük ölçüde otobiyografiktir. Bilinç akışı tekniğinin ustaca kullanıldığı eser aynı zamanda psikolojik roman olarak edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahiptir. 7. Fâtih Harbiye (1931). Yanlış anlaşılan Batılılaşma’nın genç nesiller üzerindeki olumsuz etkilerinin anlatıldığı romanda Fatih-Harbiye tramvayının birbirine bağladığı Fatih semti Doğu’yu, Beyoğlu ise Batı’yı temsil eder. Peyami Safa, Batılılaşma meselesinin tartışıldığı, mûsikide alaturka-alafranga mücadelesinin hızlandığı ve Dârülelhan’da Türk Mûsikisi Bölümü’nün kapatıldığı günlerde yazdığı bu romanda Doğu-Batı meselesini tartışmaktadır. Eser 1943 yılında İngilizce’ye çevrilmiştir. 8. Bir Tereddüdün Romanı (1933). I. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk aydınlarının inanç buhranı, şüphe ve tereddütlerinin anlatıldığı, yine otobiyografik özellikler taşıyan bu romanda 1920’lerin sonunda aralarında Peyami Safa’nın da bulunduğu bir grup aydının yaşadığı bohem hayatı tasvir edilmektedir. 9. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949). Peyami Safa’nın parapsikoloji, metapsişik ve ispritizma gibi meselelere ilgi duymaya başladıktan sonra yazdığı bu eser, bakış açısı ve merkez yansıtıcı gibi bazı roman tekniklerinin büyük bir ustalıkla kullanıldığı, Türk romancılığında köşe taşı sayılabilecek önemli bir eserdir. Romanda, birtakım olağan üstü olaylar yaşayan ve bu olayları materyalist ve pozitivist anlayışlarla açıklamayı başaramayınca derin bir şüphe ve tereddüt içinde nihilizme kayan Ferit’in özellikle Matmazel Noraliya’nın günlüklerini okuduktan sonra yaşadığı aydınlanma ve nihilizmden mistisizme yöneliş süreci anlatılır. 10. Yalnızız (1951). Yeni İstanbul’da tefrika edildikten sonra kitap olarak yayımlanan bu romanda da parapsikolojik ve metapsişik meseleler irdelenmiştir. Eserin önemli özelliklerinden biri Doğu-Batı sentezi tezinin ayrıca bir ütopya olarak işlenmiş olmasıdır. Simeranya, romanın kahramanı olan ve yazarın sözcülüğünü üstlenen Samim’in zaman zaman sığındığı bir hayal ülkesidir ve bütün zıtlıkların birbiriyle barıştırıldığı bir mutluluk adası olarak tasarlanmıştır. 11. Biz İnsanlar (1959). 1937’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildiği halde önemli değişiklikler yapılarak kitap halinde ilk defa 1959 yılında yayımlandığı için Peyami Safa’nın son romanı kabul edilen eserde Mütareke döneminde aydınların gündemini işgal eden materyalizm, sosyalizm, mandacılık, milliyetçilik gibi fikirler tartışılır; bu yönüyle aynı zamanda Peyami Safa’nın entelektüel macerasına ışık tutmaktadır. Peyami Safa’nın ayrıca Gün Doğuyor adlı bir piyesi yayımlanmıştır (1937).
Fikrî Eserleri. 1. Türk İnkılâbına Bakışlar (1938). 2. Felsefî Buhran (1939). Yazarın Türk Felsefe Cemiyeti’nde verdiği, daha sonra Yeni Türk Mecmuası’nda yayımlanan “Felsefe ve Diyalektik” konulu konferansının geliştirilmiş ve yeniden yazılmış biçimidir. 3. Millet ve İnsan (1943). Yazarın milliyetçilik anlayışını temellendirdiği, 1940’larda Çınaraltı dergisinde çıkan yazılarından oluşmaktadır. İkinci baskısı Nasyonalizm adıyla yapılmıştır (1961). 4. Mahutlar (1959). 5. Sosyalizm (1961). 6. Mistisizm (1961). 7. Doğu-Batı Sentezi (1962). Yazarın Türk Düşüncesi dergisinde çıkan yazılarından oluşmaktadır. 8. Kızıl Çocuğa Mektuplar (1971). Nâzım Hikmet’le kavgası sırasında yazdığı yazıların bir araya getirildiği kitaptır. Yukarıdaki üç eseri ayrıca Nasyonalizm-Sosyalizm-Mistisizm adıyla bir arada basılmıştır (1975).
Büyük Avrupa Anketi adlı eseri (1938) Peyami Safa’nın 1936 yılında çıktığı Avrupa seyahatini, özellikle çocukluğundan beri rüyalarını süsleyen Fransa ile ilgili izlenimlerini ve fikirlerini anlatır. Peyami Safa’nın çeşitli gazete ve dergilerdeki yazılarından seçmeler konularına göre tasnif edilerek “Objektif” adı altında basılmıştır: Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca (1970); Sanat, Edebiyat, Tenkit (1971); Sosyalizm Marksizm Komünizm (1971); Din, İnkılâp, İrtica (1971); Kadın, Aşk, Aile (1973); Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar (1976); Eğitim, Gençlik, Üniversite (1976); Yirminci Asır, Avrupa ve Biz (1976).