Tabutluğa sığmayan yiğit
Refet KÖRÜKLÜ 01 Ocak 1970
Önceleri ismen tanıdığım rah-metli Hamza Sadi Özbek Bey'le 1946 yılında Ankara'da şahsen nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Rahmetlinin ölümü dolayısıyla yazacağım yazımın başlığını "At-sız'ın Yamtar'ı" diye başlık koyacaktım düşündüm ki yazıma "Tabutluğa Sığmayan Yiğit" diye başlık korsam dava arkadaşımı daha manalı anlatmış olurum düşüncesiyle koydum. Bu başlık içerisinde Yamtar'ın da ifade edildiği kana-atındayım. Rahmetli Atsız Bey'le konuşurken olsun veya yazdığı mektuplarda Hamza Sadi Bey'in adı geçtiğinde rahmetlinin adının önüne mutlaka Yamtar'ı ilave ederdi.
Atsız Bey'in "Bozkurtların Ölü-mü, Bozkurtlar Diriliyor" romanla-rını okuyanlar Yamtar adlı kahra-manı hatırlarlar. İşte Hamza Bey öylesine iriyarı bir yiğitti. Tabutluk meselesine gelince bunu bu davaya gönül vermiş gençlere açıklamanın faydalı olacağı kanaatındayım. Milliyetçilik mücadelesinin hangi badirelerden geçip geldiğinin bilinmesi gerekir. Bilinmesinde de çok büyük faydalar vardır. Vatan ve millet sevgisinin bedeli çok ağırdır. "Türkçülük Ülküsü"ne gönül verenler, dün olduğu gibi bu gün de vatan, millet sevgisinin bedelini çok ağır ödemişler, ödeyecekler de...
Yıl 1944... Bir çok vatan haini ko-münistlerin, devletin ileri gelenleri tarafından, devletin üst kademelerine yerleştirildiklerini tesbit eden Atsız Bey'in zamanın Başbakan'ı Şükrü Saracoğlu'na bizzat kendisinin çıkardığı Orhun Mecmu-ası'nda yazdığı açık mektupta bu soysuzları ismen açığa vurması üzerine, İsmet İnönü ve adamlarının teşviki ile komünist haini Sabahattin Ali'ye, Atsız Bey aleyhine açtırdıkları dava dolayısıyla "3 Mayıs 1944"te Ankara Ulus Meyda-nı'nda Türk gençliğinin devletine sahip çıkması, Moskof uşağı komü-' nistlere karşı yapmış oldukları miting üzerine tevkifler başlamış başta Atsız olmak üzere 23 arkadaşı içeri alınmış ve miting meydanında yakalayabildikleri gençleri işkenceye tabi tutmuşlardı.
Komünist vatan haini Sabahattin Ali'nin, Atsız aleyhine açtığı tarihe "Irkçılık-Turancılık Davası" olarak geçen dava dolayısıyla İstanbul Sansaryan Han'da faaliyet gösteren Emniyet Müdürlüğü'ne getirilen 23 vatansever insanı tabutluklara soka-rar akla hayale gelmeyen işkenceye tabi tutmuşlardır. Tabutluk normal bir insanın sığabileceği hücre gibi bir yer. Buraya sokulan insanların tepesinde de 500 mumluk ampul yakmışlardır.
Bütün bu işkencelere rağmen bu birbirinden değerli Türkçülük davasına gönül verenler, inandıkları bu mukaddes davadan inhiraf etmedikleri gibi, taviz de vermemişlerdir. Hepsi ömürleri boyunca "Türkçülük Ülküsü"nü savunagelmişlerdir.
Hamza Sadi Özbek Bey de tabutluğa sokulanlardan biriydi. Yukarıda da dediğim gibi, normal bir in-sanın zor sığdığı tabutluğa irikıyım Hamza Bey'i pamuk çuvalına pamuk basar gibi sığdırmaya çalışırlar-mış. Rahmetli bu tabutluk olayını bazan hüzünlenerek, bazen de gülerek anlatırdı. Rahmetli çok hassas bir in-sandı. Şairdi de, şiirlerini Muğla'da . Halk Gazetesi'nde daha sonraları Türk Yurdu, Bozkurt, Marmara, Çığır ve Orhun Dergileri'nde neşretmişdir.
Hamza Sadi Bey ülküdaşım olduğu kadar meslekdaşımdı da, ikimizde maliyeciydik. Ankara'ya geldikçe Maliye Bakanlığı'nda bana uğrar uzun uzun konuşur, dertleşirdik. Ko-nuşmalarımızın özü hep Türkçülük ve milletimizin geleceği ile ilgiliydi.
1962 yılında Hamza Sadi Özbek Bey'in daveti üzerine Zeki Sofuoğ-lu, Mukadder yenge, çocukları Ayşegül Buğra, ben, eşim Münevver, çocuklarım rahmetli Neslihan, Osman birlikte Marmaris'e gitmiştik. Hamza Sadi Bey, eşi Halide yenge, evlatları Neslihan, Umurbeğ ve Yeşim'le birlikte ömrümüzde unutamayacağımız günler yaşadık.
Hamza Sadi Bey, 1971 yılında rahatsızlanmış, Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'ne yatırılmış. Halide yengenin haber vermesi üzerine çok üzüldüm, sıksık ziyaretine gittim. Bir gidişimde kan bulmakta zorlandıklarını söyleyince, "Amca bana neden haber vermediniz? Benim kan grubum (0). Ben size derhal kan verebilirim" dedim. Hamza Bey boynuma sarılarak hem ağlıyor, hem de yangeye,
"Halide Hanım, Halide Hanım!.. Türkçülük öyle yüce bir dava ki, bu davaya inananların aralarındaki dostluk bağı kan kardaşlığın-dan daha ileri bir mana taşır" demişti.
Bir pazar günü hastaneye ziyarete gittiğimde, Hamza Bey komada idi. Yanaklarını okşadım öptüm, "Ham-zacığım, Hamzacığım!.." diye seslenmeme rağmen bir türlü kendine gelemiyordu. Yatağının içinde adeta bir dağ gibi yatıyordu, lenf kanserinden rahatsızdı. O sırada kapı çalındı "Gel" dedemize rağmen kimse ka-pıyı açmıyordu. Kalktım kapıyı açtım, karşımda en az Hamza Bey gibi irikıyım birisi ile karşılaştım. içeri buyur ettim. Gelen Muğla yöresinin köylü kılığındaydı. İçeri girerken yüksek sesle, "Ula Hamza!.. Bir burun kanamasından insan hastanede yatar mı? Bize bir şarjur boşaltsa-lar tesir etmez. Yatmaya utanmıyor musun? Kalk da köyümüze gidelim" diyerek, komadaki Hamza Bey'e yaklaştığı zaman aklın alama yacağı bir olay zuhur etti. Bi kendine gelemeyen Hamza kendine geldi, yatağında doğ-Gelen arkadaşıyla bir kucakla vardı ki, görülmeye değere manzara karşısında Halide yeı birbirimize hayretle bakışarak ı kaldık.
¦ Hamza Bey tekrar yatağına di, kendinden geçti. Halide ; bana, "Hamza'yı taburcu el de bu sağ iken ambulansa Muğla'ya götürsek. Ölürse la'ya götürmem daha zor olu mesi üzerine, aklıma ilk gelen Sadettin Bilgiç oldu. Heme haberdar ettim. Pazar olmasın men Hamza Bey'i taburcu Özel ambulansa Hamza Bey' de yengeyi ve Umurbeğ'i yerleştire-rek uğurladık.
Halide yengeyle telefonla konuş-mamızda, Allanın hikmeti kon lindeki Hamza Bey, Eskişehir larında kendisine gelmiş ve la'da Ramazan boyu kendinde ola-ra'k yaşamış. Ramazan bayramından önce Hakk'a yürümüş.
Hamza Bey'in ölüm haberirini aldığım zaman İstanbul'a geçmiştim. Atsız Amca'ya uğrayıp, Hamza Bey'in ölüm haberini verdiğimde Atsız Bey durgunlaştı. Dalgın göz-lerle bir müddet pencereden dışarı seyretti.
"Demek Yamtar öldü ha!." He-men sözünün arkasına, "Yok olamaz! Yamtar'lar ölmez. Bak Dr. Tevetoğlu, Mustafa Kafalı,rah-metliden geri kalmazlar. Yamtar Hamza'nın yerini oğlu Umurbeğ doldurur. Allah rahmet etsin" demişti. Ben de rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun..