Rahmetli Özbek
Nejdet SANÇAR 01 Ocak 1970
Hamza Sadi Özbek ile yakınlığımız, 1944.1945 Türkçülük düşmanlığı dâvası yıllarında başlamıştır. Türklük düşmanlarının sinsi bir şekilde yaratıp ustaca büyüttükleri ve uydurma bir ırkçılık. Turancılık adıma bağladıkları o dâva sırasında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde yürütülen ifade alma (!!) oyunları sona erip de duruşmalar başlayınca, hepimiz, Tophane' deki Askerî Cezaevi'ne nakledilmiştik. İşte orada geçirdiğimiz günlerde başlayan dostluğumuz, hiç gölgelenmeden, yıllarca sürüp gitmiştir.
Hamza Sadi Özbek, vatanına ve milletine candan bağlı, saf, temiz bir Türk oğlu idi. Dev gibi yapısına biraz ters düşen ince bir ruha sahipti. Şairliği, bu ruh inceliğinin sonucudur. Ancak, hayat kavgası ve sıkıntıları, Özbek'e, şiirle, dilediği derecede uğraşmak imkânını vermemiştir.
iş dolayısıyla Ankara'ya her gelişinde bana uğrardı. Hal hatır soruşundan sonra ilk sözü, Irkçılık. Turancılık dâvasını yazmaya başlayıp başlamadığım olurdu. Duruşmalar sırasında soruları ve cevapları, çok küçük eksiklerle tespit edebildiğim" İçin, Özbek, Türkçülük düşmanlığı dâvasının kitap haline gelip millete bir an önce sunulmasını isterdi. Son gelişlerinden birisinde, dâvanın, kendisine ait bölümünü yazıp hazırladığını söylemişti. Makine edince bir nüshasını da bana gönderecekti. Fakat olmadı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ndeki ifade alma (!?) oyunları sırasında, Birinci Şube mensuplarının tabutluk» veya mûtenâ hücrem adları ile andıkları iki işkence orasından birisine sokulanlar -arasında, . rahmetli Hamza. Sadi de vardı. Millî Şeflik adı verilen o lânetli devrin bu yüz karası yerleri, tabiî insan boyuna göre yapılmış ve dikine konulmuş birer tabut, tan biraz daha büyücek hücrelerdi. Hamza Sadi Özbek, içine güç sığdığı ve başı, tepesindeki yanan ampullere değecek kadar yakın olduğu için sıcaktan kendisini kaybettiği bu zulüm yeninde en uzun süre tutulan arkadaşımız olmuştur.
¦ Özbek'in, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Birinci Şubesi'ne getirildiği ilk güne ait bir hâtırası vardır ki, bunu, buluştuğumuz sıralarda birçok kereler anlatmış ve her seferinde de birlikte gülmüşüzdür.
¦ Hâdise şudur:
Hamza Sadi, yaratılan hâdise dolayısıyla tevkif edilip bir komiserle birlikte İstanbul'a getirilince, Birinci Şubede bir odaya sokulmuş ve bir iskemleye o. turtulmuştu; Odanın, Özbek'in. oturtulduğu yerden hayli uzağındaki bir iskemlede de bir hanım bulunmak tadır. Hamza, oturuş şeklinden, bu hanımın da Emniyete misafir (!!) edilmiş Türkçülerden birisinin eşi olabileceğini tahmin ediyor. Ve sonunda, iskemlede o. turan hanımın, yıllarca önce bir ziyaret için geldiği, Atsız'ın Maltepe'deki evinin kapısında karşılaşıp bir. kaç saniyelik bir konuşma yaptığı eşim Reşide San. çar olduğuna karar veriyor.
Özbek, İstanbul'a sevk edilirken, yolda, yanların¬da oturmakta olduğu birkaç kişinin yaptıkları konuş, madan, benim de tevkif edilip Balıkesir'den Ankara' ya sevk edildiğimi öğrenmiştir. Ankara'dan İstanbul'a getirilip getirilmediğimi de, eşim olduğuna karar verdiği hanımdan öğrenmeyi uygun buluyor. Ve memurlar in odadan çıktıkları sıralarda, çok hafif bir sesle ve aynı zamanda da kol ve parmak işaretleri ile bunu sağlamaya çalışıyor. Hamza'nın. bu davranışları, odanın boş kaldığı sıralarda ve kısa aralıklarla, birkaç kere devam ediyor. Sonunda, işin mahiyetini anlaya¬mayan kadın terslenir bir hal alınca, Özbek de, yanlış kapı çaldığını anlıyor ve sandal yasını yan çevirerek bir daha kadının yüzüne bakmıyor. Ve işin asıl hoş tarafı ise, Özbek'in, bir süre sonra, kadının azılı kızıllarda», birisinin karısı. olduğunu öğrenmesidir!
Hamsa Sadi Özbek'i en son görüşüm, kendisini kaybettiğimiz yılın yaz sonu günlerinden birisinde ol. muştur. Hastalandığını ve Ankara'da hasta hanede yat makta olduğunu öğrenince, birkaç arkadaş, ziyaretine gitmiştik.
Yatmakta olduğu odaya girdiğimiz zaman uğra¬dığım şaşkınlığı, aynı dehşetle, bugün de hatırla¬maktayım. O koca Hamza, o dev yapılı Özbek, o kanlı canlı Türk oğlu çökmüş, solmuş, bitmişti.
Bizleri görünce heyecanlanıp gözlerinden yaşlar dökmeye başlamıştı. Acılar ve felâketler karşısında çok metin olmama rağmen, benim de gözlerime yaş¬lar dolduğunu hatırlıyorum. O yaşları hemen silip Özbek'ten saklamaya çalışmıştım. Bunu fark edip etmediğini bilemiyorum.
Kurtulmasının imkânsız olduğunu öğrenmemiz bizi perişan etmişti. Fakat metin görünmeye çalışarak, kendisine, güzel yarınlardan sözler edip durduk.
Hastahaneden büyük üzüntüler içinde ayrılmıştık. Bir çınar daha devriliyor, 1944 kahbeliğine uğramışlardan bir Türk daha göçüyordu.
Ve acı haberi, 1971 kasımının ilk haftası içinde aldık. Türk soyu, kendisine candan bağlı bir oğlunu daha kaybetmişti.
Geride kalanlar için tek teselli şuydu: Türkler birer birer göçecekler, fakat Türk milleti ebediyen var olacaktı.